YAŞAM 

OLDURAMADIKLARIMIZDAN MISINIZ?

2000’li yılların henüz başında, sahne tozu yutma hevesiyle başladığım tiyatroda “eğitilmek” için okuduğumuz Eric Morris’in ‘Rol Yapmayın Lütfen’ kitabındaki bir sözle başladı her şey:

Ol!

Ol’mak… Ne ve nasıl olmak istemek?

Diyordu ki: “Hiç kimsenin hiçbir yerde sizin duygularınızı göz ardı etmeye hakkı yoktur. Olduğunuz her şeyin toplamı olmaya hakkınız var.

Hakkım vardı…

Olmaya… Hem de nasıl istersem…

*

Pek mümkün olmadı be Morrisçiğim…

O zaman başladı bir türlü olamayışlarım zaten… Belki de olmak mı istemedim, bilemedim…

Ama hakkım vardı işte olmak istediğim her şeyin toplamı olmaya…

O yıllar üzerinde çok düşünüp bir yere varamadığım, olamadığım… Hayal kırıklığım… Nasıl sancılı, bir o kadar can yakan zamanlar…

Ancak kendimle barışmaya ihtiyacım vardı.

Kendimi dövmeyi artık bırakmalı, biraz da “kadercilik” oynamalıydım.

Belki de tanrı (!) böyle olmasını istemişti filan…

Alnıma yazılan yazgı buydu, yazgıdan öte yol da yoktu…

Tanrının verdiği yol tarifiydi işte ne yapabilirdim ki (!) filan…

*

Kabullenmesi ne zor hâlâ…

Uzayı çiçeklendirecek hayal gücüne sahip olup evin kapısından çıkamamak…

Ah nasıl zor…

Bence tanrı bazı insanların ruhlarının ölçüsünü tam alamıyor. Büyüyünce de giysin mi diyor acaba?

Bazı insanların ruhuna bedenleri dar geliyor.

Şöyle göğsünü yarıp içinden çıkıp ‘ol’mak istiyorsun da ‘ol’amıyorsun işte…

İşin garip tarafı, kendini yine kendin engelliyorsun…

Ayağının takılıp da düştüğün taşları sen serpiyorsun yine yollarına…

Garip bir kısır döngü bu, yaşayan bilir…

Sen de bilir misin bu durumu Morrisçiğim bilemiyorum.

Ol!” demek kolay…

*

İşte sonra dedim ki kendime:

İlla bir şey mi yani, bir etiket mi? Şuyum diyebilmek mi önemli olan?

Olmayıverebilirsin. Evet, bunu da yapabilirsin.

Kartlarımızı açık oynayalım Morrisçiğim, yıllardır kafamda yankılanan sözcüğünün elini bırakıyorum ve ‘ol’muyorum.

Provalar bitip kimse kalmadığında sahnede kendi kendime bağır çağır oynadığım skeçlerin beni mutlu etmediğini anladım çünkü.

Ben sahne arkasında perdeyi aralayıp sufle veren, belki de hızlıca dekor değişikliği yapan sahne arkası insanıyım. Sahne selamlamalarında ilk çıkan, belki de en az alkış alan insanım…

Olduramadan olanlardanım kendimce…

Hâlâ arayış içindeyim belki ama artık hayatın bu arayış olduğunu anladım çok zaman önce.

Hayat bir şey ya da bir yer değildi…

Hayat bir şeyim diyene kadar geçen zamandı.

Varılan yer değil, varana kadar geçirdiğin yolun kendiydi…

*

Ve Morrisçiğim, kafama taktığım sözcüğünle bugün bir yola daha çıkıyorum.

Ol’amadan, ‘ol’duramadan…

Lakin en iyi hissettiren tarafıyla… Belki de olabildiğince eksik kalan yanlarıyla…

Karışık olan düşüncelerim duygularımla…

Bir annenin evladı, iki evladın annesi olarak…

Bir eş, bir dost, bir kadın, bir insan olarak…

Bütün olamayışlarımı yükleyip sırtıma yollara serptiğim taşlara takılıp düşe kalka yürüyeceğim bu yolu.

İzle beni…

Tavsiyedir, dinlenir: Ashram – ‘Tango para mi padre y Marialuna’ (Dinlemek için tıklayınız.)

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar