TOPLUM 

“ÇARŞIDA KESAT, ŞEHİRDE FESAT…”

Ahmet Cevdet Paşa’nın ‘kriz’ karşılığında ‘buhran’ kelimesini uydurmasından önce de Osmanlı’da, adına kriz denilmeyen birtakım buhranlar yaşanmaktaydı. Sabri Ülgener’in deyişiyle, ‘darlık buhranları’! Osmanlı kaynaklarına bakıldığında piyasalardaki ekonomik dengesizlik durumlarının bazen “teati-i nas’da halel-i bîkıyas”, bazen “bey ve şir’a muamelesinde küllî ihtilal”, bazen de “bey ve şir’anın mizanı muhtel ve müşevveş” gibi birtakım deyişlerle tasvir edildiğini, yine Sabri Ülgener’in ‘Darlık Buhranları’ndan öğreniyoruz. Bu deyişlerde durumun, bir soyut kavramla değil, somut tasvirlerle dile getirildiğini gözden kaçırmamak gerekiyor – Osmanlı iktisat düşüncesinin soyut ve teorik bir kavramsal donanımdan mahrum olduğunun tipik bir belirtisi!

Ne Adam Smith ne David Ricardo! İslam dünyasında Cemil Meriç’in ifadesiyle, “kendi semasında tek yıldız” olan bir İbn Haldun vardır. Osmanlı’nın, genelde “bey’ ve şir’ada küllî ihtilal” (alışverişte toptan bozulma) diye tasvir ettiği darlık ve buhran durumunu, İbn Haldun, daha 14’üncü yüzyılda, “çarşıda kesat, şehirde fesat” formülü ile dile getirir. ‘Mukaddime’nin Pirîzade çevirisindeki ifadeyle, “tüccarın celb ve bey’e arz ettiği emvâl ve eşyaya ragebât-ı nâs kalil olub sûk ve bazar kasid ve beldenin hali fasit” (tüccarın alıp satışa arz ettiği mal ve eşyaya insanların az rağbet ettiği ve piyasanın kesat ve şehrin halinin fesat, yani bozulma durumunda) olması! İbn Haldun burada, iktisat teorisinin en basit kurallarından birine işaret ediyor: Piyasaya mal arzının fazlalığına karşılık talep azlığının, yani ‘işlerin kesat gitmesi’nin, şehir hayatında ortaya çıkardığı ‘fesat’ veya ‘küllî ihtilal’! (Burada, ‘ihtilal’ kelimesinin, bugün kullandığımız anlamda, ‘devrim’ ile hiçbir ilgisi olmadığını da belirtelim.)

Çarşıda kesat, şehirde fesat!”, İbn Haldun’un ekonomik durgunluğu harikulade bir retorikle ifade ettiği bu formülasyon, iktisadi düzen ile toplumsal düzen arasındaki bağıntıyı içermesi bakımından da yol göstericidir. Nihat Falay, ‘İbni Haldun’un İktisadi Görüşleri’nde, İbn Haldun’un ekonomik dengesizlik sürecini hem aşırı bolluk ve ucuzluk hem de aşırı darlık ve pahalılık bağlamında ele aldığını bildirir ve “Daha önemlisi,” der, “İbn Haldun’un teorisinde toplumsal olayların temelinde, iktisadi nedenlerin bulunduğunu hatırlarsak onun iktisadi dengesizlik-politik çöküş paralelliğini kurması daha da olağanlaşır. Onun için, ‘Her devletin son çağlarında umran ve medeniyet ilerler ve ondan sonra kıtlık ve darlıklar gittikçe şiddetlenir’ ifadesi ile iktisadi dengesizliği politik çöküş sürecine bağlamak yerindedir.” Kısaca, İbn Haldun bize şunu söylemektedir: “Umran ve medeniyetin sonu, açlık ve darlıktır.

İbn Haldun, neredeyse bugünün ‘kriz’lerini tasvir eder gibidir. Osmanlı’nın rant kapitalizmini temellendiren ‘tüketim’ci dünya görüşünün, burjuva kapitalizminin son kırk yılda Türkiye Cumhuriyeti’ne dayattığı ‘Tüketim Toplumu’ndan sonuç itibariyle ne farkı vardır? İbn Haldun, sonucun “ölüm ve açlığın artması”, Karl Marx ise “kütle halinde sefalet” olduğunu bildirirler. Değişmeyen sonuç bu da, sebep ne, peki? Sabri Ülgener’i dinleyelim: “İbn Haldun, siyasi gelişme ve olgunlaşma çağlarında istihsal (üretim) cephesinin sağlam ve ayakta kalamayacağını gösteren birçok müşahedelerini sıralıyor: Başta ‘zabt ve siyaset’ hususunun gittikçe zayıflaması; mütegallib, istismarcı (sömürücü) sınıfların istihsal kaynaklarını boydan boya soyma ve sömürmeleri; ağır vergiler; geniş ölçüde servet ve sermaye tahribi ve bütün bunların sonunda istihsalci (üretici) sınıflarda bezginlik belirtileri…” Bir kere daha yazalım: “Çarşıda kesat, şehirde fesat!” Bir ‘Tüketim Toplumu’ için, işlerin ‘kesat’ olmasından, yani, ‘mal var ama satın alan yok’tan daha büyük bir yıkım olabilir mi? Bu, işçi ya da memurdan ziyade, esnafın protesto eylemlerinde niçin öne çıktıklarını açıklamıyor mu?

Bana sorarsanız, post-kapitalist tüketim çağında, Türkiye’nin bir ‘Tüketim Toplumu’na dönüşme süreci, o çok ünlü “Eskimiş çoraplarınızı atın, atın!” çığırtkanlığı ile başlar. “Cam ambalajın atılabilir olmasını bu ‘altın çağ’ın kendisi” sayan anlayış, Jean Baudrillard’ın harikulade tespiti ile, “çöp sepeti medeniyeti”nin olmazsa olmaz koşuludur. Geceleri, sokağa bırakılmış olan çöp poşetlerini, işe yarar bir şeyler var mı, diye yoklayıp araştıran çöp toplayıcıları, ‘Tüketim Toplumu’nun sembolik aktörleridir – Baudrillard’ın ‘tüketim kahramanları’ adını verdiği büyük savurganlar ise, ‘esas oğlanlar’: Sinema, spor ve oyun yıldızları! Yine Baudrillard’ın ‘Tüketim Toplumu’ndan alıntılayarak söyleyeyim: “Tüketim Toplumu’nda ‘bolluğu psikolojik, sosyolojik, ekonomik olarak yöneten kavram, faydalılık değil, ilke olarak savurganlıktır!

Görünen o ki ‘kriz’, savurganlık anlamında ‘bolluk’un, işlerin ‘kesat’ gitmesi anlamında ‘darlık’a dönüşmesinden ibarettir. İbn Haldun’un terimleriyle söylersek Umran’ın sonunu işaretleyen darlık ya da kaht da elbette budur!

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar