EDEBİYAT 

‘TAŞ VE GÖLGE’DE KİMLİK ARAYIŞI

Bütün arayışlar bir kopuşla başlar şüphesiz. Köklerimiz, ailemiz, yaşadığımız yer, tanıdık bildik yollar, sokaklar, ıssızlığında huzur bulduğumuz kuytular hepsi kimliğimizi oluşturan bir görselin parçalarıdır adeta, tıpkı bir puzzle gibi. Her şeyin başı ise bütün geleceğimizi kucağında tutan ve “geçmiş” olarak anılan çocukluktur. İnsanın hayatı, var oluşu ve arayışları bu döneme uzanan bir kopuştan başka ne olabilir ki? Anne babasızlık, aileden ayrı düşmek bu kopuşun en keskin hali olsa gerek. Elbette bu kopuş somut bir yoksunlukla sınırlandırılamaz. Duygusal bir yalnızlık hali, anlaşılmama, reddediliş de bunu tetikleyebilir.

Kısa süre önce okuduğum ‘Taş ve Gölge’ romanında kurgulanan hayatlar da kopuş ve arayış ekseninde sunulmakta. Orhan Kemal Roman Armağanı’na değer görülen ‘Taş ve Gölge’, Burhan Sönmez’in son romanı olsa da yazara dair yaptığım ilk okuma. Okunacak kitaplar arasında sırasını beklerken ödül almasıyla sabırsızlandığım ve yoğun bir dönemi geride bıraktığıma ikna olur olmaz okuduğum roman, modernist metinlerin üstünde durmayı çokça sevdiği bir temayı, varoluşu ele alır. Romanın başkişisi Avdo. Yazar, insanın varlığını, coğrafyanın hayatımızdaki belirleyici etkisini, inançların ve dâhil olduğumuz sınırların kimliğimizi oluşturmadaki önemini ve bu önemin insanlık tarihine baktığımızda ne kadar önemsiz bir detay olduğunu Avdo aracılığıyla aktarır. Mezar taşı ustası olan Avdo, bir yandan şahit olduğu hayatları bize aktarırken bir yandan da nasıl bir denklemin içinde olduğumuzu aklından geçenlerle ortaya koyar. Kim olursak olalım her şeyin bizim irademiz doğrultusunda gerçekleşebileceğini, sadece kaçınılmaz son olan ölüme dair yapabileceğimiz hiçbir şey olmadığını da anlamamızı ister.

– Burhan Sönmez –

Hayata dair her şey “son” olarak adlandırdığımız ölümle noktalanır. Dünyadaki anlamsız telaşlar, hırslar, kavgalar ölümle anlamsız bir hal alır. İnsanların konuştukları diller, inandıkları tanrılar, kutsal buldukları kitaplar, yaşadıkları ülkeler koca bir kurgudur. İşte, roman, bu kurguyu reddedenleri ele alır. Köy, kasaba, şehir, hatta ülke değiştiren, kendilerine yeni bir hayat kurmaya cesaret eden insanlar, geçmişlerini yok sayar ve yeni bir kimlikle hayata tutunmaya çalışırlar. Yedi isimli ölü; Ali, Haydar, İsa, Musa, Muhammet, Yunus, Âdem kimlik meselesini arka planda ve geniş bir pencereden sorguladığımız derviş ruhlu bir adamken kimlik meselesinin bireysel bir kurtuluş olarak ele alındığı Perihan Sultan, köyünden kurtulup sesiyle ünlenme hayalini ismini –İpek– değiştirerek gerçekleştiren bir kadındır. Her ikisi de kaderci bir yaklaşımı reddederek cesur adımlar atar; fakat hayattan umduklarını bulamadan ölürler. Romanın başkişisi Avdo ise bu iki kişinin aksine, bir ailenin, annenin, köklerinin özlemini çeker. Hiç hatırlamadığı geçmişine ulaşmak ümidini içinde bir yerde diri tutsa da kimliksiz, köksüz oluşunu omzunda ağır bir yük gibi taşır. Sevdiği kadınla, Esma’yla kavuşamamış; aile sıcaklığını Esma’nın kardeşi İpek’in, değiştirdiği ismiyle Perihan Sultan’ın kızı Reyhan’da bulmuştur. Siyasi bir tutuklu olan Reyhan, polislerin elinden kaçarak Avdo’ya sığınır ve kaçak hayatını yeni bir kimlikle Avdo’nun kızı olarak geride bırakır. Babalık duygusunu ansızın Reyhan’la tadan Avdo, şahit olduğu bütün hayatların kendi arayışının aksi bir akış içinde olduğunu görür. İnsanın kim olduğunu, amacını, nereye ait olduğunu yaşamı boyunca sorgulasa da Avdo’ya göre herkesi buluşturan ortak son, yani ölüm insanların aklından çıkardığı en önemli gerçektir. Bu belirsiz gerçeğin herkes için başka bir hikâyesi vardır. Avdo, bu hikâyeyi mezar taşlarına yansıtabilmenin ustadır. Ustalığı, ölen insanlarla kurduğu özdeşimden kaynaklanır.

Yedi isimli ölü, çocukluğunda karşısına çıkan ve Avdo’nun mezar taşı ustası olmasını sağlayan adamdır. Meczup görünümlü bu adam, savaş mağduru bir askerin hafızasını yitirmiş hali midir, yoksa bu askerin ölümüne tanıklık ederek askere ait deftere yazmayı sürdüren bir başkası mı, bilinmez. Romanda bunun çok da önemi yoktur. Bizi cumhuriyet tarihinin farklı zamanlarına sürükleyen anlatımıyla kimlik bunalımını ele alan Burhan Sönmez, okuru varoluş meselesinin içinden çıkılması güç derinliğine bırakır. Bu derinlik, döneminin sarsıcı şiirlerini ortaya koyan Tevfik Fikret’in 1899’da yazmış olduğu ‘Gayya-yı Vücud’ şiirini anımsatır. Kaynaklarda “cehennemde bir kuyu” olarak tasvir edilen “gayya” kelimesi romanı bitirdikten sonra daha dikkatli baktığım kitap kapağında da resmedilmiştir adeta. ‘Gayya-yı Vücud’da anlatılan “ruhunun derinliğinde kaybolan insanın dramı” romanın kurgusunda da işlenir. Varlık âlemi ve insanın bu derinlik karşısındaki acizliği Fikret için tahammül edilmesi güç bir mesele olarak karşımıza çıkarken romandaki Avdo için de benzer bir çaresizlikten söz edilebilir.

(…) İşte gayyâ-yı vücûd, işte o zulmet, o batak;/ Beşerin işte, pür ümmîd ü heves, kıvranarak/ Ka’r-ı târında şinâh ettiği girdâb-ı ufûl! (…)

Romanda bireyin varoluşu; kimliği, dahası kimliksizliği üstünden iki biçimde ele alınır. Savrulan insanların, dilleri ve inançları yaşadığı coğrafyayla uyuşmayanların, köksüzlüğe mahkûm edilenlerin aidiyet duygusu geliştirememiş olması ve arayışa girmelerine yer vermesiyle kimliğin kültürel yönü ele alınmıştır. Toplumu oluşturan fertlerin seçimleri konusunda dayatmaya maruz kalmalarıyla ise kimliğin bireysel yönü ele alınmıştır. Roman, kimliği önemseme iddiasındaki oluşumların –devlet, aile– insanları kimliksizliğe mahkûm edişine dair sorgulamaya itmesi yönüyle sosyopolitik bir metin olarak değerlendirilebilir.

Kimliksizlik, insanın dünyadaki varoluşunun, kopuş ve arayışının metaforik karşılığıdır. Ve kimlik doğarken değil, arayış noktalandığında, ölürken kazanılmış olur. Bu kazanım kimliksizliğin hikâyesini içine alır. Gündüz Vassaf’ın ‘Kimliğimi Kaybettim Hükümsüzdür’de ele aldığı insanın kökleri, varoluşu ve özgürlüğü sorunsalı romanda başka pencerelerden baktığımız ve herkesi haklı kılan bir gerçeklik halini alır. Peki, medeniyet tarihindeki bitmek bilmeyen devinim, insanın kimliksizliğinin en önemli nedeni olarak düşünülebilir mi? Yazar, bunu düşünmemizi de ister gibidir.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar