EDEBİYAT 

POTKALDEKİ ADRESSİZ MEKTUP

Günün ilk ışıklarıyla Bostancı sahili aydınlanmaya başladı. Dolgu zemini döven dalgalar bir hışımla atomize hale gelerek havalanıyor, belli bir yükseklik kazandıktan sonra yer çekimine yenik düşerek kıyıları ıslatıyordu. Uzaktan bakıldığında baba-kız izlenimi veren bir çift, kapüşonlu montlarıyla sahildeydiler. Erkeğin yaşı geçkinceydi ve seyrek kırçıl saçlarını arkaya taramıştı. Elini sımsıkı kavradığı kadın, otuzlu yaşlarında oldukça ince ve narin yapılı, uzun boylu, siyah uzun düz saçlı, iri siyah gözlüydü. Son model arabalarını park ettikten sonra sabah serinliğinde el ele kıyı boyunca yürümeye başlamışlardı. Dikkatli gözler, çiftin baba-kız olamayacağını anlayabilirdi. Genç kadın, adamı siper ederek yürüyor, kıyıyı döven dalgalar sıçrayarak dağılırken ince ince adamı da ıslatıyordu. Sabahın serinliğine sıçrayan suların serinliği de eklenince adamın içinden tatlı bir ürperti geçti. Bir süre yürümüşlerdi ki genç kadın belli belirsiz bir çığlık attı.

Adama iyice sokularak sahildeki taşların üzerinde duran uçuk mavi bir potkalı işaret etti. Adam da görmüştü. Dalgalar kim bilir nereden denize fırlatılmış bu potkalı Bostancı sahillerine kadar sürüklemiş, şimdi de kıyıya bırakmıştı. Adam yanındaki genç kadına kendini kanıtlamak istercesine bir kahraman gibi kıyıdaki kayaların arasına attı kendini. Biraz daha ıslanmış olarak döndüğünde elinde uçuk mavi potkal vardı. Adam büyük bir merakla içindeki kâğıdı çıkardı. Rutin yaşamlarına tanımadıkları insanların yaşamlarını davet ediyorlardı. Bu bir mektuptu ve İngilizce yazılmıştı. Adam yalnızca başlığı çevirebildi: “Dear Ceres…

Ceres’e yazılmış demek, ‘Sevgili Ceres’ diye başlamış” dedi ve kaldı. Biraz baktıktan sonra “Ben bir şey anlamadım, sen üniversiteyi İngilizce okudun, sen oku” deyip sararmış kâğıdı genç kadına uzattı. Kadın, zaten bir ucundan okumaya başlamış olduğu mektubu aldı ve sesli bir şekilde anında çevirerek okumaya başladı.

Sevgili Ceres,

Sana özlem dolu bir mektup yazmak istiyordum. Oysa şimdi sitem dolu bir mektup yazıyorum. Geçen yılki Türkiye gezisinde biriktirdiğimiz anılar canlanıyor gözümde. Orada dinlediğimiz ve beğendiğimiz bir şarkıyı rehberimiz nasıl çevirmişti, anımsıyor musun? ‘Sana sitem ettiysem sitem sevgiden doğar.’

Bugünkü telefon görüşmesinin şokunu henüz üzerimden atamadım. Söylediklerin beynimin kıvrımlarını bir matkap gibi deliyor. Ben geçen ay yaptığımız Ulusal Doğa Müzesi ve Golden Willage Park’taki gezintimizin anılarıyla sermest bir duygu seliyle senin hayalini kurarken sen, benim mesajlarımla seni boğduğumu ima ettin. Oysa Dehydrated Plato’dan Londra’ya uzanan tehlikeli bir yoldan geliyordunuz, ben de sağ ve sağlıklı olduğunu bilmek adına endişeyle pek çok mesaj attım. Oysa bunca mesaj atmama biraz da sen sebep oldun. Çünkü siz giderken ‘Lütfen dönüp eve vardığınızda beni bilgilendir’ demiştim. Bunu derken de seni kontrol etmek, sana baskı kurmak değildi amacım. Salimen döndüğünü bilmek istemiştim.

Sizin gezi rehberi bana saat 19.30’da Londra’da oluruz demişti. Saat 23.30’a kadar bekledim ve elbette aynı saatlerde Londra yolunda yaşanan ölümlü bir kaza haberi de beni panik etti. Dönünce yazacağından o kadar emindim ki… Seni önemsiyordum ve büyük bir yanılgıyla senin de beni önemseyerek beni habersiz bırakmayacağını düşünmüştüm. Daha önceki görüşmelerimizde bu konuda birçok kez hassasiyetimi dile getirmiştim. Önceki günlerde de sana ‘Eve ne zaman geçersin? Kaçta evde olursun?’ soruları, ‘Evde olursan çevrendeki insanlardan azade uzun ve daha rahat konuşuruz’ düşüncesiyle söylenmiş sözlerdi. Yoksa demokratik bir ülkede bekâr ve bağımsız bir kadına ne ben ne başkası hesap da sorabilir, baskı da uygulayabilir. Haddim de değil, hakkım da yok buna. Hyde Park’taki saldırgana verilen cezayı anımsa, lütfen. Ancak böyle düşündürdüğüm için kendime, böyle düşündüğün için sana kızgınım.

Aklıma John Gray’ın ‘Erkekler Mars’tan, Kadınlar Venüs’ten’ kitabı geldi. Gray bu kitabını boşuna yazmamış. Erkeklerin dediğini kadınlar, kadınların dediğini erkekler aynı duygu ve düşünce çerçevesinde algılamıyorlar. Ben senin mutlu, huzurlu ve sağlıklı oluşundan mutluluk duyan, iflah olmaz bir romantiğim. Seni üzecek, kıracak hiçbir şeyde imzam olmayacağını bilmelisin. Tamamen doğuştan gelen farklarımızdan kaynaklanan bu yanlış anlaşılma için özür bekleme. Çünkü senin anladığın anlamda bir soru değildi kurduğum cümleler. Fakat ben yine de incindiğin için senden özür diliyorum. Seni üzen/üzecek her ne varsa, inciten/incitecek her ne ise onlar benden kaynaklanmasa bile özür diliyorum. Onlara engel olamadığım ya da olamayacağım için.

Bugün yaşadıklarımız dönüm noktası olacak, Sevgili Ceres. Mümkün olduğunca senin nerede olduğunu, ne yaptığını sormamaya karar verdim. Geçen yıl bu zamanlar İstanbul seyahatinde dinlediğimiz bir Türk halk şarkısını rehberimiz ‘Seni senden sormalara doyamam’ diye çevirmişti. Seni senden sormayacağım ama seni incitmemek adına. Ne zaman nerede ne yaptığını da merak etmeyeceğim. Daha doğrusu sana ilişkin her şeyi merak etsem de merak ettiğimi hissetmeyeceksin, Sevgili Ceres. Seni gölge gibi izlemeyecek, şairin dediğine benzer şekilde gölgemi gölgenden sileceğim. Zaten yarı meflûç ve otistik kızım nedeniyle yaşadığım sorunları biliyorsun, Sevgili Ceres. Sen Londra’da ben Highland’da görüşme olanağımızın kısıtlılığını tekrar edecek de değilim. Taşıdığım sorumlulukların da bilincindeyim. Taşıdığın sorumlulukların da… Ancak tüm bu olumsuzluklar bir şeye zarar vermemeli. Dostluğumuza…

Benim Highland’da, senin Londra’da olman görüşmelerimizi sınırlasa da, sosyal durumumuz nedeniyle görüşmelerimiz sınırlı olsa da bazı şeylere sınır çizilmiyor, Ceres. Beni arayıp sormasan da aramamı istemeyip ‘Araya mesafe koyalım’ desen de –ki aramızda, senin için az olsa da benim için fazlasıyla, yüzlerce kilometre var. Yaşadığım sürece seni ‘rahatsız’ etmeyeceğim, yeter ki seni unutmamı isteme, Sevgili Ceres. Üstelik dostluğunun benim için ne denli önemli olduğunu biliyorsun. Senin dostluğuna sonsuza dek talibim, Sevgili Ceres. Yüreğimin sonsuza kadar sana ait olduğunu da bilmeni isterim. Görüşebilmeyi ve derinlikli sohbetlerimizi yeniden yapmayı da çok istiyorum. Sevgilerimle, Ceres, sana nefes aldırmayan sevgimle…

İmza S. Eternity.

Mutlak bir sessizlik oldu. İkisinin de ağzını bıçak açmıyordu. Adam adressiz bu mektubu aldığı şekliyle kıvırıp şişenin içine yerleştirdi ve tıpasını kapattı. Var gücüyle denize doğru fırlattı. Ceres ve Eternity’nin meçhul dostluklarının simgesi, denize kavuşana kadar sıçrayan sular üzerinde boncuk boncuk damlalar bırakmıştı. Bir martı, fırlatılan mektubu karşılarcasına çığlık çığlığa dolanıyordu.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar