EDEBİYAT 

‘UNUTULAN’DA ÖZNENİN NESNELEŞMESİ MESELESİ / İNTİHAR

Soyut’ dergisinde yayımlanan “Unutulan”, Oğuz Atay’ın 1972 yılında okurla paylaştığı ikinci öyküsüdür. Yıldız Ecevit, ‘Ben Buradayım / Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası’ adlı eserinde bu öyküsünün akıldışı ögeyi en uçta kullandığı öykü olduğunu belirtmiş; öyküyü sürrealist bir resim olarak tanımlamıştır. (s.482) Öykü, tavan arasına eski kitaplara bakmak için çıkan bir kadının yaşadıklarına odaklanır. Tozlanmış, örümcekli bir karanlığın içinden sevgilisine tavan arasında olduğunu iletir ve sevgilisinin uzattığı fenerle aydınlanan bu yerdeki fotoğraflar, eski eşyalar, ayakkabılar, kitaplar ve sonrasında fark ettiği çürümüş bir ceset zamansal geçişlere kapı aralar. Ceset, kadının eski sevgilisine aittir ve ayrılıklarına dair kimi detaylar bilinç akışı tekniğiyle ortaya konur. Geçmiş ve şimdinin gerçek ve hayalle iç içe verildiği öykü, gerçek zamandaki sevgilinin tavan arasındaki kadına seslenmesiyle son bulur.

Bir tabancayla intihar etmiş ve yıllarca tavan arasında fark edilmemiş eski sevgili, yorgun biridir; düşünmekten, içinde bulunduğu toplum tarafından kuşatılmış olmaktan yana yorgun. Yalnız, yabancılaşmış, tedirgin, anlaşılmamanın verdiği mutsuzlukla baş etmeye çalışandır ‘unutulan’ sevgili. Ve tavan arasında eskimiş, çağına yabancılaşmış antika bir eşya gibi betimlenmiştir.

Tehlikeli Oyunlar’ın Hikmet Benol’u intiharı sonrasında “Unutulan” öyküsünde, gözleri açık kalmış ceset olarak karşımıza çıkar adeta. “Ben ölmek istiyorum, sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum.” (T.O, s.259) Oğuz Atay, Hikmet’in intiharı sonrası yaşanacakları adeta “Unutulan”ın kurgusunda önceden ele almıştır. Ölümünden dahi haberdar olmayan bir sevgilinin, kendi telaşları arasında kaybolup gideceği bir hayat içinde ‘unutulan’ olmaktır Hikmet’in kaderi. Hayaletken bile huzura kavuşamamış bir adamın hatırlanacağına dair bir umudunun olmasından başka bir anlam ifade etmez cesedin gözlerinin açık olması. Elbette ‘Tutunamayanlar’ın Selim’i de benzer bir akıbete sahiptir. Fakat Turgut tarafından intiharının anlaşılmasına dönük çabanın varlığı Selim’in intihar eylemini anlamlı kılar. Oğuz Atay’da intihar; arafta kalmış bir ülkede, arafta kalmış bir sınıfın aydınlarının birey-toplum odaklı değişimlerde yaşadığı başarısızlığa bağlı kaçınılmaz bir sondur. Kendini değiştiremeyenlerin dünyayı değiştirmekle işe başlamaları ve çok şey yapmak isterken hiçbir şey yapamamalarının hazin, bir o kadar da gülünç sonu resmedilir. Yıldız Ecevit, Atay’daki intiharın Albert Camus ve Hermann Hesse etkilenimli olduğu vurgusunda bulunurken; Hermann Hesse’nin ‘Bozkırkurdu’ romanına Jung’un psikolojik kuramı odağında değinir.

Gündüz Vassaf, ‘Cehenneme Övgü’de ölümü dışarıda bırakan tüm düşünce ve eylemlerin insanı yaşamı mülk edinme çabasına götürdüğünden söz eder. Sanayi devrimiyle yaşam anlayışımızın değişmiş olması, ölüm ve ritüellerin önemini yitirmesi, her gün görmeye alışkın olduğumuz fakat kim olduklarını bilmediğimiz insanların görünmemeye başladığı an unutulması çağın değişen ritminin bir sonucudur. Ölümü unutmanın monoton bir hayatı var ettiği, standartlaşmış bir varoluşun parçası haline geldiğimizi ve bu durumun değişmemesi adına birey olmaktan, düzenimizi değiştirebilecek sorgulamalardan kaçındığımızı belirtir. Oğuz Atay’ın roman ve öykülerinde insanların, özellikle kadınların eşyaya yaklaşımı, sistemin bir parçası haline gelen insanların nasıl göründükleri ve nasıl yaşadıklarını önemsemeleri, anlamsız bulunmuş ve çağın değişen anlayışı reddedilerek mütevazı bir yaşam öncelenmiştir. Bu durum, çözüm olarak niçin intiharı seçtiğini de açıklar. Roman ve öykü kahramanlarının, entelektüel bir intihar olarak değerlendirilebilecek bu girişimleri yaşamın derinliğini kavramış olduklarını ortaya koyarken; yaşamın belli zincirlerle tutsaklığa dönüşmesini reddettikleri bir kafa tutuş, geride kalanlar için bir cezalandırma biçimidir. “Unutulan” öyküsündeki intihar, geride kalan kadın kahraman için anlık şaşkınlıklara ve suçluluklara neden olsa da sonuçsuz kalmış bir eylem olarak görülebilir. Düzeninin değişmesinden, hatırladıklarının hayatını etkilemesinden korkan kadın; ölümü hatırlamış olmaktan korkar.

Tavan arasındaki bu ceset, isimsiz kadın kahramanın sanrı içinde pişmanlığını dile getirmesini, muhasebe içine girmesini sağlasa da öykü sonunda aşağıdan gelen bir sesin, kadını günlük koşturmacanın içine çektiğini görürüz. Cesedin ölümden beklentisi böylece sonuçsuz kalır. Modern hayatın gürültü içindeki koşturmacası, maddi dünyaya dair kaygılar, insanlararası ilişkilerde duygusal aşınmalara neden olurken hiç kimsenin sorumluluk kabul etmediği, herkesin haklı çıktığı bir düzen içinde unutulanlar, tavan arasında tozlanmaya mahkûm olur. Kadın kahramanın unutmaya başladığı o an, ilahi bakış açısıyla üçüncü kişi anlatıcının ağzından şöyle aktarılır: “Bir gün tavan arasına çıkmıştı eski sevgilisi, şiddetli bir kavgadan sonra. İkisinin de, artık dayanamıyorum, dediği bir gün. Ayrıntıları bulmağa çalıştı: Belki de büyük bir tartışma olmamıştı. (…) Onu tavan arasında bırakıp sokağa fırlamıştı: Öleceğini hissediyordu. (…) Sonra ‘onu’ görmüştü sokakta; bütün mutsuzluğuna, kendini zayıf hissetmesine, ölmek istemesine rağmen ‘onun’ gözlerindeki ilgiyi, insanı alıp götüren başkalığı fark etmişti nedense. O gün eve yalnız dönmüştü tabi.” (s.30)

Öyküde tavan arası, unutulanın, yani eski sevgilinin sığınağı olmuştur. Hayatın koşturmacası içinde sevgilisini unuttuğunu itiraf eden kahramanımız ise yabancılaşan bireyin hafızasızlığını, duygusuzluğunu gözler önüne seren bir örnektir. Modern insanın hayat telaşı, akıp giden zamanın bir parçası haline gelmesi, monoton bir ömür sürmesi; beklenti ve hayallerini ötelemesine ve dahi unutmasına neden olmaktadır. “Sonra neden aramadım? Bir türlü fırsat olmadı; her an onu düşündüğüm halde hep bir engel çıktı. Aşağıda yeni sesler, yeni gürültüler duyduğu için inmedi bir süre herhalde. Oysa biliyordu: Aramızda, hiçbir yeni varlığın önemi yoktu; konuşmuştuk bütün bunları. Ben de onun inmesini beklemiş olmalıyım. (…) Sonra bir türlü olmadı işte… Çıkamadım: Gelenler, gidenler, geçim sıkıntısı, yemek, bulaşık, evin temizliği, ‘onun’ bakımı (çocuk gibiydi, kendisine bakmasını bilmiyordu), babamla annemin ölümü, bir şeyler yapma telaşı, önümde hep yapılması gereken işlerin yığılması. Orada tavan arasında olduğunu unuttum sonunda.” (s.31) Franz Kafka’nın Oğuz Atay üzerindeki etkisinin açığa çıktığı bu satırlar, ‘Dönüşüm’deki Gregor Samsa’nın böcek olarak uyandıktan sonra odasından çıkmaya cesaret edemeyişinin izlerini taşır. Yalnızlığın, anlaşılmamanın dönüştürdüğü bireyler, sığındıkları mekânlar ve ölüm… ‘Tutunamayanlar’da da Selim’in mağarasından çıkma korkusu benzer etkiler taşımaktadır.

Atay’ın diğer öykü ve romanlarındaki kahramanlarından yola çıktığımızda eski sevgilinin yaşamı anlamlandırma ve insanlar tarafından anlaşılma çabasının sonuçsuz kaldığına dair inancının onu intihara sürüklediği gerçeğine varırız. “Unutulan” öyküsünde toplumsal etki, kadın kahramanın yaşama biçimini ve tercihlerini belirleyen örtük bir mesele olarak kalırken; ikili ilişkiler, bu örtük meselenin güdümünde görünür bir mesele olarak aktarılmıştır.

KAYNAKLAR:

– Atay, O. (2015). ‘Korkuyu Beklerken’. İletişim Yayınları.

– Atay, O. (2021). ‘Günlük’. İletişim Yayınları.

– Atay, O. (2016). ‘Tehlikeli Oyunlar’. İletişim Yayınları.

– Ecevit, Y. (2021). ‘Ben Buradayım / Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası’. İletişim Yayınları.

– ‘Korkuyu Beklerken Gelenler – Oğuz Atay Öyküleri Üzerine Yazılar’ (2021). (Hilmi Tezgör, Derleyen). İletişim Yayınları.

– Parla, J. (2018). ‘Türk Romanında Yazar ve Başkalaşım’. İletişim Yayınları.

– Vassaf, G. (2014). ‘Cehenneme Övgü – Gündelik Hayatta Totalitarizm’. İletişim Yayınları.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar