EDEBİYAT 

İNCİLTİLMİŞ YAŞAMLAR (2)

Doktor Mümtaz’ın arabası iş hanının otoparkından çıkıp caddenin köşesinden doğuya doğru direksiyon kırdı. Köşede iş hanının görevlisi Rüstem aracı görünce Mümtaz’a selam verdi. Camlardaki koyu renkli filmden dolayı aracın sürücüsü net görünmüyordu. Sürücü kornaya hafifçe dokunarak selamı aldı.

Bu karşılaşmadan yarım saat önce kadın doğum uzmanı Mümtaz, sekreterini göndermiş, muayenehanesinde telefon görüşmesi yapıyordu. Telefonun öbür ucundaki devlet hastanesi acil servis doktorlarından Nurten’di.

– Bizimkine ilk müdahaleyi sen yapmıştın. Taburcu edilmeden kaçıp sığınma evine başvurmuş. Haberin olmadı mı? Neden engel olmadın? İtibarım beş paralık olacak.

– Mümtaz, bu sefer fena yapmışsın, kadın dağılmıştı resmen, zor toparladık. Hastane polisine bir şeyler söyler diye çekindim; ama Allah var, hiçbir şey demedi. “Başım döndü, merdivenlerden yuvarlandım” dedi. Yoğun bakımdan servise çıkarmıştık. Acilde hasta azalınca kahve molası vermiştim. O arada kaşla göz arasında hastaneyi terk etmiş. Sen de iyice insafsızmışsın. Kadının durumunu görünce valla korktum, ne yalan söyleyeyim.

– Nurten, canım benim. Bir tanem. Çok özledim seni. İnan ki tahammül edemiyorum bu kadına artık. Yaptığı, söylediği her şey batıyor. Bu evliliği bitireceğim. Ondan sonra senle başka bir şehre gideriz, hayatımıza yepyeni bir sayfa açarız. Bu kadını hatırlatan her şeyden uzaklaşmak istiyorum. Senle yepyeni bir dünya kurmak istiyorum.

– Mümtaz, kafam çok karışık. Levent’le yaşadıklarımızı iki yıldır silmeye çalışıyordum. Tam kafamda onunla ilgili her şeyi bitirmiş, seninle yeni bir başlangıç yapma konusunda ikna olmuştum ki bu olaylar oldu. Kafamı allak bullak ettin. Lütfen bana biraz zaman tanı. Evet, sana olan duygularımı inkâr edecek değilim. Ben de seni seviyorum; ama ikinci bir evliliğe hazır olduğumu sanmıyorum. Bütün bunlardan sonra düzenimi bozup yeni bir başlangıç yapmak için erken. Hatta bir süre görüşmeyerek kendimize zaman tanıyalım. Semiha kendine gelsin, aranızdaki ilişkinin resmi boyutları netleşsin. Ben de kafamdaki soruların yanıtını bulayım istiyorum. Belki bunlardan sonra…

– Ben sensiz yapamam, Nurten. Seni görmeden yapamam. Senden uzak durmamı isteme benden. Şimdi muayenehaneden çıkacağım. Yarım saate oradayım, yüz yüze konuşalım.

– Semiha’nın iki kaburgası çatlamış ve çatlak kaburgalarına karşın hastaneyi terk etmiş. Tüm bu gelişmelerden sonra hiçbir şey olmamış gibi davranmamı bekleme. Lütfen üstüme gelme… Ben seni ararım.

* * *

Hoşça kal” bile dememişti. Telefonu elinde öylece kalakalan Mümtaz’ın yüzü kederle gölgelendi. Bugüne dek böylesine kederlenmemişti. Nurten, yaşamını anlamlandıran, hayata tutunmasını sağlayan yegâne şeydi. Ondan uzak kalma fikriyse çıldırtıyordu. Hızlıca masasını toparlayıp Nurten’e koşmalıydı. Aceleyle muayenehaneyi terk etti. Asansörle bodrumdaki otoparka indi. Aracının olduğu yöne giderken otoparkın girişine odaklanan güvenlik kamerasının kablolarının salkım saçak halini gördü, dikkate almadı.

Arabasına yaklaşmıştı ki ayak sesleri duyduğunu sandı. Arkasına döndü. Kimse yoktu. Hareketsiz bir süre bekledikten sonra yürümeye devam etti. Yeniden bir ses duydu. Aniden döndü. Bir gölge sütunun arkasında kayboldu gibi geldi. Emin olamadı. Durdu. Biraz bekledi. Herhangi bir hareket yoktu. Sessizliğin içinde bir süre hareketsiz bekledi, ses almaya çalıştı. “Psikolojim bozuldu sanırım” diye düşündü. Derin bir sessizlik vardı. Sütunlardan birinin arkasından bir fare arkasından iş hanının kedisi Mestan fırlayınca irkilmekle birlikte rahatladı. Derin bir nefes aldı. İçinden “Rüstem Efendi binayı ilaçlamadı demek” diye geçirdi. Arabaya doğru yürümeye devam etti. Ancak izlenme duygusundan kurtulamıyordu. Ayak sesleri kendi adımlarıyla senkronize hareket ediyor, yürüyünce yürüyor, durunca duruyordu.

Bir an önce otoparkı terk etmek için hızlandı. Bagajı açıp bilgisayar çantasını bagaja koydu. Bagaj kapağını kapatmak üzere elini kaldırdığı anda büyük bir çatırtı koptu. Gözünde şimşekler çaktı, yıldızlar uçuştu. Derin bir boşluk duygusuyla gözü karardı. Sendeledi. Düşeyazdı. Direndi. Dönüp arkasına bakmak için hamle yaptı; ama ikinci bir çatırtıyla ensesinden aşağıya doğru ılık ılık kan akmaya başladı. Gözleri ışığı seçemez oldu, bagajdaki bilgisayar çantasının üzerine düştü. Eldivenli iki çift el, Doktor Mümtaz’ı bagaja sokuverdi. Kapağı kapattı. Eldivenli eller, bagaj kapağına bulaşan kanı temizleyerek zemine damlamasına izin vermedi. Her şey o denli hızlı gerçekleşmişti ki Mestan, henüz işini bitirmemişti.

* * *

Şehrin doğusundaki ormanlık alanda köpeklerin bulduğu Mümtaz’ın cesedi soğumuştu çoktan. Ceset başında Cinayet Masası ekipleri, adli tabip ve savcı vakaya ilişkin kanıtları topluyor, durum değerlendirmesi yapıyorlardı. Bu kez saygın bir doktorun öldürülmüş olması ekiptekilerin canını iyiden iyiye sıkmıştı. Önceki vakalarda maktuller ipsiz sapsız suç makinesi tiplerken, bu sefer kentin ileri gelenlerinden, saygın bir jinekolog öldürülüyordu.

Kentin resmi-sivil ileri gelenleri ayağa kalktı. Ne var ki sessiz yığın içerisinden bir grup kadın –ki bunların çoğu Mümtaz’ın evinde veya muayenehanesinde hizmetinde bulunan yoksul, genç ve güzel kadınlardı– adalet yerini buldu duygusuyla içten içe sevinç ve mutluluk içindeydiler.

Yaşanan son vakadan sonra Cinayet Büro çalışanları üzerindeki baskının iyice artmış olmasını tahmin etmek için müneccim olmak gerekmezdi. Bu kez işleri daha zordu. Ekipler hemen çalışmalara başladılar. Soruşturma genişleyince jinekolog Mümtaz’ın sütten çıkmış ak kaşık olmadığı ortaya çıktı. Altı ayda bir değiştirdiği, yanında çalışan kızlara tecavüz ediyor ve bu esnada kızlara şiddet uyguluyordu. Mümtaz; ince ruhlu, masum ve çaresiz kızları taciz eden, şiddet uygulayan sadist ruhlu bir zavallıydı. Kızların neredeyse tamamının bir kürtaj öyküsü vardı. Tehditle şantajla kızları sindirmiş, ellerine tutuşturduğu bir miktar parayla kullanılmış kâğıt mendil gibi bırakmıştı onları.

Semiha, yaşadıklarını hiç kimseyle paylaşmadığı için dışarıdan bakıldığında mutlu bir evlilik görüntüsü veriyorlardı. Herkesin gıpta ettiği bir aileydi – sözüm ona. Oysa evliliklerinin ilk ayından sonra yüzü hiç gülmedi. “Kan kusup kızılcık şerbeti içtim” dedi. Sonuç ortadaydı.

* * *

Komiser Yardımcısı Mehmet Ali’nin ekibi, daha doğrusu Mehmet Ali en ilginç ipucunu elde etti. Mümtaz, aracına gizli kamera yerleştirmişti. Kamerayı fark edip kayıtlarına ulaşan Mehmet Ali, gözlerine inanamadı. Ekibindeki iki eleman, soruşturmada başka şeylerle ilgilendiklerinden onlar kayıttan habersizdi. Suçlular ilk kez maktule ait aracı cesedi yok etmede kullanarak hayatlarının hatasını yapmışlardı. Çekirge bir sıçramış, iki-üç-dört-beş kez sıçramış, bu kez sıçrayamamış ve kapana yakalanmıştı. Otopark kamerasını devre dışı bırakmayı akıl etmiş, araçta gizli bir kamera olabileceği akıllarına gelmemişti.

Komiser Yardımcısı Mehmet Ali, yarım saat sonra evinin bulunduğu Güzelyalı Sitesi’nin bahçesindeydi. Dört kafadar kadından oluşan spor ekibi de Sedat Hoca’nın antrenmanından çıkmış, her zamanki gibi kameriyede soluklanıyorlardı. Güzel demlenmiş çayın keyfi sohbette yakaladıkları keyfe eşlik ediyordu. Çevredeki çiçekler yapraklarının arasından güneşin solmaya başlayan ışınlarını süzerek çimlere yansıtıyor, güllerin iç gıcıklayıcı kokusu yasemin kokusuna, hanımeli kokusuna karışıyordu. Kuşlar son gevezeliklerini yapıp yuvalarına dönüşe geçmişlerdi. Esma, Mehmet Ali’yi fark etti:

– Mehmet Ali Bey, çayımız yeni demlendi. Buyurun gelin, bir çayımızı için.

– Ben de size geliyordum, altın kızlar…

Bu sözle birlikte bir sessizlik oldu. Birbirlerine baktılar, anlam veremediler. Mehmet Ali, elindeki dizüstü bilgisayarı kameriyenin oturaklarına koyup açtı. Cebinden çıkardığı flaş belleği taktı. Merakla olup biteni anlamaya çalışıyorlardı. Ekranda görüntüler belirince buz gibi bir hava esti. Altın kızların gözleri buğulandı. Yaşamlarının bundan sonrasını kodeste geçireceklerdi. Belki de ölene kadar demir parmaklıklar ardında gökyüzünü bile göremeden ömürlerini tüketeceklerdi.

Birbirlerine sarılıp vedalaşmaya başlamışlardı ki bir çatırtıyla kendilerine geldiler. Mehmet Ali’nin ayağının altında parça parça olan flaş bellekten geliyordu ses. Ağızları açık kaldı. Kendilerini ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle yargılatacak kanıt tuzla buz olmuştu. Her birinin beyninde yüzlerce soru endişeyle dolaşıyor, bir yanıt bulamıyorlardı.

Mehmet Ali kayıtsızca bilgisayarını toparlayıp:

– Ne ben sizi gördüm, ne de siz beni gördünüz. Ancak bundan sonra gözüm üzerinizde. Herkes kendi adaletini sağlamaya kalkarsa ne olur sonu? Bu parçaladığım flaş bellekteki görüntülerin kopyasıydı. Bu işleri burada noktalamazsanız hücrede alırsınız soluğu. Hoşça kalın, altın kızlar.

* * *

Sitenin otoparkına yöneldi. Kadınların ağzını bıçak açmıyordu. Şaşkın bakışlar arasında arabasına bindi, hızla uzaklaştı. On beş dakika sonra mezarlıkta bir kabrin başındaydı. Toprağını okşadığı, birkaç damla gözyaşıyla suladığı kabir beş yıl önce eşinden gördüğü şiddet nedeniyle felç geçirip iki yıl yatalak olduktan sonra akciğer embolisi sebebiyle yaşamını kaybeden kız kardeşi Kadriye’ye aitti. Yanındaki küçücük tümsek de aldığı darbelerin etkisiyle karnında kaybettiği biricik isimsiz bebeğine aitti. Eniştesiyle aynı köydendiler, Mehmet Ali bir şekilde onun haberlerini alıyordu. Olaydan sonra kısa bir süre yatıp çıkmıştı, hatta gelecek hafta bir köylüsüyle evlenecekti. Böyle mi olmalıydı?

Yüreğindeki kardeş sevgisi ve özlemi ile suçluların kısa yoldan cezalandırılmış olmasının huzuru, görevini yapmamış olmanın endişesini bastırıyordu. Biraz önce kız kardeşinin mezarını ıslattığı gözyaşları yüzünde kurumuştu.

Bir ıslık tutturdu:

İki kapılı bir handa/ gidiyorum gündüz gece…

–BİTTİ–

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar