GİZLENMEK ZEVKLİDİR; BULUNMAMAK FELAKET / ‘FLEABAG’
-ADANA-
“Bence sevmeyi hepimizden daha iyi biliyorsun. Zaten bu yüzden canın daha çok acıyor.” – Fleabag
“İyiyim”… Bu sihirli cümle çoğumuz için birçok zaman bir çıkış kapısı ya da bir kaçış mekanizması oluşturuyor. Derinlerde bir yerde büyük acılar, sancı dolu hüzünler taşımamıza, hissetmemize rağmen bunu kimseye göstermemek için iyi olmanın kurtarıcılığına sığınıyoruz ama şunu hep unutuyoruz: Bir çiçek, bir toprağa ait değilse orada ne kadar süre tutunabilir ya da açabilir? İşte asla bize ait olmayan duygular da bizim bedenimizde ve ruhumuzda çok zor tutunur ya da tutunmaya çalışır ama asla tam anlamıyla ayağa kalkamaz ve kendini gösteremez…
Sahte duyguların, medeni ilgisizliklerin, içinde tek bir damla samimiyet bulunmayan umursamaların arasında sıkışıp kalınca, hatta debelenip durunca insanın; “Yalnızlığımı ve ‘İyiyim’ maskemi zırh gibi giyerim üstüme, yine de sizin kapınızı çalmam” diyesi geliyor ve bu zırh üzerine öyle bir yapışıyor ki kendi benliği silinip gitmeye başlıyor, geriye kalıyor koca bir hiçlik.
Bu koca hiçlikler, zırhın ardında saklı olan gerçekler üzerine müthiş dokundurmalar yapan ‘Fleabag’ dizisine “İngiltere sokaklarında geçen, yabancı karakterlerle yazılmış bir Oğuz Atay romanı” demek asla yanlış olmaz. Diziyi izledikten ve yazımın tamamını okuduktan sonra sizin de benimle aynı duygu ve düşüncelere sahip olacağınızdan eminim.
“İnsanları acı çeken birinin yanında olmak ürküttüğü için ortadan kaybolurlar.” (Fleabag)
DÜŞMEK VE TEKRAR AYAĞA KALKMAK İŞTE BÜTÜN MESELE BU
“Herkes biraz böyle hissediyor ve bunun hakkında konuşmuyorlar ya da ben tamamen yalnızım.” (Fleabag)
Annesinin ölümüyle büyük bir sarsıntı yaşayan, daha sonra da en yakın dostunu trajik bir kazada kaybeden; aile ilişkileri oldukça sorunlu, aşk hayatı gelgitlerle dolu, iş hayatı da neredeyse tamamen raydan çıkmış bir kadının portresini bize tüm renkleriyle tüm detaylarıyla çizen Fleabag dizisi bir kadının hayat portresi üzerinden tüm insanlığın elem, korku, huzursuzluk, kaygı ve arayış manzaralarını bizlere kusursuz bir anlatımla sunan bir yapım.
Hani bazen her şey üst üste gelir, işler iyice içinden çıkılamaz bir hal alır ama biz nefes almaya devam ederiz, düştüğümüzü, dibe doğru yuvarlandığımızı biliriz ama tekrar ayağa kalkmaktan ve bunu tek başımıza yapmaktan başka çaremiz kalmaz ya; ‘Fleabag’in ilk sezonunda hemen hemen her bölümde bunu iliklerimize kadar hissedebiliyoruz.
KADIN HİKÂYELERİNİN EN GÜÇLÜ KALEMLERİNDEN BİRİ: PHEOBE WALLER-BRIDGE
İngiliz televizyon yapımlarının son yıllarda en adı duyulan isimlerinden biri olan Pheobe Waller-Bridge, 14 Temmuz 1985 tarihinde Londra’da doğdu. İngiltere’nin en önemli drama okullarından biri olan Royal Academy of Dramatic Art’ta eğitim alan Bridge, eğitimini bitirir bitirmez kendi hayallerinin peşinden gitmeye başlar.
Oyunculuk alanında büyük bir yeteneğe sahip olan Bridge’nin ruhunun ana mayasını kesinlikle yazarlık oluşturuyor. Birçok hikâyeye ve senaryoya imzasını atan Bridge’nin bir yıldız gibi parlamasını sağlayan işi ise hiç şüphesiz ‘Fleabag’ oluyor.
‘Fleabag’, Bridge’nin birçok önemli festivalde sahnelenen tek kişilik oyunundan ekrana uyarlandı ve yayınlandığı ilk gün büyük bir ses getirmeyi başardı.
Aristokrat bir ailenin küçük çocuğu olan Bridge’nin ablası da çok ünlü bir müzisyen. ‘Fleabag’in o her notasında bambaşka duygular saklı olan müziklerinin Bridge’nin ablasının imzasını taşıdığı detayını da sizlerle paylaşmak isterim. Diziyi izlerken ‘Fleabag’ ve ablası Claire arasındaki ilişkinin dizinin ana ekseninin büyük bir parçasını oluşturduğunu görüyoruz. Bunda Bridge’nin gerçek hayatta ablasına olan düşkünlüğünü büyük katkısı var.
“Belki de mutluluk neye inandığından çok kime inandığındır.” (Fleabag)
ARAYIŞLAR, KAÇIŞLAR, ANLAMLAR VE ANLAMSIZLIKLAR: ‘FLEABAG’
Dizide karakteristik suratıyla, kısa ve hep dalgalı saçlarıyla, kendinden emin görünmeye çalıştığı tavırlarıyla karşımıza çıkan Fleabag; içindeki sevgilerle ve sevgisizliklerle nasıl başa çıkacağını asla bilmeyen, aşkta, ilişkilerde ve işte art arda yaşadığı yıkımlardan sonra kendine yeni yollar arayan, bu arayışlardan çoğu zaman kaçan, hayattaki anlamlara ve anlamsızlıklara fazlaca kafa yoran bir kadın.
Annesinin ölümünün ardından babalarının vaftiz anneleri ile yeni bir ilişkiye başlaması Fleabag’in içindeki sancıların ve davranışlarındaki hoyratlığın temel nedenlerinden biri oluyor. Üvey anne figürünün babasını kendisinden aralarında uçurumlar açacak şekilde uzaklaştırması da Fleabag’e büyük sarsıntılar yaşatıyor.
Dizinin ilk sezonunda Londra’daki farklı ve herkesçe tuhaf olarak addedilen kafesinde genelde hep tek başına olan Fleabag, ikili ilişkilerinde de oldukça yalnız. Ailesiyle birlikte yediği yemeklerde kendisine tek bir soru sorulup kendisi hakkında tek bir cümle kurulmayan, hayatının nasıl gittiği ve ne hissettiği asla merak edilmeyen Fleabag, erkeklerle olan ilişkisinde de seks temelli bir varoluş sağlıyor. Bedensel ve ruhsal bir varoluşu var ama sanki onu kimse görmüyor. Yani Fleabag bize; insanların arasında dolaşan, ailesinin evine bazı akşamlarda misafir olan, işlettiği kafesinde müşteri bekleyip duran sosyal bir hayalet imajı çiziyor. Bu sosyal hayalet insanların arasında ama çoğu zaman hep yalnız…
Fleabag’i hep kişiliğinden, ruhundan, varoluşundan, hikâyesinden asla utanmayan bir karaktere bürünmüş biri gibi izliyoruz ama aslında durum hiç de öyle değil. Çünkü Fleabag görünmezliğini başka bedenlerde, kalplerde, ruhlarda görünür kılmaya çalışıyor. Bu yüzden dizide adını asla duymuyor, öğrenemiyoruz. Onu başka insanlarla konuşurken, başkalarıyla içki içerken, başkalarının mutluluklarına sevinirken ya da kendi acılarını başkalarının hüzünleriyle gizlemeye çalışırken tanımaya çalışıyoruz. Fleabag dizide; isimsiz, tanımsız ve tasvirsiz bir karakter imajı çiziyor.
NOMEN EST OMEN!
“Yalnız olmak için tek başına olmak gerekmiyor…” (Fleabag)
Latince “Ad, bir işarettir” anlamına gelen “Nomen est omen”, ‘Fleabag’ dizisinin ve dizideki karakterlerin oluşumunu şekillendiriyor. Dizide neredeyse hiçbir karakterin ismi yok. Yazar, senaryoyu ve dizinin ana karakterlerini oluştururken bizi de çarpıcı ve sarsıcı bir ironinin içine sürüklüyor: Toplum tarafından görünmeyen, bir adı olmayan, başka insanların varlığıyla varlığı bir anlam kazanan insan trajedilerinin…
İsim ve anlam ilişkisine başka bir pencereden daha baktığımızda dizinin isminin de oldukça manidar bir karşılığa sahip olduğunu görüyoruz: Fleabag; “adi”, “küçük”, “aşağılık”, “pislik” anlamlarına gelen bir kelime. Ayrıca dizinin yaratıcısı ve başrol oyuncusu Bridge’ye de ailesi tarafından konulmuş bir takma isim. Bridge, kendi hikâyesinin başrolüne neden bu ismi verdiğini şöyle açıklıyor:
“Ona öyle seslenmek istedim çünkü kişiliğinin ve dış estetiğinin hayatının tamamen kontrolünde olduğu izlenimini vermesini istedim. Aslında gerçekte o öyle birisi değil.”
İÇİNDEKİ SESLER VE DIŞINDAKİ GÖLGELER ARASINDA KAYBOLUP GİDEN BİR BABA
Fleabag’in büyük depremlerle dolu insan ilişkilerinde en kırıklarla dolu olanı babasıyla yaşadığı, daha doğrusu yaşamaya çalıştığı ilişkisi.
Sevmeyi asla bilmeyen, insanı zaaflarından ve zayıflıklarından vuran, kontrol ve konfor manyağı bir üvey annenin babasını günden güne tükettiğini gören, hatta bunu belki de tek fark eden kişi olan Fleabag’in dizide yer yer tehlikeli oyunlar oynadığını görüyoruz. Bu oyunları, aşırı davranışları hep babasına karşı olan görünmezliğini aşmak için yapıyor. Bu davranışları ve tutarsızlıkları eleştirilse de ve Fleabag birçok kişi tarafından bir ortamda asla bulunmaması gereken bir kişi olarak nitelendirilse de bu duygusal patlamaları onun çevresindeki insanlara “Ben de buradayım” deme şekli.
“Beni kendinden nefret ettirme. Seni sevmek zaten yeterince acı verici.” (Fleabag)
BEN SENİM, SEN DE BENSİN: RAHİP
“İçimizde sevgiyle doğarız ve onu nereye yönlendireceğimizi yaşayarak öğreniriz. Hislerden bahsedildiğini çok duyarız. Doğru olanı hissetmek kolaydır. Katılmıyorum. İnsan doğruyu bulmak için güçlü olmalı. Aşk zayıf insanlara göre değildir. Romantik olmak umut gerektirir. Bence anlatılmak istenen sevecek birini bulduğunuzda umutlandığınızdır.” (Fleabag)
Dizinin ilk sezonlarında aşkı; aşka ait olmayan anlamlarda gören ve onu çok uçlarda yaşayan Fleabag, dizinin ikinci sezonunda gerçek aşkla tanışıyor ve bu tanışma adeta hayatını değiştiriyor. Üvey annesi ve babasının nikâhı dolayısıyla hayatlarına dâhil olan bu rahip, Fleabag’in adeta kendi ruhunun yansımasını, aynasını oluşturuyor.
Fleabag, ailesiyle katıldığı bir akşam yemeğinde tanışıyor bu gizemli rahiple. O ilk görüşte bile rahipte çevresindeki diğer insanlardan oldukça farklı bir ruh olduğunu anlıyor. Yine yemekte herkes birbiriyle sohbet ediyor, başka hayatlar gündeme geliyor ama kimse Fleabag’e tek bir cümle kurmuyor ta ki rahip ona tek ve sıradan bir soru sorana kadar. İşte, o andan sonra Fleabag, insanın hayatta bir ruh ikizi olduğuna, olabileceğine inanmaya başlıyor.
Mimikleriyle, sıcacık gülümsemeleriyle, uzaklara dalıp gittiği hayata karşı düşünüşleriyle, tanrısına duyduğu aşk ve Fleabag’e olan yoğun hisleri arasında sıkışıp kalışıyla, inanç ve gündelik yaşam üzerine bazı aşılmaz tabuları yıkışıyla bu rahip bizi de, Fleabag’i de derinden etkiliyor.
Fleabag, bu rahipten önce kendi halkı tarafından çarmıha gerilmiş, sonra da sahte bir inançla özür dilenmiş İsa gibiydi. Bu rahip ise onun ruhunun kurtuluşunu ifade ediyor. Ve Fleabag de öyle hissetmiş olacak ki rahip ile olan günah çıkarma sahnesinde ruhunun derinliklerindeki tüm ıstırapları dile döküyor:
“Birinin bana sabahları ne giyeceğimi söylemesini istiyorum. Ne yiyeceğimi, neyi seveceğimi, neyden nefret edeceğimi, neye kızacağımı, neyi dinleyeceğimi, hangi müzik grubunu seveceğimi, ne bilet alacağımı, neye inanacağımı, kime âşık olacağımı ve bunu ona nasıl söyleyeceğimi söylemesini istiyorum. Sadece birinin bana hayatımı nasıl yaşayacağımı söylemesini istiyorum, peder. Çünkü bugüne kadar ben hayatı hep yanlış yaşadım.” (Fleabag)
DÖRDÜNCÜ DUVARI YIKARKEN GERÇEK SEVGİYLE KARŞILAŞMAK
Dördüncü duvar; bir film, dizi ya da televizyon programında izleyiciye bir kamera aracılığıyla hitap etmektir. Bu samimiyet, dördüncü duvarı yıkmak olarak tanımlanır. Fleabag, dizinin her bölümünde biz izleyiciye en samimi halleriyle çeşitli çıkarımlar yapıyor. Çeşitli duygulardan bahsediyor ve bunu çevresinde birçok insan varken yapıyor. Rahipten önce bu durumu hiç kimse fark etmemişken rahip ona, “Arada bir yerlere dalıp bir şeyler söylüyorsun” diyor. Bu, Fleabag için görünmezlik duvarının yıkıldığı en önemli anlardan biri oluyor. Bu duvar yıkılırken de gerçek sevgilerin mümkünlüğü ile karşılaşıyor.
Bu gerçek sevgi ve aşk okült enerjide ve okült inanışlarda “ruh ikizi, ikiz alev ya da ayna ruh” olarak tanımlanır. Yani kişinin diğer yarısı olduğuna inandığı kişiyle yaşadığı yoğun ruh bağlantısını ifade eder.
İkiz alev; zorlu, yıkıcı ve sarsıcıdır ama bunların dışında iyileştirici, değiştirici ve dönüştürücüdür. Fleabag ve rahip ikiz alevin iki temel ateşi olarak kurgulanmış ve yaratılmış.
“Aşk berbattır. Acı vericidir. Korkunçtur. Kendinizden şüphe duymanıza, kendinizi yargılamanıza, hayatınızdaki diğer insanlardan uzaklaşmanıza neden olur.” (Fleabag)
ONA OLAN TÜM SEVGİMİ ŞİMDİ NEREYE KOYACAĞIMI BİLEMİYORUM: BORDERLINE KİŞİLİK BOZUKLUĞU / SENDROMU
Sınırda ve belirsiz anlamına gelen borderline, bir sendrom olarak kişilerin; duygu, düşünce ve davranışlarında tutarsızlıklara ve değişkenliklere sebep olan psikolojik bir hastalıktır. Yalnız kalmaktan çok korkan, bazen kendilerine çok güvenen, bazen de güvensizlik bunalımlarının içine düşen bu sendroma sahip insanlar; genelde içlerindeki ruhsal travmaları atlatamayan, yalnız başına bırakılan kadınlardır. Fleabag de dizide annesinin yasını birlikte tutacak, dostunun kaybında kendisine destek olacak tek bir insan bile bulamıyor. Bu süreci çoğu zaman yalnız başına atlatmak zorunda kalıyor. Duygularındaki ve davranışlarındaki tutarsızlıklar bize borderline kişilik bozukluğunun kadınlar üzerindeki yansımalarını sunuyor. Günümüzde de birçok kadının temel psikolojik rahatsızlıklarından biri olan bu sendrom, Fleabag dâhil dizideki birçok kadın karakter üzerinden kara mizah üslubuyla bizlere anlatılıyor, gösteriliyor. Yani fark ediyoruz ki modern dünyada hastalık bile cinsiyet seçiyor ve yine olan kadına oluyor…
“Kadınlar, acıyla doğarlar. Bu bizim fiziksel kaderimizdir. Adet sancıları, meme ağrıları, doğum… Biz tüm bunları hayatımız boyunca içimizde taşıyoruz. Erkeklerse taşımıyor. Arayıp bulmak zorunda kalıyor.” (Fleabag)
GÜLÜN AMA DÜŞÜNÜN DE: KARA MİZAH
Bridge, ‘Fleabag’ dizisini kara mizah üzerine şekillendirmiş. Dizideki her replik, her olay ve ele alınan her tema kara mizahın kapısına çıkıyor.
Din, ölüm, hastalık, ilişkiler, psikolojik rahatsızlıklar gibi keskin konuları mizahi bir dille anlatan yapımlara kara mizah yapımları denir. Kara mizah; güldürmekten çok eleştirmeyi, eleştirirken izleyiciyi ya da okuyucuyu düşündürmeyi amaçlar. Senaristler kara mizah komedisi yazarken, izleyicinin düşünmekten ve adını bile anmaktan korktuğu birçok konuya oldukça esprili ve farklı bir bakış açısıyla yaklaşırlar.
Kara mizah yapımlarında; ne dram baskındır ne de tam bir komedi vardır. İzleyici kahkaha atmaz ama yapımı izlerken düşüncelerle dolu bir gülümseme takınır.
“– Mezarlıkta koşuya çıkman hiç uygun değil.
– Neden?
– Çünkü yaşamanın havasını atıyorsun…” (Fleabag)
OLDUKÇA METAFORİK BİR YAPIM
“Yaşam sona ermez, değişir.” (Fleabag)
Soyut olayları ve duyguları somut kavramlarla anlatma sanatı olarak görülen metafor, Bridge’nin tüm hikâyelerinde ve senaryolarında sıkça başvurduğu bir sanat. ‘Fleabag’ dizisinde de kendi küçük, anlamları büyük metaforlar gözümüze çarpıyor.
Gine Domuzu: Fleabag’in işlettiği kafenin ana teması olan Gine domuzları, diğer kemirgenlerden farklı olarak ısırma huyuna sahip olmayan, her şeyi kemirmeyen, korkak, yüksek ses hassasiyeti olan, sevgi ve ilgi bağımlısı bir hayvandır. Fleabag’in Gine domuzlarına olan düşkünlüğü aslında Gine domuzu metaforu altından fazla hassas ve kırılgan yapıdaki insanlara olan düşkünlüğünü anlatıyor. Bu karakterdeki insanların toplumda zorbalıklar, kabalıklar ve aşağılamalar yaşaması; Fleabag’i çok etkiliyor. Fleabag, Gine temalı kafesi üzerinden bu insanlara “Toplumda asla yalnız değilsiniz, benim kapım size hep açık!” diyor.
Tilki: Dizinin ikinci sezonunda rahibin Fleabag’e sürekli peşinde bir tilkinin olduğunu söyleyip durduğunu görüyoruz. Tilki; kurnazlık, başarı ve teslimiyetin yanı sıra kendi benliğimizde kaçtığımız ve bastırdığımız duyguları da temsil eder. Rahip, tanrıya olan aşkından emin olsa bile Fleabag’e olan hislerinden de kaçmak istemiyor. Tanrıya olan teslimiyeti ve beşeri aşka olan teslimiyeti arasında sıkışıp kalıyor. Aynı bizim birçok duygu arasında sıkışıp kaldığımız gibi. Rahip; aşka ve tutkulara dair en ufak bir kıvılcımın peşine düştüğü anda tilki gerçekliğin bir temsili gibi karşısına çıkıveriyor. Yani tilki de bu dizide tesadüfi değil, gayet düşünülerek oluşturulmuş metaforlardan biri.
Silgili Kalem: Fleabag’in hayatını yoluna koyacak gücü kendinde buluşu, silgili bir kalemi görmesiyle ve onunla ilgili bir anıyı hatırlamasıyla başlıyor. O, sıradan bir kalem değil. O kalem, insanların hayatları boyunca birçok hata yaptığını, yapabileceğini ama bu hataları düzeltmek için bir silginin de var olduğunu anlatan bir kalem! Hatalarınız sizindir, yanlışlarınız sizindir, bu hataları bir silgiyle silmek ve kalemle kendinize yeni bir hikâye yazmak da sizin elinizdedir!
Heykel: Dizide Fleabag’in üvey annesinin tasarladığı bir heykeli onun evinden sık sık çaldığını görüyoruz ama bu heykelle olan bağına bir türlü anlam veremiyoruz, ta ki heykelin ilham kaynağının Fleabag’in annesi olduğunu öğrenene kadar. Yazar burada bize bazı nesnelerle kurduğumuz ilişkilerin asla boşuna olmadığını, onlarda kendimize ait izler ve anlamlar bulabileceğimizi, hatta bunları hissedebileceğimizi anlatmak istiyor.
* * * * *
Aşkla, acılarla, metaforlarla, derin sancılarla ve yeni başlangıçlarla dolu ‘Fleabag’ dizisi bana ve ruhuma çok fazla şey kattı. Dilerim size de yeni anlamlar katmayı, manzaralar sunmayı başarır. Bu yazımı benim gibi “Fleabag sendromu” yaşamış iki arkadaşıma, Ceren ve Müge’ye armağan ediyorum. Ve yazımı benim için dizinin en can alıcı repliklerinden biriyle noktalıyorum:
“– Tutsağı olduğumuz halde kaçmak zorunda hissettiğimiz zafiyet çukurlarımız bir tilki gibidir. Ne zaman ufak bir haz alsan bir anda beliriverir ve iki gram keyif bırakmaz. İnanç aşkı gasp eder, tutkular iradeye esir olur.
– Seni seviyorum.
– Geçer…” (Fleabag)