RÜZGÂRI YAZMAK
-İSTANBUL-
Burada, şimdi, oturmuş rüzgârı yazmaya çalışıyorum.
Yazdır, beyaz evlerin ötesinde mandalina ağaçları ve serviler birbirlerine dokunmak istiyorlar; evler de dokunmak ister gibi uzanıyor mandalina ağaçlarına; serviler, akşam güneşinde daha açık bir yeşile çalarak evlere dokunacakmışçasına eğilip bükülüyorlar.
Rüzgârdır, her şeyi bir dokunmaya, ötekine değmeye, onu tutmak istemeye doğru götürür.
Mandalina ağaçlarının tepesindeki dallar güneştedirler ve yeşildirler. Belli olmasalar da olur – yeşilin kendi aydınlığı var çünkü. Ağaçlar, içlerinde küçük güneşler saklıyorlar, ışıklarını dallardan geçirerek. Sanki dışardan vuruyormuş gibi görünüp şavklanan aydınlığın içerden, ta içerden, dallardan yürüyen bir yeşil özsu gibi ağacı usulca ışığa çıkardığını düşünmek…
Çocukken, Terme’de ya da Çarşamba’da, Yeşilırmak’ın iki yanındaki bereketli topraklarda, ağaçlar suya eğilmişken rüzgârın yaprakları alıp ırmağın yeşiline kattığını hayal ederdim: Irmağın yaprağa belenmiş iziydi; yeşilin tanımı buydu çocuk ben için…
Ah, gençlik görselliktir, yaşlılıksa dokunmak… Rüzgâr, ‘görmek’ten ‘dokunmak’a dönüştükçe tanımlar anılarda kalıyor.
Dokunarak yaşıyorum artık.
Dokunmak. Dokunarak yaşamanın, bir şeylerin yaşamınızda olduğunu bilmek gibi bir anlamı var. Çok eskiden bir şiirimde, “Bakmak, uzaklara dokunmaktır” demiştim. ‘Sonsuzluk’ duygusunu dokunamadığımız, uzak, ulaşılamaz, ama bakıp gördüğümüz gök cisimlerden edindiğimiz doğruysa eğer –Max Müller öyle söylüyordu– ‘bakmak’ın uzaklarla daha doğrudan bir bağıntısı olduğunu kesinleyebiliriz.
Çocukluğumdan beri yakınımda olanlara dokunmaktan değil, dokunmak istediklerimin bana yakın olmasından haz duymuşumdur.
Babamın mevlit okuduğu geceler, kıyamda, annemin, benim ve babamın sırtına dokunması! Ne güzeldir dokunmak! Dünyayı daraltır – hayatın kasten daraltılması? Tanpınar; Haşim için söylemişti bunu ve bu, insanın dokunarak yaşıyor olmasından öte ne anlama gelir ki?
Belki de babamın yaşlılık yıllarında, sevdiklerini, insanlar ve şeyler, hep yakınında olsunlar istemesi, sonsuzluğu yakından duyumsamakla ilişkiliydi; kim bilir?
Yakınlık, uzamdadır elbette, uzaklık da! Ama bu kavramı ‘zaman’ için de kullanırız. Uzamda gerçeklik olan (yakınlık/uzaklık), ‘zaman’da mecaz olur. Yaşlanınca insan, uzamsal olanı gerçeklik olmaktan çıkarıp mecaza dönüştürdüğünde her şey ‘zaman’dır artık.
U/zam/an! İlk eğik çizgi ‘zaman’ı, ikinci eğik çizgi ‘uzam’ı belirler: İkinci eğik çizgiden sonraki ‘an’ ise yaşamın arta kalanı olmalıdır.
Rüzgâra dokunuyorum, şimdi, şu an…