HABER KÜLTÜR-SANAT 

O FİLM GECELERİ ÇOKTAN BİTTİ Mİ?

Bugün 40’lı yaşlarına gelenler televizyon ekranlarının tek ses olduğu dönemlerde büyüdü. O yıllarda dijital platformlar, sınırsız içerikler, sabit saatler dışında yayınlanan filmler yoktu. Film izlemek için bir akşamı beklemek gerekirdi. Özellikle de pazar gecelerini… Çünkü ‘Parliament Gece Sineması’ tam da o saatlerde başlardı.

Saatler 22.30’u gösterdiğinde başlayan jenerik, bir kuşağın yüreğinde hâlâ aynı duyguyu uyandırır: Sessizlik. Dışarıda gece, evin içinde sarı ışıklı bir huzur ve ekranda az sonra başlayacak olan bir sinema filmi… Parliament Gece Sineması, televizyonun zarif olduğu, ekranların aileye ait olduğu zamanlardan kalma bir güzellikti.

EVLERİN İÇİNDE AÇILAN SİNEMA PERDESİ

Sinema, o zamanlar yalnızca salonlarda değil, evin salonunda da yaşanıyordu. Parliament kuşağında yayınlanan filmler; Sylvester Stallone, Julia Roberts, Mel Gibson, Kevin Costner, Sharon Stone, Tom Hanks, Robin Williams, Brad Pitt, Michelle Pfeiffer, Susan Sarandon, Anthony Hopkins, Jodie Foster, Robert Redford ve elbette ki Al Pacino, Robert De Niro gibi yıldızları evimize konuk ederdi.

Ve bu filmler öyle rastgele seçilmiş yapımlar da değildi. Gerçekten büyük prodüksiyonlar, kalplerde iz bırakan hikâyelerdi. Kimimiz için sinemayla ilk tanışma, kimimiz için gerçek duygularla ilk yüzleşmeydi.

– Al Pacino –
– Robert De Niro –

Hatırlayanlar olacaktır:

Cesur Yürek’ (Braveheart), özgürlük için savaşmanın ne demek olduğunu ilk kez gösterdi bize.

Hayat Güzeldir’ (La Vita è Bella), dramın ortasında kahkahayı nasıl taşıyacağımızı öğretti.

Hayalet’ (Ghost) ile aşkın sınır tanımazlığına tanık olduk.

Kadın Kokusu’ (Scent of a Woman), kör bir adamın iç görüsüyle gözlerimizi yaşarttı.

Er Ryan’ı Kurtarmak’ (Saving Private Ryan), savaşın göbeğinde insan olmanın ne olduğunu gösterdi.

JFK’, yakın tarihe sinema penceresinden yeniden baktırdı.

Zor Ölüm’ (Die Hard) serisiyle aksiyonun nabzını ilk defa evde tuttuk.

Parliament Gece Sineması, yalnızca bir yayın değil, bir sinema okulu gibiydi.

– Hayalet –

‘BİZİMKİLER’DEN SONRA PARLİAMENT’LA GECENİN DERİNLİĞİ

90’lar Türkiye’sinde bir pazar gecesi ritüeli vardı: Bizimkiler dizisiyle başlayan akşam, Parliament Gece Sineması’yla kapanırdı. Dizinin jeneriğiyle ev halkı toplanır, karakterler tartışılır, ardından sessizce televizyon karşısında kalınırdı. Parliament başlıyorsa gece henüz bitmemiş demekti.

O kuşak, hem gülmeyi hem de sabretmeyi öğrendi bu yayınlarla. Filmi bölmeden, ileri almadan izlemek, her duyguyu zamanında yaşamak… Belki de bu yüzden o dönemden bugüne kalan filmler, yalnızca sinema tarihi değil, kişisel tarihlerimizin de birer parçası haline geldi.

BEKLEYEREK İZLEMENİN GÜZELLİĞİ

Bugünün dünyasında izlemek kolay ama beklemek zor… Parliament Gece Sineması, her şeyin hemen ulaşılabilir olmadığı bir dönemin sembolüydü. Filmi izlemek için günlerce tanıtım fragmanları izlenir, hatta bazı çocuklar “izin verilirse” izleyebilmek için hafta boyunca derslerine daha çok çalışırdı. Film, bir ödüldü.

Ve her filmden sonra hayatımıza bir sahne daha eklenirdi. ‘Sister Act’  (Yırtık Rahibe) ile neşeli koroların gücünü, ‘Notting Hill’  (Aşk Engel Tanımaz) ile sıradan bir adamla ünlü bir kadının aşka nasıl tutulduğunu, ‘Forrest Gump’ ile yaşamın bir kutu çikolataya benzediğini öğrendik.

PARLIAMENT GECELERİNDE YAYINLANAN UNUTULMAZ 25 FİLM

Gecenin geç saatlerinde, salon lambasının sarı ışığında izlenen bu filmler, yalnızca sinema değildi. Onlar büyüyen bir kuşağın ruh hali, evlere sessizce giren hikâyelerdi…

İşte, onlardan 25’i:

The Piano – Piyano (Sessizliğin içinden yükselen kadın sesi)

The Firm – Şirket (Hukukun karanlık yüzüne karşı zekâ dolu bir mücadele)

The Bodyguard – Koruma (Aşkın koruma kalkanında yankılanan bir melodi)

Legends of the Fall – İhtiras Rüzgârları (Aile bağları, savaş ve aşk bir arada)

Philadelphia (Ayrımcılıkla yüzleşmenin en hüzünlü hali)

Dead Poets Society – Ölü Ozanlar Derneği (“Carpe Diem” bir kuşağın şifresine dönüştü)

The English Patient – İngiliz Hasta (Kumlar, yaralar ve geçmişin gölgesinde bir aşk)

Schindler’s List – Schindler’in Listesi (İnsanlığın kara defterinden beyaz bir sayfa)

Rain Man – Yağmur Adam (Sevginin ölçüsüz ama dokunaklı hali)

A Few Good Men – Birkaç İyi Adam (“Gerçeği kaldıramazsın!” çığlığı bir jenerasyonun kulağında)

The Remains of the Day – Günden Kalanlar (Kaçırılmış duygular, geride kalan hayatlar)

Thelma & Louise (Asi kadınların özgürlüğe uzanan yolculuğu)

Awakenings – Uyanışlar (Umudun ve tıbbın mucizeyle buluştuğu yer.)

Dances with Wolves – Kurtlarla Dans (Ötekini anlamanın şiirsel bir biçimi)

The Bridges of Madison County – Yasak İlişki (Sessizliğin ve aşkın en zarif karşılaşması)

A River Runs Through It – Bizi Ayıran Nehir (Doğa, aile ve kayıplar üzerine pastoral bir film)

As Good As It Gets – Benden Bu Kadar (Aksaklıklar içindeki bütünlük arayışı)

Sense and Sensibility – Aşk ve Yaşam (Aklın ve kalbin zarif çatışması)

The Pelican Brief – Pelikan Dosyası (Politik sırların içinde nefes kesen bir kovalamaca)

The Secret Garden – Gizli Bahçe (Yalnızlığın içinden çıkan yeşil bir umut)

Fatal Attraction – Öldüren Cazibe (Tutkunun karanlık ve tehlikeli yüzü)

Basic Instinct – Temel İçgüdü (Arzular, şüpheler ve bir buz kıracağı kadar keskin sahneler)

A Time to Kill – Öldürme Zamanı (Adaletin ve vicdanın çarpıştığı mahkeme salonu)

The Game – Oyun (Gerçeğin, kurmacanın ve aklın iç içe geçtiği bir bilmeceler zinciri)

The Horse Whisperer – Atlara Fısıldayan Adam (Doğa, iyileşme ve yeniden ayağa kalkma hikâyesi)

– İhtiras Rüzgârları –
– Ölü Ozanlar Derneği –
– Öldüren Cazibe –
– Temel İçgüdü –

PARLIAMENT KUŞAĞININ EFSANE OYUNCULARI

Parliament Gece Sineması, yalnızca filmleri değil, o filmlerle birlikte yıldızları da evimize getirirdi. Her pazar gecesi ekranlarda parlayan bu oyuncular, bir kuşağın hafızasında hem karakterleriyle hem duruşlarıyla yer etti.

İşte onlardan bazıları:

Tom Hanks: Sıradan insan hikâyelerine olağanüstü bir derinlik kattı. ‘Forrest Gump’ ile yalnızca koşmadı; bizi geçmişe taşıdı.

Julia Roberts: Kahkahası ekranı aşar, kalbimize kadar ulaşırdı. ‘Pelikan Dosyası’ ve ‘Notting Hill’ hâlâ bizimle.

Robert De Niro: Parliament gecelerinde bir yüzünü değil, birçok yüzünü tanıdık. Usta bir oyunculukla gecenin tonunu belirlerdi.

Sharon Stone:Temel İçgüdü’ ile bir dönemin sinemasal cesaretini simgeleştirdi. Göz kamaştıran güzelliğin arkasında soğukkanlı bir zekâ…

Kevin Costner: Kimi zaman bir yargıç, kimi zaman dans eden bir yalnız adam… Her haliyle ekranın asaleti oldu.

Mel Gibson:Cesur Yürek’teki haykırışı hâlâ kulağımızda. Aksiyondan drama uzanan geniş bir yelpazeyle evlerimize geldi.

Michelle Pfeiffer: Zarafet ve kırılganlığın iç içe geçtiği unutulmaz bir yıldız. Parliament kuşağının melankolik yüzlerinden biri.

Brad Pitt: Henüz kariyerinin başlarındayken bile, Parliament ekranında bir yıldız gibi parlıyordu. ‘İhtiras Rüzgârları’ hâlâ esiyor.

Anthony Hopkins: Sakin ama derin oyunculuğuyla, Parliament kuşağında karakterlere iç sesi kazandırdı. ‘Günden Kalanlar’ hâlâ o sessizlikte gizli.

Susan Sarandon:Ölümsüz kadın” tanımının sinemadaki karşılığı. ‘Thelma & Louise’ ile cesaretin simgesi oldu.

Robin Williams:Uyanışlar’da bir bilge, ‘Ölü Ozanlar Derneği’nde bir devrimciydi. Parliament gecelerinin en insani sesi oydu.

Jodie Foster: Gizemli, güçlü ve kırılgan… Parliament ekranlarında kadın oyunculuğun ustalık örneğiydi.

Robert Redford: Sakinliğiyle derinliği, gülümsemesiyle hüznü anlatabilen nadir oyunculardan. ‘Atlara Fısıldayan Adam’da olduğu gibi…

Bu yıldızlar, yalnızca filmlerin değil, gecelerin de kahramanlarıydı. Televizyonun parıltısı, o zamanlar biraz da onların ışığıydı.

BİR DÖNEMDEN GERİYE KALAN

Bugün Parliament Gece Sineması yok. O jenerik artık ekrana gelmiyor. Televizyonlar da çok değişti, izleyici alışkanlıkları da. Ama o günleri hatırlayan herkesin içinde hâlâ bir “pazar gecesi” duygusu saklı. Sarı ışıklı odalar, sessizce izlenen filmler, bölünmeyen dikkat…

Parliament gecelerinde gösterilen filmler, bir yandan dünyayı evimize taşırken bir yandan da Türkiye’nin dönüşümüne eşlik etti. Belki de o filmler sayesinde hayatı başka türlü okumaya başladık.

VE ŞİMDİ SORMA ZAMANI

Şimdi bizler, o dönemin çocukları ve gençleri olarak, dijital çağın kalabalığında hâlâ o geceleri özlüyoruz. Bir film saatini, bir ses efektini, bir bekleyişi… Sırf geçmişi değil, geçmişteki hissi de.

Ve bu yüzden sormaktan kendimizi alamıyoruz:

O film geceleri gerçekten çoktan bitti mi?

Yoksa hâlâ içimizde bir yerlerde, o jenerik çalmaya devam mı ediyor?

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar