YAZ DİYE BİR ŞEY VARDI: IŞIK, RÜYA VE BİR TUTAM HÜZÜN

Kumda yürürken iz bırakan ayaklar, güneşin alnımıza dokunduğu o ilk sabahlar, içi serin karpuz dilimleri, suda yankılanan çocuk çığlıkları, balkonlarda unutulmuş sandalyeler, akşamüstü gölgeleriyle sessizce uzayan saatler… Yaz, takvimden çok daha fazlasıydı. Bir his, bir anı, bir bekleyiş…
HERKESİN YAZI BİR BAŞKA
Kimi için denize açılan bir yolculuktu yaz; kimi için köye dönmek, toprakla yeniden konuşmaktı. Kimi bir kitap sayfasında bulurdu kendini, kimi bir kasabanın çay bahçesinde. Ve kimileri de, sadece gökyüzüne bakıp içini serinletmeye çalışırdı; hiçbir yere gidemeden, gitmek isteyerek.
Hazirandan başlayan o sihirli yolculuk, temmuzla derinleşir, ağustosla soluklanır, eylülle vedaya hazırlanır. Ama tam da ortasında sayılırız şimdi. Geceler yıldız yüklü, sabahlar kuş sesli. Şehirler kalabalıktan boşalmış, kasabalar anılardan taşmış…
ANILAR DA TERLER YAZ SICAĞINDA
Yaz, aynı zamanda “anı”nın da mevsimidir. Geçmiş yazları, ilk aşklarımızı, babaannelerimizin limonatalarını, dedelerimizin gölgelik sohbetlerini hatırlarız. Bir meltem eser ve biz ansızın o sokağa döneriz, o çocuğa, o bisiklete, o yazlığa…
Yaz yalnızca geçmişe değil, geleceğe de bakar. Yeni tanışmalar, yeniden başlamalar, uzaklara yazılmış kartpostallar, aramaya cesaret ettiğimiz duygular… Belki bu yıl o roman yazılacak. Belki o telefon çalacak. Belki o yola çıkılacak.
VE HER ŞEY GİBİ YAZ DA GEÇER
Bir sabah birden serinler hava. Sardunyalar sarkar. Tatil dönüşü bavullarda kum taneleri kalır. Fotoğraflar çekilir, sonra zaman onları sarartır. Ama hissi hep kalır. Ve o his, öyle güçlüdür ki yazın kendisi bile kıskanır.
İşte bu yüzden, şimdi, tam da şimdi, yazı yaşamalı. Gölgeyi de, ışığı da, suskunluğu da, kalabalığı da… Çünkü yaz, yalnızca bir mevsim değil; bir ömürlük hatıradır.