BİR YÜREĞE KANAT TAKIP ONU AŞKA UÇURMAK CESARET İSTER / BRIDGERTON
-ADANA-
“Gerçek aşkta dünyanın geri kalanı sessizleşir. Buluşan gözler değil dans eden ruhlardır. Birbirine yeten ruhlar…” – Julia Quinn, En Çok Beni Sev
Gerçek aşk, yüreğin koşulsuz şartsız başka bir yürekle birleşebilmesi, bir ruhun aynasında kendini görebilmek… Bu duygular eminim ki birçoğumuz için oldukça uzak ve ihtimalsiz duygular. Özellikle de benim gibi aşk romanları ve filmleri izlemekten kaçınıp gönlünü ve aklını sadece fantastik evrene açanlar için ama hayat “açmaktan kaçındığımız her kapıya” bir şekilde yakınlaştırıyor bizleri. Bize de kapının ardındakilerle yüzleşmekten başka bir yol kalmıyor.
İlk sezonunu sadece “yoğun ilginin ve popülerliğin getirdiği bir zorunluluk” olarak izlediğim ‘Bridgerton’ dizisi; ele aldığı konular, duygular, içinde barındırdığı karakterler ile tüm zorunluluklarımı adeta büyük bir sevgiye ve hayranlığa dönüştürdü. Özellikle de tek solukta, bin bir renkteki heyecanlarla izlediğim ve sürekli “Ah keşke hiç bitmese” dediğim yeni sezonuyla beni sizler için bu satırları yazmaya teşvik etti. Ben, ‘Bridgerton’ sayesinde, kendime sormaktan korktuğum ve kaçındığım birçok soruyla ve duyguyla yüzleşirken birçok izleyicinin de kendi kendine şu soruya cevap aradığından eminim: “Bir aşk dizisi nasıl oluyor da Netflix gibi büyük bir dijital içerik pazarının en çok izlenen yapımı oluveriyor?”
Yazımın ilerleyen başlıklarında herkesin bu soruya bir cevap bulacağına eminim…
“Fakat aşk, kaçındığı yegâne karmaşaydı. Hayatına bir mucizenin girmesini hiç istemiyordu.” (Julia Quinn, En Çok Beni Sev)
O, ARTIK AŞK ROMANLARININ EN TANIDIK İSMİ: JULIA QUINN
Hayatı boyunca “hayallerinin peşinden gitmenin en doğru şey olduğuna inanmış”, kaleminde büyüyen her şeyi anlatmaktan asla çekinmemiş bir yazar olan Julia Quinn, ‘Harvard’ ve ‘Radcliffe’ üniversitelerinde tarih ve sanat eğitimi aldıktan sonra, küçüklüğünden beri yapmayı en çok sevdiği şeye yönelmeye karar verir ve bir süre kendini “kendi dünyasına kapatır”. Bir gece, kaynağını aşktan aldığı derin bir ilhamla aydınlanır ve ilk romanını kaleme almaya başlar. İşte, hepimizi etkisi altına alan ‘Bridgerton’ serisinin kitapları böyle ortaya çıkmış olur. İlk kitap ‘Yüreğe Söz Geçmiyor’, büyük bir başarı yakalar ve bu ilk kitabı; ‘En Çok Beni Sev’, ‘Son Söz Aşkın’, ‘Sana Muhtacım’, ‘Rüyalar Gerçek Olsa’, ‘Sonsuz Sevgilerimle’, ‘Öpüşünde Saklı’, ‘Biz Evleniyoruz’, ‘Kayıp Dük’ ve ‘Hayal Etmediğim Kadar’ kitapları takip eder. Yazarın akıcı, doyurucu, okurun neredeyse her duygusunu tatmin edici dili ve anlatımı tüm okuyucular tarafından konuşulmaya başlar. Seri, on üç farklı dile çevrilir. New York Times’ın En Çok Satanlar Listesi’ne tam dokuz kez ilk sıradan giriş yapar.
“Beraber geçirdikleri zamanların parlak bir roman kadar uzun değil, kısa bir şiir gibi olacağını biliyordu.” (Julia Quinn, En Çok Beni Sev)
İYİ YAZILMIŞ BİR KİTAP KENDİ YOLUNU MUTLAKA ÇİZER!
Herkes az ya da çok özenli ya da dikkatsiz bir şeyler yazabilir, karalayabilir; ama iyi bir kitap yazabilmek, işte, bu çok ayrı ve çok büyük bir meseledir. Ayrıca bir kitaba “Bu çok iyi yazılmış bir kitap” deyip durmaya ya da onu sürekli anlatmaya gerek yoktur. İyi yazılmış bir kitap ve anlatımı muazzam bir hikâye, kendi yolunu mutlaka çizer.
‘Bridgerton’ serisinin yazarı Julia Quinn, kitaplarının dizi olma sürecini anlatırken bizlere ayrıca geç bile olsa beklenen bir mucizenin mutlaka gerçekleşeceği mesajını da veriyor.
‘Bridgerton’un ilk sezonunu şekillendiren ‘Yüreğe Söz Geçmiyor’ kitabı 2000 yılında yayınlanmıştı ve bu kitap tam yirmi bir yıl sonra, yazarın hiç beklemediği bir anda, Netflix’in senaryo yazarı, yönetmeni ve yapımcısı Shanda Rhimes’in ilgisini ve dikkatini çekmeyi başaracaktı.
“Çok ani oldu. Diğer herkes gibi Starbucks’ta oturmuş, bir şeyler yazıyormuş taklidi yapıyordum. Bir anda telefonum çaldı, ajanstan arıyorlardı. Telefondaki kişi, ‘Shanda Rhimes kim, biliyor musun?’ diye sordu. ‘Şey, evet’ dedim. ‘Az önce çok ilginç bir telefon görüşmesi yaşadım’ dedi. Neredeyse sandalyemden düşüyordum; çünkü kimse aşk romanlarını televizyona uyarlamıyordu. İnsanlar bana bunu nasıl başardığımı soracaklar. Hiçbir şey yapmadım, sadece yazdım diyeceğim.” (Julia Quinn, The Hollywood Reporter)
BRİDGERTON’UN HER SEZONUNDA PENCEREMİZ BAŞKA BİR KARAKTERE AÇILIYOR
1800’lü yılların Londra’sında çiçeklerle dolu bahçelerin, kalabalık aileli evlerin ve cıvıl cıvıl sokakların tam ortasında bizleri karşılayan Bridgerton ailesi, ülkenin ve cemiyetinin en tanınmış ailelerinden biridir. Ülkede artık bir gelenek haline gelen, genç bekâr hanımların ve erkeklerin izdivaç kurma sezonu başlamıştır. Bridgerton ailesi de bu serüvene katılacak ailelerden biridir. Evlilikleri ve birliktelikleri mülkler, paralar ve mücevherler üzerine kurmak isteyen ebeveynlerin aksine, Bridgerton ailesinin annesi Violet Lady Bridgerton dört oğlunun; Anthony, Benedict, Colin ve Gregory ile dört kızının; Daphne, Eloise, Francesca ve Hyacinth’in gücünü ve temelini aşktan alan bir evlilik yapmalarını istemektedir. Geçen sezon ailenin biricik kızı Daphne, yüreğinin peşinden gitmiş ve aşk dolu bir evlilik yapmıştır. Şimdi sıra ailenin en büyük oğlu Anthony Bridgerton’a gelmiştir. “Aşkın mümkünsüzlüğü” ile hem aklını hem de kalbini yoğurmuş bir erkek olan Anthony Bridgerton’a hayat, aşkla ilgili doğrularını ve tanımlarını tekrar yazdıracaktır.
“Erkekler ters varlıklardır. Kafaları ve yürekleri asla aynı fikirde olmaz ve kadınlar çok iyi bilirler ki davranışları da genelde bambaşka bir dürtü tarafından yönetilir.” (Julia Quinn, En Çok Beni Sev)
‘Bridgerton’ dizisini ilgi çekici kılan noktalardan biri de şüphesiz her sezonda farklı karakterleri ve hikâyeleri ele alması. Dizinin yeni sezonunu serinin ikinci kitabı ‘En Çok Beni Sev’ şekillendirirken penceremizin açıldığı karakter Anthony Bridgerton oluyor.
AŞK, TÜM OLASILIKLARDAN ÜSTÜNDÜR!
“Eminim, bu söyleyeceklerim dayanılmaz derecede iyimserce olacak; ama kaderin bizim için ustaca kurguladığı planlar olduğuna inanıyorum.” (Julia Quinn, En Çok Beni Sev)
Evliliği sadece güzel ve iki kelimeyi bir araya getirmeyi başarabilmiş (o dönemde erkekler böyle kadınlara o kadar muhtaç ve hasret ki) bir kadınla belirli sorumlulukları paylaşmak olarak gören Anthony Bridgerton, hem kendi ailesine hem de arkadaşlarına aşka inanmadığını her fırsatta dile getirmektedir. İçinde aşkın olmadığı bir evlilik yapacak, eşiyle akşam yemekleri dışında asla bir araya gelmeyecek, babasından devraldığı görevlere ve sorumluluklara böylelikle rahatça devam edebilecektir. O, sonuçta bir Vikont’tur ve sorumlulukları her aşktan üstündür. Anthony Bridgerton, aşka asla boyun eğmeyişinden aldığı özgüvenle Vikontes’ini seçmek için balo balo dolaşırken hayat onu en güçlü sandığı yerinden yakalar.
Katıldığı bir baloda, kapılar birden açılır, içeriye Sharma ailesi ve kızları girer. Balodaki herkes onlara sadece meraklı gözlerle bakar. Anthony ise kalbinin ayaklandığını ve bedeninden çıkıp koştuğunu hisseder. Gözleri o an herkese kör olur, sadece Kate’e bakar. Ne kalbinin bu hâline ne de gözlerinin bu karanlığına bir anlam verebilir. Daha doğrusu, tüm benliğini ele geçiren bu duyguyu anlamlandırmak istemez. Kaçıp yine çokbilmiş aklına ve sorumluluklarına sığınmak ister. Aklı, Kate’siz bir hayatın tüm olasılıklarını ona sunmaya başlar ama kalbinin sesi aklının gürültüsünü bir anda susturmaya başlar; çünkü aşk her zaman tüm imkânsızlardan üstündür.
“Hayat bir anda nasıl da tepetaklak olabiliyordu. Bir dakika her şey yolunda iken hemen sonra ikinci dakikada kolayca mahvoluyordu.” (Julia Quinn, En Çok Beni Sev)
KORKULARIM VAR, SENDEN ÖNCE DE VARDI
Anthony Bridgerton, aşka olan kapılarını hep kalın ve açılması zor zincirlerle kilitliyor. Bunu yapmaktaki bahanesi de hep hazır; aile onurunu sürdürmek…
Hepimiz korkularımıza yeni tanımlamalar yükleriz ya da gerçekle alakası olmayan bahanelere sığınırız. İşte, Anthony de tam olarak böyle yapıyor. Aşktan bu kadar korkmasının sebebi aslında onun varlığına delicesine ihtiyaç duyması.
Tek gerçek aşkı, babasının annesine bakışlarında gören Anthony, babasının ani ölümüyle erken yaşta büyümeye mecbur kalıyor ve birine duygulan gerçek sevginin onu kaybettikten sonra büyük bir acıya dönüşmesine annesinin acısıyla tanık oluyor, bu yıkımlara dolu günlerden sonra sevdiklerini kaybetmek ya da daha da kötüsü kendi yokluğuyla sevdiklerini mahvetmek en büyük korkusu ve kâbusu oluveriyor. Kate’ten de içinde büyüyen aşktan da köşe bucak kaçan Anthony, ne kadar kaçsa kaçtıklarına o kadar denk geliyor. Kate’in sadece gözlerini, yüzünü, bakışlarını değil; sesini, kokusunu ve gülümsemesini bile ezberlediğini fark ediyor. Ve aşk, yine gücüyle Anthony’ye tüm ezberlerini bozduruyor.
“Bazen korkuların nedenini irdelemek, korkunun kendisi kadar dehşet verici olabilir.” (Julia Quinn, En Çok Beni Sev)
KOSTÜMLER, DANSLAR VE İHTİRASLAR
‘Bridgerton’, tek bir duygudan değil birçok farklı duygu durumumdan manzaralar sunan bir dizi. Kızlarına “Zengin olması yeterli, onura ne gerek var” zihniyetiyle eşler bulmaya çalışan anneler, süslü elbiselerle asla olmadığı bir şekilde gösterilmeye çalışılan genç kızlar ve kulaktan kulağa fısıldanan ama aslında duyulması istenen sırlar dizinin olay ve karakter dinamizmini elinde tutan unsurlar.
BİR KADININ KALEMİNDE BİN BİR KADININ SESİ
‘Bridgerton’da yazdıklarıyla ve ortaya çıkardığı sırlarla tüm sosyetenin korkulu rüyası haline gelen Lady Whistledown ve onun Cemiyet Gazetesi, bu sezonda da ironilerle dolu diliyle, okuyanlara tokat etkisi yaratan sözleriyle Londra sosyetesini karıştırmaya devam ediyor ve anlıyoruz ki Lady Whistledown sadece baloların arka odalarında ya da yüksek balkonlarında saklı olan sırları ortaya çıkaran bir isim değil, kadının, özellikle de bir hediye paketi gibi sarılıp erkeklerin o akşamki zevklerine, ilgilerine, beğenilerine armağan edilen kadınların sesi. Toplumun duymaktan kaçındığı ayıplarını onların yüzüne vuran Lady Whistledown, bu utanca sebep olan herkesi her zihniyeti kaleminin sivri kılıcından geçiriyor. Sonuçta her savaş, mızrakla ya da silahla zafere ulaşmaz; bazı savaşların zaferini sözler, cümleler ve yazılar da getirebilir.
“Yakışıklı bir adam eğlenceli bir şeydir. İyi görünümlü bir adam dikkate değer biridir; ama onurlu bir adam, ah sevgili okuyucu, o tüm kadınların etrafına üşüştüğü bir kişidir.” (Lady Whistledown’un Cemiyet Gazetesi)
KALBİMİN VE KALEMİMİN ANLATMALARA DOYAMADIĞI BİR KARAKTER: ANTHONY BRIDGERTON
Bazı karakterler vardır onu sözcüklere, sayfalara asla sığdıramazsınız. Anthony Bridgerton benim için tam olarak böyle bir karakterdi ve bana hakkında değil bir, bin bir yazı yazsam da asla yetmeyecekmiş gibi hissettirdi. Bunda hiç şüphesiz Anthony Bridgerton karakterini canlandıran Jonathan Bailey’in büyük etkisi var! Dizinin yayınlandığı ilk günden beri tüm sosyal medya trendlerini altüst eden Bailey, ben bu satırları yazarken kendisi hakkında atılan bir milyonuncu tweet’ine ulaşmak üzere!
Kitaptaki tüm satırları, duyguları ve kitaptaki Anthony Bridgerton’u ancak bu kadar üzerine giyebilirdin, bugün gönlümdeki tüm kelebekler senin için uçuyor, Jonathan Bailey.
KALBİNİZDEKİ KORKULARI BERTARAF EDEBİLECEK CESARETİ KENDİNİZDE BULABİLİYOR MUSUNUZ?
Aşk; sözden çok eylemlere, düşüncelerden çok cesarete ihtiyaç duyan kutsal bir duygu ve hiçbir aşk yüzleşmekten korkulan duygularla asla ziyan edilmemeli. Dilerim bu yazımı okuyan ve Anthony-Kate aşkına tanık olan herkes kalbindeki korkuları bertaraf edebilecek cesareti kendinde bulmayı başarır. Ben, yine bir kitap ve bir karakter sayesinde, çalmaktan korktuğum her kapıyı araladım ve heybeme yeni duygular, benlikler ekleyerek yoluma devam ettim. Sizin de yolunuz açık ve hep aşkla dolu olsun!
“Aşk korkulacak ve uzakta tutulacak bir şey değil. Aşk, yüreğini tamamlayacak kişiyi bulabilmektir. Aşk seni hayal bile edemeyeceğin kadar iyi bir insan haline getirebilecek kişiyi bulabilmektir. Aşk, eşinin gözlerinin içine bakıp şimdiye kadar tanıdığın en mükemmel kişinin o olduğunu iliklerine kadar hissetmektir.” (Julia Quinn, En Çok Beni Sev)