KÜLTÜR-SANAT 

AŞKIN EN SICAK VE EN TUTKU DOLU TONU / ‘BRIDGERTON’

Colin’in aşkı gökyüzünden düşen bir yıldırım gibi değildi. Bir gülücük, bir sözcük, hınzır bir gülüş ile başlamıştı.” – Julia Quinn, ‘Rüyalar Gerçek Olsa

Arayışlar… Hepimiz günlük hayatın içinde bu kelime ile sıkça karşılaşıyoruz. Kimisi sadece popüler bir söylem olduğu için kimisi de gerçekten ruhu bunu istediği için bazı arayışların peşine düşüyor ama arayışların dikenli bahçelerinde gezmeye ya da pas tutmuş kilitlerini açmaya kimse gerçekten cesaret edemiyor; çünkü aradığımız şeyin içinde kendimizi bulmaktan korkuyoruz, kendimizle yüzleşmekten, derinlere inmekten…

Efesli filozof Heraklitos’un “Kendimi aradım” sözü tam da bu arayış derinliklerini hatırlatır bize. Sezai Karakoç, ‘Diriliş Muştusu’ eserinde “Kendini arayan yitirmeden bulamaz” der ve kısa ama oldukça vurucu olan alıntı, yüzümüze bir tokat gibi çarpar. Bir de kaçışlar vardır arayışların tam zıddında durur ve çiğ birçok ruh, bu zıtlığı seçer çünkü arayış yolculuğunda olgunlaşma cesaretini bir türlü bulamaz kendinde.

Bridgerton’ serisinin dördüncü kitabı olan ‘Rüyalar Gerçek Olsa’yı okurken kitap beni arayışlar ve kaçışlar üzerine uzun süre düşündürdü ve bu düşüncelere elbette tutku ve sadakat dolu bir aşk da eşlik etti.

Bazen sadece durmak ve düşünmek istiyorum.” (Julia Quinn, Rüyalar Gerçek Olsa)

NEREDE KALMIŞTIK?

Amerikalı yazar Julia Quinn’in bolca romantizm dolu eserlerinden diziye uyarlanan ve Netflix’in çok kısa sürede en çok izlenen ve konuşulan yapımlarından biri olan ‘Bridgerton’un geride bıraktığımız sezonunda ailenin en büyük oğlu ve vikontu olan Anthony Bridgerton aklı ve kalbi arasında sıkışıp kaldığı bir savaşta aşkı seçerek savaşın tüm cephelerinde galip gelmiş ve büyük aşkı Kate Sheffield ile evlenmişti ve bu evlilik cemiyette büyük bir şaşkınlık yaratmıştı. Evliliğin üzerinden aylar geçti, sosyete her zaman olduğu gibi bu şaşkınlık verici olayı da unuttu. Cemiyetin dili sivri kalemi, keskin yazarı Lady Whistledown onlara yeni malzemeler verdikçe Kate ve Anthony yerini başka gündemlere bıraktı. Zaten Mayfair’de de her şey önce güçlü bir alev gibi yanar, sonra yerini hemen gri küllere bırakırdı ama bazı Mayfair sakinleri için değişmeyen şeyler de vardı. Üzerinden zaman geçse de asla unutulmayan şeyler. Penelope Featherington’un içinde bir çiçek gibi büyüyen aşk da bu unutulmayan şeylerden biriydi ama bu aşkın da cemiyetin arasında kulaktan kulağa dolaşması ve Lady Whistledown’un kalemine yakalanması artık an meselesiydi.

Eylemler, laflardan değerlidir.” (Julia Quinn, Rüyalar Gerçek Olsa)

GÖLGELERDE SAKLANAN VE UMUDA AÇMAYI BEKLEYEN BİR ÇİÇEK: PENELOPE FEATHERINGTON

Bridgerton’un yeni sezonunun ana karakterinden biri olan Penelope Featherington, 1812 yılında on altıncı yaşını karşılayacağı bir günde yeni yaşıyla beraber daha önce hiç tanık olmadığı bir duyguyla daha karşılaşmıştı: Âşık olmuştu. Kalbinde sanki bir ateş yanmıştı. Dünyadaki tüm karanlık kaybolmuş, geceler yerini asla bitmeyen güneşli günlere bırakmıştı. Kız kardeşleriyle ve annesiyle her gün yaptığı gibi bir sabah Hyde Park’ta yürürken hızlıca esen bir rüzgâr şapkasını uçurmuş ve bu şapka karşı yoldan gelen bir atı oldukça tedirgin etmişti ve bu tedirginlik atın üzerindeki genç adamın attan düşmesine sebep olmuştu. Penelope o an kızgın bir bakış ya da kaba bir söz beklerken durum hiç de öyle olmadı. Genç adam içten kahkahalarla Penelope’yi kendisine hayran bıraktı. Aslında bu hayranlıktan çok daha öte çok daha güçlü bir duyguydu. Bu aşktı. İşte, Penelope Featherington’un Colin Bridgerton’a olan aşkı; hızlı esen bir rüzgâr ve içtenlikle atılan kahkahalar ile başlamıştı.

Duyulamayacak olan sözcüklerin anlamı var mıydı?” (Julia Quinn, Rüyalar Gerçek Olsa)

Takvimler 1824 yılını gösteriyordu. Oldukça telaşlı ve sıcak bir Londra sabahıydı ve Penelope artık yirmi sekiz yaşındaydı. Pen, sürekli kıyaslandığı sosyetedeki diğer kızlardan farklıydı, güzel ve orantılı bir vücudu yoktu. Kısa boylu ve kiloluydu. Kızıl saçları ve yeşil gözleriyle aslında oldukça göze dokunur bir hali vardı ama etrafındaki insanlar onu o kadar ötekileştirmiş, o kadar gölgelerde kalmaya mecbur bırakmıştı ki Pen’in kendine dair bir umudu kalmamıştı. Zaten sosyetedeki hiçbir zengin ve güçlü erkeğin dikkatini de çekememişti. Hiç evlilik teklifi alamamış, hatta bir erkekle sohbet bile edememişti ama artık önemi yoktu. Penelope kitaplarıyla, kimsenin bilmediği ama kendisinin fazlasıyla sahip olduğu bilgilerle –Bunların bir önemi yoktu çünkü sosyete için bilgiden çok güzel bir vücut daha kıymetliydi– ve keskin zekâsıyla Pen kendisini farklı alanlarda parlatıyordu. Annesi de artık bu durumu kabullenmişti ve Penelope’nin evliliği için çaba harcamayı bırakmıştı. Kitaplar, bilgiler, alaycı bakışlar, fısıldaşmalar… Bir de Colin vardı. İlk karşılaştıkları andan beri Colin, Penelope’nin hayatındaydı. Çok yakın arkadaşlardı. Hayatla ilgili her şeyi konuşuyor ve birlikte kahkaha atamaya devam ediyorlardı, bu Penelope için yeterliydi. Colin, Penelope’ye karşı her zaman nazikti, katıldığı balolarda insanlardan ve ona bakıp yaptıkları fısıldaşmalardan kaçar, gölgelerin arkasında saklanır, etrafı izlerdi, bu anlarda Colin onun hemen yardımına koşar, onunla dans ederdi ama o kadardı. Colin, Penelope ile bir gelecekleri olamayacağını dile getirmişti, Pen bunu duymuş ve kalbi ne kadar kırık olsa da bunu asla belli etmemişti. Colin uzun zamandır ülkede yoktu. Başka yerlere seyahat ediyordu, bir sabah Bridgerton malikânesinin önünde oldukça coşkulu bir gün yaşandı, Colin dönmüştü, bu dönüş Penelope’nin hayatında yeni sayfaların açılacağının habercisiydi.

İnsanlar benimle hiçbir zaman konuşmadılar,’ diye patladı Penelope, “çoğu zaman varlığımın farkında bile olmadılar. Bu işi bu kadar uzun süre nasıl sürdürebildim sanıyorsun? Ben görünmezdim, Colin. Kimse bana bakmıyor, kimse benimle konuşmuyordu. Ben sadece orada durdum, dinledim ve kimse bunu fark etmedi.’” (Julia Quinn, Rüyalar Gerçek Olsa)

KENDİNİN FARKINA VARABİLMEK

Ama mutluluğunun diğerlerinin düşüncelerine bağlı olmadığını düşünmüştü hep.” (Julia Quinn, Rüyalar Gerçek Olsa)

Dizinin yeni sezonunda gördüğümüz Penelope, kahramanı olduğu kitabın ikinci yarısında ruhen ve bedenen bambaşka bir forma bürünür. Kozasından özgürce çıkmayı başarmış bir kelebek gibi cesaretle açar kanatlarını. Kendinin farkına varır, toplumun sesiyle değil, artık kendi cümleleriyle konuşmaya başlar. Penelope için diğer kızlardan farklı oluşu bir ceza değil; bir armağandır artık. İnsanların arkasına ya da gölgelere saklanmak ise tamamen geride kalmıştır onun için. Ve var olmak ya da hayatını anlamlı kılmak güzel bir görünüşten çok, emek emek işlenmiş bir zekâyla da mümkündür.

Kendilerinde eksik olanı ya da hiç olamamışlıklarını Penelope ile bastırmaya ya da tamamen yok saymaya çalışan sosyete de adeta bir elmas gibi parlamaya başlayan bu kadının artık farkına varır. Pen’deki bu değişimi büyülenerek izleyen biri daha vardır: Colin Bridgerton… Colin, hafızasını daha önce hiç sormadığı sorularla meşgul eder: Bu benim arkadaş olduğum Penelope miydi, onda daha önce görmediğim neler vardı, ona sadece bakıyor ama onu göremiyor muydum, Penelope gerçekten sadece arkadaşım mıydı?

Penelope güzeldi. Tek kelimeyle, tamamen insanın ruhunda fırtınalar koparırcasına güzeldi. Bunu bunca yıldır nasıl göremediğine şaşırıyordu Colin. Dünya kör erkeklerle mi doluydu, yoksa erkeklerin tamamı aptal mıydı?” (Julia Quinn, Rüyalar Gerçek Olsa)

ASLINDA KENDİMDEN KAÇTIĞIMI HİÇ KİMSE BİLMİYORDU: COLIN BRIDGERTON

Colin Bridgerton, Bridgerton erkekleri arasında üçüncü olandı. Tüm sosyete Bridgerton erkeklerini insanın içinin yağlarını eriten yakışıklılıkları ile tanırdı. Colin’in koyu kestane rengi saçları, o dünyadaki tüm mavileri kıskandıran gözlerini hep daha çok açığa çıkarırdı. Yüzü daima gülerdi ve abilerinin aksine Colin için çeşit çeşit yemeklerle ve tabii ki pastalarla süslenmiş sofralar hep ayrı bir öneme sahip olurdu.

Yazar, Colin Bridgerton’u ana hikâye örgüsüne aldığı kitabından önce bu karakteri hep okuyucunun zihninde çözülmeye açık bir sır olarak bırakır. Onun hakkında bazı küçük betimlemeler yapar ama asıl manzarayı okuyucunun kendisinin görmesini ister ve gerçekten de öyle olur. Okur, kitabın sayfalarında dolaştıkça Colin’in duyguları hakkında yepyeni şeyler keşfeder. Ben kitabı okurken bu karakterle ilgili zihnimde beliren ilk şey yoğun bir arayış duygusu içinde oluşuydu. Colin, sürekli başka ülkelere seyahatler ediyor, bunların da genel kültürünü zenginleştirmek amacıyla yapıldığını söylüyordu. Colin Bridgerton, abilerine göre daha hassas bir ruha sahipti. Sevdiklerinin mutluluğu için yapamayacağı fedakârlık yoktu ama Colin bir şeyi hep unutuyordu: Başkalarının ilerlemesini sağlarken o hep geride kalıyordu. Hayatı düğümlerle doluydu ama bu düğümleri nasıl çözeceğini bilemiyordu.

Bu düğümleri ve arayışlarını düşündüğü bir sabah, Penelope’nin ziyareti hayatındaki o en karmaşık düğümün çözülmesini sağladı. Büyük abisi bir vikonttu, sorumlulukları vardı, diğer abisi tanınan bir ressamdı. Peki, Colin kimdi? Hayattaki amacı neydi, kendisinden ve korkularından daha fazla kaçamazdı. Colin oradan oraya savrulmak değil, artık kök salmak istiyordu ve Penelope Featherington, Colin kök salarken onun en sağlam topraklarından biri olacaktı.

Colin, Penelope Featherington’u neden öpmemesi gerektiğine dair en az yüz neden bulabilirdi. Herhalde bunlardan ilki onu gerçekten öpmek istiyor oluşuydu.”  (Julia Quinn, Rüyalar Gerçek Olsa)

BRIDGERTON SOSYOLOJİSİ

Erkekler kendilerini hep özgüven dolu, toplumun fikirlerinden zerre kadar etkilenmeyen varlıklar olarak göstermeyi severlerdi.” (Julia Quinn, Rüyalar Gerçek Olsa)

Bridgerton’ serisi kitap olarak da dizi olarak da sadece birbirini seven iki insanın aşkını anlatmaz. Bu aşkın ve bu insanların içinde büyüdüğü toplumu da yer yer sert, yer yer de yumuşak hatlarıyla gözler önüne serer. Erkeklerin çok aktif olduğu, kadınların ise fazlasıyla pasifize edildiği bu toplumda; annelerin tek amacı kızlarına toprağı, parası ve mülkü çok olan eşler bulmaktır, hatta kadınların hayattaki tek hırsı budur. Kızlar pahalı kumaşlardan yapılan gösterişli elbiselerle sezonun tüm balolarında boy gösterirler ve bu balolarda bir erkeğin dikkatini çekmeyi ümit ederler. Bu erkeğin kendi hayallerinden çok, ailesinin hayallerini süsleyecek kriterlere sahip olması da çok önemlidir! Kadın düşünmez, kadın konuşmaz, kadın üretmez… Erkek neredeyse kadın oradadır ve erkek ne derse kadın odur. Yazar, bazı karakterler ile toplumun fikirlerine zıt bir duruş sergiler. Bridgerton ailesinin kadınları da bu zıt duruşu temsil ederler. Violet Bridgerton, oğullarına ve kızlarına daima yüreklerinin peşinden gitmelerini söyler. Ona göre evlilik para ile değil ancak güçlü bir sevgi ve ebedi bir sadakatle mümkündür. Bridgerton erkeklerinin sosyete tarafından bu kadar dikkat çekmelerinin nedenlerinden biri de budur. Onlar, kadını her şeyiyle kabul ederler; tutkularıyla, yetenekleriyle, zayıflıklarıyla ve hiç değiştirme çabası içinde olmadan…

Penelope karakteri ise seri içerisinde kişiliğiyle ve sırlarıyla oldukça özel bir yerde durur. Penelope’nin görünmezliği, aslında onun topluma karşı en güçlü silahıdır ve çok yakında bunu herkes öğrenecektir.

Lady Whistledown’un Cemiyet gazetesi ise gösteriş budalalığı ve sahteliklerle dolu sosyetenin ihtişamlı balolarda taktıkları tüm maskeleri tek tek düşürür ve onları kendi acizlikleri ile acımasızca yüzleştirir.

Biz kadınlar, birbirimizi kollamalıyız,’ dedi Leydi Danbury ortaya, ‘çünkü bunu bizim için yapacak kimse yok.’” (Julia Quinn, Rüyalar Gerçek Olsa)

KIYAFETLER VE RENKLER

Dizide önceki sezonlarından farklı olarak kitapla büyük oranda paralellik içinde giden bir değişim daha izliyoruz. Kıyafet olarak da annesinin ve kız kardeşlerinin onda olmasını istediği görünümlerden kurtulmuş, kendi suretine bürünmüş bir Penelope Featherington görüyoruz.

Sosyetenin neredeyse tamamı tarafından tuhaf bulunan Penelope’nin eski görüntüsü, cemiyetin gizli sesi Leydi Whistledown tarafından da adeta bir narenciye karmaşası olarak görülüyordu. Penelope’nin eski kıyafetlerindeki limon sarısı, portakal turuncusu renkleri iri çiçeklerle ve yeşil yapraklarla buluşuyor, bu karmaşa Pen’i daha da görünmez bir hale getiriyordu. Penelope ruhunun renkleri ile birlikte kıyafetlerinin renklerini de değiştirmeye karar verdi. Gözlerinin yeşilini daha anlamlı hale getiren; zümrüt yeşili, nane yeşili ve mint yeşili kıyafetlerinde hâkimiyet kuran yeni renkler oldu. Kabarık çiçekler yerini ince işlemelere bıraktı, teninin o göz alıcı süt beyazlığı elbiselerindeki yoğun göğüs dekoltesiyle en uzaktaki gözlerin bile kendini bakmaktan alıkoyamadığı bir noktaya geldi. Penelope artık sadece sözleri ve fikirleriyle değil, kıyafetleriyle ben de buradayım diyordu. Hem de eskiden yaptığı gibi fısıldamadan; daha güçlü daha yüksek ve daha cesur bir sesle…

İşte, bu ilk öpücüktü. Bu dokunuşta bir şey vardı. Nefesini hem duyup hem de hissedebilmesinde bir şey vardı. Kızın kıpırdamadan durmasında Colin’in de teninde onun kalp atışlarını hissedebilmesinde bir şeyler vardı. Aradığının o olduğunu bilmesin diye bir şey vardı.” (Julia Quınn, Rüyalar Gerçek Olsa)

VE AŞK ÖNÜNDE SONUNDA TÜM KİLİTLİ KAPILARI AÇAR

Colin’in kaçışları ve kendini arayış yolculuğu; yolun sonunda hem kendini hem de yanı başında duran gerçek bir aşkı bulmasıyla noktalanırken Penelope de aradığı şeyin aslında kendi içinde olduğunu keşfediyor. Korkular inançlara yenik düşüyor ve aşk tüm kapalı kapıları sonsuza kadar açıyor…

Ve böylece normalde hiçbir özelliği bulunmayacak olan bir cuma akşamüstü, Mayfair’in kalbinde, Mount Caddesi’ndeki sessiz sedasız salonda Colin Bridgerton, Penelope Featherington’u öptü ve bu muhteşem bir öpücüktü.” (Julia Quinn, Rüyalar Gerçek Olsa)

Rüyalar Gerçek Olsa’ kitabı ve tabii Bridgerton’un bu yeni ikilisi bana kuvvetli bir arkadaşlıktan doğan kuvvetli bir aşkı anlatırken hayatta ne olursam ya da nasıl olursam olayım asla gölgelerde saklanmamayı; tüm farklarımla ve farkındalıklarımla var olabilme gücünü de verdi ve bu gücün arkasındaki gizli eller; benim modern Lady Whistledownlarım canım ablam, Derya’m, Yasemin’im ve Gülşah’ım ben size teşekkür ederim ve hayattaki aşk hikâyelerimizin her daim mutlu sonlarla bitmesini dilerim…

Ama mutlu sonla bitecek, değil mi? ‘Ah evet,’ dedi Penelope heyecanla, ‘öyle olmalı.’ Öyle mi olmalı? Penelope masanın diğer ucundan uzanarak Colin’in elini tuttu. ‘Tüm yapabildiğim mutlu sonlar yazmak,’ diye fısıldadı, ‘başka bir şey yazmayı bilmiyorum.’” (Julia Quinn, Rüyalar Gerçek Olsa)

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar