WALKMAN’DE BİR ŞARKI: TÜRKİYE’DE 90’LAR MÜZİĞİ

90’lar Türkiye’si; kasetlerin sarardığı, antenle yakalanan müzik kanallarında hayatın yavaşça aktığı bir zaman dilimiydi. Bir yönüyle politik kargaşanın, ekonomik belirsizliğin, başka bir yönüyle ise gençliğin, aşkın, sokağın sesiyle örülmüştü. İşte, bu yüzden, 90’lar müziği sadece kulakta değil, kalpte de yer etti. Çünkü o yıllarda şarkılar, dinleyicisiyle arasına mesafe koymazdı; oturma odalarında, yolculuklarda, ayrılık gecelerinde bir arkadaş gibi konuşurdu.
KASETÇALARIN KALBİNDE BİR DÖNEM
1990’lar Türkiye’sinde müzik, teknolojinin değil, duygunun öncülüğünde büyüdü. Müzik dinlemek bir ritüeldi: Kaset başa sarılırdı, şarkı sözleri kitapçıklardan ezberlenirdi, bazı şarkılar hatıralar kadar net olurdu.
O dönemin sokakları, köşe başı müzik dükkânlarından taşan arabesk tınılarla doluydu. Mahalle aralarında Serdar Ortaç’ın “Karabiberim”i yankılanırdı, bir evden Tarkan’ın “Kış Güneşi” melodisi yükselirdi. Popun yükselişiyle birlikte sahneler birer yıldız doğurdu: Levent Yüksel, Sertab Erener, Sezen Aksu, Yonca Evcimik, Mustafa Sandal… Her biri, genç bir ülkenin duygusal haritasını çıkardı.

MÜZİĞİN DUYGUSAL COĞRAFYASI
90’lar müziği duygulara tercümandı. Şarkılar aşkın sadece neşesini değil, hüzün ve tereddütlerini de sahiplendi. Harun Kolçak’ın “Beni Affet”i bir iç döküşe dönüşürken Candan Erçetin’in “Yalan”ı, kadınların suskun kalmadığı bir iç isyana dönüştü.
Arabesk müzik; Orhan Gencebay ve Müslüm Gürses’in ardından İbrahim Tatlıses’le yeniden sokaklara döndü. Fantezi müzik, duyguların en çıplak haliyle dile geldiği bir tür olarak yaşamayı sürdürdü.
TELEVİZYONLAR, ŞARKILAR, MAGAZİN: BİR KÜLTÜREL GÖSTERİ
90’lar müziği, televizyonla da büyüdü. “Geceye Selam”, “Renkli Dünyalar”, “Laf Lafı Açıyor” gibi programlarda sanatçılar sadece şarkılarını değil, duygularını da paylaştı. O yılların klipleri, düşük bütçeleriyle dahi duygusal anlatımı merkeze alırdı.
Ayrıca ilk defa müzik, magazinle bu kadar iç içe geçti. Tarkan’ın dansları, İzel-Çelik-Ercan’ın dağılması, Sezen Aksu’nun her şarkısında bir hikâye gizlemesi… Tüm bunlar, müziği sadece dinlenir değil, yaşanır bir kültür haline getirdi.

ALT KÜLTÜRLERİN SESSİZ YÜKSELİŞİ
Her ne kadar pop ve arabesk ön planda olsa da, 90’lar aynı zamanda rock ve alternatif müziğin de filizlendiği yıllardı. Teoman gibi sanatçılar, Mor ve Ötesi, Athena gibi gruplar, kentli gençliğin çelişkilerini, yalnızlığını ve başkaldırısını dile getirdi. Bulutsuzluk Özlemi ve Ezginin Günlüğü gibi gruplar ise sözlerinde edebiyatın, hüznün ve aynı zamanda muhalefetin izini taşıdı.

KAPANAN RADYOLAR, AÇIK KALPLERİYLE DJ’LER
Ve elbette radyolar… “Radyo D”de gece yarıları çalan bir şarkı, “Kral FM”deki bir istek hattı, insanın en gizli duygularına dokunurdu. Radyolar bir anlamda mektupların, bekleyişlerin, ayrılıkların tanığıydı. DJ’ler, bir yandan şarkı çalar bir yandan insanların iç sesini duyururdu.
NOSTALJİNİN ÖTESİNDE: BİR RUH HALİ OLARAK 90’LAR
Bugün hâlâ 90’lar şarkılarının bu kadar dinleniyor olması, sadece nostaljiyle açıklanamaz. Bu şarkılar, zamanın yavaş aktığı, duyguların daha çıplak yaşandığı bir dönemin aynasıdır. Her bir nota, bir gençliğin hayalini, bir aşkın kederini, bir milletin suskunluğunu taşır.
VE SON SÖZ: WALKMAN’İN KAPAĞINI KAPARKEN…
Türkiye’de 90’lar müziği, bir çağın sesi olmanın ötesinde, kalplerin günlüklerinden kopup gelen cümlelerdi. Bugün bir sahil yolunda, bir gece otobüsünde, bir yazlık kasetçide çalan o eski şarkılar hâlâ bizimle konuşuyor, “Sen de özledin mi?” diye fısıldıyor usulca.