FELSEFE 

ZAMANIN DOĞASI VE SONSUZLUK

Zaman bizim açımızdan bir sorundur; sarsıcı ve talepkâr bir sorun. Belki de metafiziğin en can alıcı sorunu” diye yazıyor Borges, ‘Sonsuzluğun Tarihi’ adlı eserinde: “Sonsuzluksa bir oyun ya da yıpranmış bir umut.

Zamanın en başarılı illüzyonu, bize yönünü tayin etmeye mecbur kılındığımızı unutturmaktır; işte, zamana ait karanlık bir nokta! En bariz karşı çıkmalar kulaklarımda çınlıyor ve son derece haklılar; geçmiş, bugün ve gelecek şeklinde sırasıyla ilerlemektedir zaman. Yaşanmış olan, yaşanmakta olana doğru akar ve elle tutulamaz anın içinde buluruz kendimizi; bizi yarın da bekleyen, yaşanacak olandır. Bu kovalamaca bilinç uykudayken dahi sürer gider, her bugün elbet dün olacak ve beklenen yarın henüz yaşanırken bir anıya dönüşecek. Doğar doğmaz bu genel kanının içinde buluruz kendimizi ve yüzlerce konu bizi beklerken saatlere dönüşecek dakikalara, aylara ve süregiden yıllara muhalefet etmek belki aklımıza gelmez, belki de işimize. Ama genel kanıyla örtüşmeyen zaman kavrayışları da mevcuttur. Mesela, “Gececil saatlerin nehri akar, sonsuz sabah olan kaynağından” diye yazıyor Miguel de Unamuno. [1] Zamanın skolastik kavranışı; döngünün potansiyel olandan mevcut olana doğru ilerlediğini savunan anlayış, bu fikrin yakın akrabasıdır. Bu düşünceye göre alışılmışın dışında geçmiş geleceğe doğru akmaz. Sonsuz nesnelerin arasından yaşanacak ya da yaşanmayacak bütün potansiyeller insanın şu anda sahip olduğu tek mevcuda doğru ilerler.

Genel kanı ve skolastik anlayış için Borges, “İkisi de eşit oranda muhtemel, bir o kadar da kanıtlanamazdır” diyor. Bradley, bu düşünceye en az Borges kadar katılıyor olacak ki iki önermeyi de reddeder ve kişisel bir önerme geliştirir; önermesinde umudumuzun yegâne kaynağı olan geleceği ve kim olduğumuzu anlamak için sıklıkla başvurduğumuz geçmişi sahnenin dışında bırakır. Ona göre yalnızca ideal yapılandırma vardır ve bu yapılandırmanın tek mimarı şu andır. Geçmiş, yalnızca bugün tarafından inşa edilebilir, bu nedenle hiçbir zaman gerçekten tecrübe edilemeyecektir. Aynı durum gelecek için de geçerlidir, kurguladığım veya beklediğim gelecek her an değişir; çünkü bugündeki ben her an değişirim. “Geçmiş ve gelecek değişir ve şimdiki değişikliklere göre değişmelidir. Gözleri açık olan herhangi biri için bu değişim sadece bir teori değil, basit bir gerçektir. Ancak ideal olmasa da geçmiş ve gelecek de gerçektir; çünkü aksi takdirde yargı veya bilgi için hiçbir şey olamazlar. Onlar gerçektir; ama esasen eksik kalmalıdırlar.” [2]

Bradley, geçmişi ve geleceği kabul etmezken Hindistan’ın felsefe ekollerinden biri de elle tutulamaz olarak gördükleri için şimdiki zamanı inkâr eder. “Portakal ya daldan düşmek üzeredir ya yerdedir” der ve ekler: “Kimse onun düştüğünü görmez.” [3] Bu düşünceye göre varlığı fark edilemeyen şimdiki zaman yoktur ve hiçbir zaman da olmamıştır.

Zamanın karanlık noktaları, yalnızca yönünü tayin etmek ve içerdiği dilimlerin gerçekliğine karar vermek ile sona ermiyor. Bir diğeri ve belki de en büyüğü her insanın bireysel zamanını matematikçilerin genel zamanı ile eşzamanlı kılmaktır. Borges bu konu hakkında, “Madem zaman zihinsel bir süreç, bunu binlerce insan, hatta bırakalım binlerce insanı, iki farklı insan bile nasıl olup da onu paylaşabilir?” diyor. Herkesin bireysel zamanını muhafaza ettiği bir toplumsal yapıyı hayal etmek son derece güç; ama aklıma şu sorunun gelmesine mani olamıyorum: Acaba vakit geçirmekten en çok hoşlandığımız insanlar, bireysel zamanlarımız benzer akanlar mıdır?

Borges’in bir sorun olarak adlandırdığı zamanı bırakıp bir oyun ya da umut olarak kalabilmiş sonsuzluğu ele alalım, şöyle diyor yazar: “İnsanlığın tasarladığı sonsuzlukların hiçbiri geçmişin, bugünün ve geleceğin birbirlerine mekanik olarak eklenmesinden ibaret değildir. Sonsuzluk, daha sade ve büyülü bir şeydir; bahsi geçen üç zamanın da eşzamanlı olmasıdır.

Platon’un ‘Timaeus’ adlı eserinde zamanın, sonsuzluğun hareketli bir imgesi olduğunu okuruz. Plotinus, ‘Enneadlar’ (Dokuzlar) adlı eserinin beşinci kitabında ise şöyle söyler: “Ruhun nesneleri birbirinin ardından gelirler, kâh Sokrates kâh bir at, bir şey yalıtılmış olarak kavrandığında diğer binlercesi kaybolur; ancak ilahi zekâ tüm şeyleri aynı anda kucaklar. Geçmiş, bugünün içindedir, aynı zamanda gelecek de öyle. Her şeyin, var olan koşullardan mesut, inatla durduğu bu dünyada akıp giden hiçbir şey yoktur.

Bu yorumdan sonsuzluğun semavi dinler öncesinde de tanrılarla ilişkilendirildiğini çıkarabiliriz sanıyorum. Schopenhauer’in de akıp giden hiçbir şey olmadığı anlamını taşıyan benzer bir yorumu vardır: “Benim doğumumdan önce sonsuz bir zaman dilimi aktı. Tüm bu süre boyunca ben neydim? Metafizik bağlamda belki cevap verebilirdim buna, ‘Daima bendim’, yani bu zaman boyunca ‘ben’ diyen herkes benden başkası değildi.” [4]

Öte yandan bugünün dünyasında hâkim olan dinler sonsuzluğu tanrıya atfedilen bir özellik olarak ele alırlar. Milattan sonra 2’nci yüzyılda yaşamış, öldüğünde şehitliğe yükseldiği buyrulmuş Piskopos Irenaeus, teslis inancına (Kutsal Üçleme) baba tarafından vücuda getirilen oğul ve her ikisi tarafından düzenlenen Kutsal Ruh’un zaman içerisinde olmadığına, aynı anda hem geçmişi hem bugünü hem de geleceği tükettiği açıklamasını getirerek sonsuzluğa vaazlarında yer verir. İslam inancında ise bu olgu Miraç döngüsünde karşımıza çıkar: Sırtında peygamberi taşıyarak gökyüzüne yükselirken Alburak toynağı ile bir sürahiyi devirir, geri döndüklerinde peygamber sürahiyi yerden kaldırır ve tek damla su dökülmemiştir.

Son olarak içerisinde tanrı ya da başka bir müşterek sahip olmayan Borges’in sonsuzluk teorisini paylaşmak istiyorum. Kendi şehri Barracas’ta gitme alışkanlığı olmayan bir sokağa giren ve orada çamurlu yolun kenarında alçak bir duvar ile karşılaşan Borges o an hissettiği sonsuzluk algısını şöyle anlatıyor: “Birbiriyle uyumlu olguların temsili hali -sakin bir gece, ışıldayan alçak duvar, taşraya has hanımeli kokusu, ilkel çamur- o köşe başında yıllar önce var olan şeye yalnızca özdeş olmakla kalmıyordu, aynı zamanda basit bir benzeri ya da tekrarı da değil, tıpatıp aynısıydı. Biz bu özdeşliğin ayırdına vardığımızda zaman bir yanılsama olup çıkar; herhangi bir anın dünden ve bugünden ayrılmazlığı ve farksızlığı onu atomlarına dek parçalamaya yeter.” [5]

Yanılsama, zihinsel bir süreç, sorun, matematikçilerin tayini; bunlar yukarıda zaman hakkında duyduklarımız. Oyun, yıpranmış bir umut, tanrıya ait olan, özdeşlik; bunlar ise sonsuzluk hakkında. Siz ne dersiniz? Zaman içinde yer aldığımız evreni kaplayan sınırları sonsuzluk tarafından belirlenmiş bir mecburiyet mi, yoksa rakamların ardışıklığı mı? Peki, ya sonsuzluk tıpatıp aynı kalan bir duvarda mı saklı; yoksa yalnızca tanrıya ait olan mı? Keyifli düşünmeler dilerim.

KAYNAKÇA:

  • [1] Jorge Luis Borges, A History of Eternity, 1936
  • [2] Leemon B. McHenry, Whitehead and Bradley: A Comparative Analysis, 1992
  • [3] Jorge Luis Borges, A History of Eternity, 1936
  • [4] Arthur Schopenhauer, The World as Will and Representation, 1819
Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar