EDEBİYAT 

İMZA GÜNÜ

Ufukları tarayan menekşe rengi bakışlarıyla ayakta duruyordu. Penceresinin önündeki manzarada bir vincin, kara bulutları sürüyerek kentin üzerinde dolaştırdığı, otsu bitkilerin rüzgârla yatıp rüzgârla kalktığı, dağların yer yer beyaza bürünmüş erguvani tepelerinde buzullaşmış kar kütlelerinin üzerindeki ışık oyunlarının yarattığı renk cümbüşüyle belleğinin derinliklerinde içini acıtan anılar canlanıyordu. Beyninin kıvrımlarında sakladığı bir anı geldi, gözbebeklerine oturdu.

Boş masaların doldurduğu salonda, ortada duran masaya yorgun bedeniyle yığılırcasına oturmuştu. Sıkmaktan parmak izlerinin silineyazdığı, ucuz bir tükenmez kalemi parmaklarının arasında tutuyordu. Etkinliği düzenleyen Avukat İsmail’in son anda çıkan acil bir iş nedeniyle salonda olmayışı yeterince canını sıkmıştı. Her turda masasına tek şekerli açık bir çay bırakan garsonun mimiklerinden durumuna çok üzüldüğü anlaşılıyordu. İki saattir oturuyordu. Kitap imzalatmaya, topu topu üç üniversite öğrencisi gelmişti. Onların gelişiyle canlanır gibi olmuş, yüzüne renk gelmişti. Söyleşi yapmak, yazma serüveninden, yazarlığından, edebiyat anlayışından söz etmek istemişse de gençler kitapları imzalattıktan sonra şakalaşarak güle oynaya uzaklaşıp gittiler. Belli ki onu ve yapıtlarını tanımıyorlardı. Özentili bir hevesle imzalatmışlardı kitapları.

Salonda uzak masalarda oturan birkaç kişiye fark ettirmeden cüzdanına göz attı. Yalnızca seksen beş lirası vardı. Ayrı bir gözde de nüfus cüzdanı ve Avukat İsmail’in kente geldiğinde eline tutuşturduğu –içinde on altı lira elli kuruş kaldığını salona gelirken otobüsün içindeki elektrokumbaranın ekranında gördüğü– kentkart. Avukat İsmail, işi uzarsa salona gelmeyeceğini peşinen bildirmişti. Kararlaştırdıkları ve duyuru yaptıkları etkinlik süresi dolmuştu. Duvar saatine arkasını dönmüş, birkaç kitap daha satabilir miyim umuduyla oyalanıyordu. Kafenin önünden geçen herkes onun için umudunu tazeleyen bir kurtarıcıydı. Ancak beklenen okur bir türlü içeri girmiyordu. Garsonun başucunda ne kadar zamandır dikildiğini fark etmemişti. Durumun vahametini kavrayan garson, masadaki kitabı eline almış, sayfalar arasında geziniyordu. Kitabı burnuna doğru uzattı.

– Bu kitabı kızım için imzalar mısınız?

Gözleri ışıl ışıl oldu. Heyecanlandı. Bir tükürük, boğazında büyüdü. Zorla yutkundu.

– Kaç yaşında? Kaçıncı sınıfta okuyor? Adı ne?

– Zarife. On beş yaşında, dokuzuncu sınıfa gidiyor?

Sıkmaktan parmak uçlarına oturan kalemiyle kaligrafi tekniğiyle özenerek “05/04/2015, Sevgili Zarife, keyifle okuman dileğiyle…” yazdı. Yazı, garsonun çok hoşuna gitti. Bir sanat eseri, bir mücevher tutuyor gibi özenle kitabı aldı. On beş lirayı masaya koydu. Garson uzaklaşmadan paraya dokunamadı. İçi pır pır ederek parayı cüzdana yerleştirdi. İnsanların içeri gireceği anı kaçırmamak için çerçeveden gelip geçenleri yeniden izlemeye koyuldu. Bir süre boşuna bakındı. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Umudunu yitirdi. Kalktı. Kitapları topladı. Yerleştirdi. Garson yanına gelmişti. Elini cebine attı. Garson hamle yaparak, “Çaylar ikramımızdır. Afiyet olsun. Yine bekleriz.” dedi.

Mahzunlaştı. İtiraz etmeyi düşündüyse de vazgeçti. Yüzüne bir tebessüm yayıldı.

– Teşekkür ederim, elinize sağlık. Çaylar çok güzeldi.

Yükünü sırtlandı. Kapıdan çıktı. Ani bir hareketle yeniden içeri girdi. Camdaki afişi söküp günün anısına saklamak üzere rulo yaptı. Ezilmemesine dikkat ederek kitapların arasına sıkıştırdı ve yeniden dışarı çıktı. Hava serindi. Durağa yürüdü.

* * *

Kapı çalındı. Menekşe bakışlarını eflatun dağlardan zorla ayırarak kapıya çevirdi.

– Kapı açık. Gir!

– Kahve yaptım.

– Sehpaya koyar mısın? Ben lavaboya geçip geleceğim.

– Ne oldu, çok düşünceli görünüyorsun? Bir sorun yoktur umarım.

– Yok, yok… İyiyim.

İçini acıtan anılar başka galaksilere ait gezegenler kadar uzakta kalmıştı. Yaşam çok tuhaftı. Aradan geçen altı yılda aslında değişen tek şey yaşamını paylaştığı kadındı. O gün otobüs durağına giderken tanıştığı Matilda özel yaşamında adeta bir devrime neden olmuştu. Matilda onu sevmiş, o da Matilda’ya büyük bir minnet ve hayranlık duymuştu. Sihirli bir değnek değmiş gibi yaşamına etkileyen Matilda, onun hem sosyal çevresini değiştirmiş hem de yazma serüvenine büyük katkılar sunmuştu. Şimdi Avrupa’nın bu küçük kentinin ışıltılı dünyasında yabancı dile çevrilen son kitabının tanıtım ve imza günü yapılacaktı. Yarın Hotel Astra’nın kongre salonunda yapılacak olan imzaya Türk büyükelçisi de davetliydi.

Yeniden dışarıdaki manzarayı izlemek üzere pencere önüne geldi. Kahvesinden iri bir yudum aldı. Hâlâ çok sıcaktı. Hafiften üst dudağı yandı. O anda camda yansıyan yüzünü gördü. “Genç bir yüz” diye düşündü. Yaşadığı yıllar nüfus cüzdanını yıpratırken kendi bedeninde olumlu değişiklikler yaratmıştı. Büyükelçinin konuşmasından önce kendisi bir konuşma yapacaktı. Kısa, içten ve etkileyici bir metin hazırlayıp prova edilmeliydi. Eline kâğıt kalem almadan doğaçlama yaparak konuşmaya başladı:

– Saygıdeğer büyükelçim, değerli katılımcılar…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar