EDEBİYAT 

İNİŞ BEDELİ

Sıcaklık haviye seviyesindeydi. Sabah duş almış olduğum halde kâbuslu bir düşten uyanmışçasına sırılsıklam terliyordum. Tuzlu ter damlaları saç köklerimden enseme, oradan da daha aşağılara süzülüyor; önce fanilamı, biriktikçe de tişörtümü ıslatıyordu. Sırtımı göremesem de siyah tişörtümün arkasının beyaz tuz lekeleriyle dalgalandığına bahse girebilirdim. Sağımda solumda yakaladıkları gölgeleri kendilerine siper etmeye çalışarak koşuşturan sayısız insanın benden farkı yoktu. Yeryüzünden, insanların yüzlerinden gökyüzüne buğu yükseliyordu.

Uzun süredir işsiz olmamın verdiği iç sıkıntısı biraz hafiflemişti. İş görüşmesine çağrılmıştım. Cebimde ancak bir simit alacak param ve otobüs kartımda iki binişten üç-beş kuruş fazlası kontörüm kalmıştı. Dolmuşla belediye otobüsü arasındaki küçücük fiyat farkı bile benim için önemliydi. Görüşme saatini kaçırmamak için özellikle erken çıktım. Durağa geldiğimde benim dışımda iki kişi bekliyordu. Niyetim tek araçla gitmek, kalan kontörle de geri dönebilmekti. Murphy Yasaları işliyordu, beklenen aracın geç gelmesi kaçınılmazdı. Oysa evden çıkmadan internetten bakmış, otobüslerin saat aralıklarını öğrenmiştim ama kim uyar saat aralığına… Gecikmişti işte.

O anda aklıma bir fikir geldi. Otuz dakika içerisinde inip farklı bir güzergâha giden belediye otobüsüne binerseniz kartınızdan kontör düşmüyordu. Şehir merkezine giden çok sayıda otobüs seçeneği olan büyük meydandan aktarma yaparak görüşmeye geç kalmadan gidebilirdim. Hemen gelen ilk otobüse atladım. Bu bindiğim büyük meydandan doğuya doğru yol alacak bir otobüstü. Ben güneye, şehir merkezine gidecektim. İndikten sonra işim kolaydı.

Yedi durak sonra meydandaydık. İndim. Hemen arkadan nereye gittiğini tam kestiremediğim, tıklım tıklım dolu bir otobüs yanaştı. Kapısı açılır açılmaz atladım. Kapıda yığılı kalabalığın arasından kafamı uzatıp sürücüye “Atatürk Bulvarı’ndan geçiyor musunuz?” dedim. Henüz yanıtını alamadan sürücünün yanındaki boşluktan uzanan bir el elimde hazır beklettiğim kartı çekip aldı. Kartını okutmakta güçlük çekenlere yardım etmeyi kendine iş edinen beyaz saçlı altmış beş, yetmişlerindeki bu işgüzar adam, otobüs kartını alıp ben tutamazmışım gibi cihaza uzatmaz mı? Sürücünün “Oradan geçmiyoruz, arkadan gelene bineceksiniz” sözüyle cihazın bip sesi üst üste bindi. Bir önceki bindiğim otobüsten sonra otuz dakika geçmediği için kontör düşmedi ama ücretsiz biniş hakkımı kaybetmiştim. Şaşkınlık ve çaresizlikle “N’aaptınız” diyebildim. Adam da şaşırmıştı. Yüzünün orta yeri burasıdır diyerek okkalı bir yumruğu burnunun üstüne yerleştirmek geçti içimden. Yapamadım. Ah bu yardımsever Anadolu insanı! Yardım edeyim diye insanı öldürebilir bile.

Yapılacak bir şey yoktu. Saniyenin onda biri kadar sürede gelişen bu olayla ben kartında bir tek biniş hakkı olan ve cebindeki parası yalnızca bir simit almaya yetecek bir zavallı olarak bir an önce iş görüşmesine gitmek durumundaydım. Gerisi teferruattı. Hemen arkadaki otobüse bindim. Arkamdan binenlerden kartı olmayan bir genç kız önündeki delikanlıdan yardım istedi. Delikanlı centilmence bir tavırla hemen kartını ikinci kez okuttu ve yürüdü. Sürücünün arkasındaki koltuklardan biri boştu. Ben oturdum. Delikanlı da solumdaki boşlukta ayakta durdu. Yan gözle izliyordum. Genç kız çantasından bir yirmilik çıkarıp delikanlıya uzattı.

– Teşekkür ederim.

– Rica ederim. Önemli değil. Gerek yok.

– Olur mu? Beni bir dertten kurtardınız, lütfen, buyurun.

…diye ısrar etse de delikanlı geri adım atmadı.

– Hayır, valla gerek yok.

Ben cebimdeki üç tam, bir yarım, bir çeyrek Türk lirası ve geri dönmeme bile olanak vermeyen kırıntılar kalmış, otobüs kartımla o yirmiliğe öyle muhtaçtım ki… Delikanlının yerinde olmayı ve “Hiç bozukluğum yok” deyip onunla karnımı doyurmayı hayal ederek dışarıdaki insanların telaşlarını gözlemlemek üzere başımı camdan dışarıya çevirdim. Meydandaki otobüslerin yanındaki parkta güvercinler önlerine atılan kuşyemini gagalayıp duruyordu. Sürücü, otobüsü hareket ettirmek üzere kapıları kapattı. Gurultu sesleri geliyordu. Ses, yem gagalayan güvercinlerden mi karnımdan mı geliyordu, anlayamadım.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar