SU BULANDI!
-ADANA-
Nesnel gerçekliklerin başkalaşması olarak tanımladığımız değişim üzerine düşünmeyenimiz yoktur sanırım. Her yeni güne bu başkalaşımın getireceğini umduğumuz güzellikleri ümit ederek başlıyoruz birçoğumuz. Özellikle son zamanlarda bu beklentilere olan inancımız zayıflasa da umutsuz yaşanmıyor dedirten kimi küçük kırıntıları avuçlarımızda biriktirmekten de geri durmuyoruz. Duygularımızdaki bu çalkantıların yaşanması, kimi zaman çıkmaza düşmemiz dahi değişim gerçeğinin bizdeki yansımalarından.
Coğrafi bir değişimin hayatlarımızı ve ruhumuzu şekillendirip değiştirmesinin etkilerini taşıdığımız şu günlerde, bütün yaşanmış olanların sorumluluğunu sırtımızda hissetmenin verdiği bir gerginlik de uzatıyor hesaplaşma sürecini. Gerçeklikler yanı başımızda dururken, kocaman bir kara parçasının başkalaşıyor olmasını hiç akıl edemiyor oluşumuz mu mesele, yoksa bilmenin vereceği sorumluluk ve beraberinde değişen talepleri dile getirmek mi? Milyonlarca yıldır kâh birleşip kâh parçalanan yerküre bize sürpriz mi yaptı, sahi? Bilim dünyası için olağan bir kırılmanın, belki de heyecan verici bir doğa olayının bizdeki çağrışımsal karşılığını ölümün ve korkunun almasındaki sebepte hiç mi pay sahibi değiliz? “Ama önlem yok!”… “Ama ihmal var!”… Ama… Ama… Ama… Bu kadar “ama”nın olduğu yerde yaşananlarda pay sahibi olduğumuz gerçeği üstü kapalı biçimde inkâr ediliyor olabilir mi? Kim bilir belki de bir kurban seçerek vicdanımızı temize çekiyoruzdur. Peki, bütün bu yaşananlara gelene kadar biz ne yaptık? Neyi görmedik, duymadık? O meşhur “ama”lı cümleleri kimlere kurmakla meşguldük? Bir saplantının toplumsal boyuta ulaştığı hiçbir ülke yoktur ki çıkmaza girmesin.
Değişim diyorduk ya… Değişim biz olmadan da var, esas mesele değişime yön verebilme iradesine sahip olmanın getirdiği endişe ve huzursuzlukla baş edebilmek. Cesaret, bildiklerimize değil de bilmediklerimize kulak vermekte gizli sanki. “Küçük Fare ile Kırmızı Duvar” hikâyesinde olduğu gibi. Küçük fare, kendisi ve hayvan dostlarını çevreleyen büyük kırmızı duvarın içinde yaşamaktadır. Duvarın ardını o kadar çok merak eder ki… Sırasıyla bütün hayvan dostlarına duvarın ardında ne olduğu sorar ve oradaki yaşamı çok merak ettiğini söyler. İhtiyar ayı, merak etmek için çok yaşlı olduğunu söyler. Gülen tilki, her şeyi olduğu gibi kabul etmesini ve kendisi gibi mutlu olmasını öğütler. Korkak kedi ise duvarın kendilerini diğer taraftaki tehlikelerden koruduğunu fısıldar. Kükremesini kaybeden aslana gittiğinde ise duvarın ardında koca bir hiçlik olduğunu işitir. Ta ki duvarın üstünde uçan mavikuşu görene kadar sürer bu merak. Mavikuş, duvarın ötesindeki renkli dünyadan geldiğini söyleyip küçük fareyi de o renkli dünyaya götürecektir. Meraklı farenin cesaretini karşılıksız bırakmayacaktır. Küçük fare, duvarın ötesinin anlatıldığından çok başka bir yer olduğunu görür. Kendisini duvarın içine hapseden arkadaşlarına gördüklerini anlatmak için dönerken duvarın olmadığını görür. Anlarız ki kırmızı duvar, korkunun var ettiği bir yanılgıdır. Bir de hepimizin bildiği Samed Behrengi’nin ‘Küçük Kara Balık’ı vardır tabii bir ömrü korkulara teslim etmeyi reddeden. Denize kavuşma hayaliyle yerleşmiş inançlara kafa tutan küçük kara balık…
Değişime direnmenin bedeli, çoğu zaman değişmeye cesaretin bedelinden daha ağırdır. Değişimin de değiştirilebilir olduğunu unutmadan, her şeyin irademiz doğrultusunda gerçekleşebileceğinin farkında olarak yol almanın, bizim için belirlenmiş ve katı gerçekliğine inandırılmış bütün soyut sınırların aşılabileceğini göstereceğine şüphe yok. Herakleitos’un dediği gibi, ne biz aynı biziz ne de nehir… Yok, bizdeki hep aynı nehirse su bulanalı çok oldu.