GONCA ÖZMEN ŞİİRİNDE KABUĞUNU KIRMAK: “BİLE İSTEYE”

-ADANA-
Kurmaca evreninde toplumun belirleyici bir unsur olması yeni bir mesele değil. Bireyin edebi gerçeklik halini alması ve benliğini keşfinde toplumun varlığı somut bir biçimde karşımıza çıkmakta. Gerçek şu ki bireyi esas alan her metin toplumu sanık sandalyesine oturtarak eserin toplumsal bir derinliğe sahip olduğunun altını çizmektedir. Tarihsel dönüşümlerde başrol olmaya itilen ve edilgenliğinden uzaklaşması arzulanan toplumun, bireyin gerçekliği fark edildiğinde ne denli etkin bir kimliğe sahip olduğu görülmüştür. Toplumun metindeki işlevi zamanla değişse de yerinin bireyden daha öncelikli olduğu gerçeği çözümlemelerde de karşımıza çıkmaktadır. Psikolojik değerlendirmeler, sosyolojik temellendirmelerle mümkün kılınmaktadır. “Aile” kavramı bu değerlendirmelerde bireyin toplumsal köklerini çözümlediğimiz temel kavramdır. Çocukluk dönemindeki ebeveyn-çocuk ilişkisi; inançlar, cinsiyet rolleri, kültürel uygulamalar bireyin kimliği üzerinde belirleyicidir. Ailenin, toplumsal normların aktarıcısı olması, çocuk üstünde kurduğu otoriteyle bu normların içselleştirilmesini sağlaması bireysel sancıların temelini oluşturmaktadır. Kısacası ailenin varlığı, bireyin kendi kimliğini oluştururken yaşadığı savrulmaların kaynağıdır. Bu yazıda ele alacağım, Gonca Özmen’in son kitabına ismini verdiği, “Bile İsteye” şiirinde de benzer savrulmaların varlığından söz edilebilir.
2019’da ilk basımı Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yapılan ‘Bile İsteye’, 2020 yılında Yunus Nadi Ödülü’ne layık görülmüştür. Özmen’in çıkardığı son kitap olan ‘Bile İsteye’, kendisinin de ifade ettiği gibi annelik sonrası duyguların etkisinde şekillenen şiirlerden oluşmuştur. Bu durum şiir dilini etkilemiş, kitaba yöneltilen birçok değerlendirmede söz edilen dişil söylemi açığa çıkarmıştır. Şiirlerde kullanılan imgeler, ikilemde kalmış bir ruhun çırpınışlarını ortaya koyan tezat temelli imgelerdir. Gece-gündüz, ev-sokak, erkek-kadın gibi ifadelerin sıklıkla kullanıldığı şiirlerde topluma kafa tutuşun varlığı ön plandadır. Şiirlerde geçmişi ve ailesiyle olan hesaplaşmada kimliğini arayan bir kadının, anne olmasıyla yaşadığı uyumsuzluk perçinlenmiştir. Benliğini keşfederken kafa tuttuğu “aile oluş” haline uyum sağlayamama, toplumun arzu ettiği bir evliliğe ayak uyduramama fakat hepsine rağmen anneliğin yarattığı biyolojik ve ruhsal döngünün kadında açığa çıkardığı gizil güçleri fark etme hali söz konusudur. Toplumun kutsallaştırdığı annelikten uzak, kendi kendine yetebilen, hayatını ertelemeyen bir anneliktir Özmen’in resmettiği annelik. Eve hapsolmuş, hayatını fedakârlık üstüne kurmuş, kendini unutmuş bir anneliğe karşı; hayatı seven, isteyen bir kadın oluşa tutturmuştur anneliğini. Toplumsal normların anneliğe dair söylemlerini, kadınlık ve erkekliklere dair söylemlerini yok sayan, sınıfsal kabulleri görmezden gelen bir dünya kurmuştur.
Kitaba adını veren ilk şiir “Bile İsteye”, üç bölümden oluşmaktadır ve söyleyicinin ruhu ve bedenindeki gelgitleri ortaya koyar. Başlığından yola çıktığımızda niçin “bile isteye” ifadesinin seçildiği üstünde durmaya değerdir. Kadının evlilikle bir eve mahkûm olduğunu ve anne olmayı seçerek bu mahkûmiyetin dönülmez bir yol gibi dayatıldığını eleştiren şair, bu başlıkla yaşadığı bunalımların sorumluluğunu üstlenmektedir. İçinde bulunduğu toplumun evlilik algısına kafa tutmaktan başka çıkış yolu olmadığını fark eder. Uyumsuz, asi, inkâr etmek yerine reddeden bir kadının toplumun dayattığı evliliği ve anneliği kabul etmeyen tutumunun şiirde dile geldiğine tanıklık ederiz.
Şiir, “Gölgenin verdiği bir cinnet vardı-tattım” dizesiyle başlar. Gölge nedir? Toplumun evdeki varlığı mı, erkeğin kadın üstündeki söz hakkı mı, yoksa anne oluşla birlikte yaşanan lohusalığın kadının ruhunda yarattığı ve kâbuslar görmesine neden olan tahribat mı? Bütün bunların kadını gölgesine hapsettiği düzende cinnetin eşiğine gelmek… Erkeğin değil kadının deneyimlediği deliliğe kapı aralayan dayatmalara dikkat çeken bu dize, şiirin kadınlık halleri üzerinden şekillendiğini göstermektedir. Ve devam eder: “Olmadım deyince olunuyor değil.” Söyleyici için “olmayan” toplumun beklentisine uygun eş ve anne olamamaktır.
Kadının konumlandırıldığı ev ise uzak durmak istediği bir kapan olarak ele alınır. Özmen’in şiirinde ev sıcak, huzurlu bir yuvayı çağrıştırmaz. “Götürme beni o apansız kapana” dizesi sıkıntının, huzursuzluğun, hapsedilmişliğin temsili olduğunu ortaya koyar. Bu temsil, kadının ve kadınsı olanın dünyasından betimlenmiştir. “Dünyaya Baktığım Aralık” şiiri de “Evde zehir var” dizesiyle başlar. Ev; çaresizliğin, bekleyişin değişmez adresidir. Gece, tekinsiz olarak kabul edilen sokaklar Özmen’in şiirinde güven duyulan yerlerdir. Kitapta yer alan “Zincir” şiirinde de konfor alanının dışına çağrı vardır. Kışkırtıcı bir hale bürünen bu çağrı, okuru rutininden sıyrılmaya çağırmaktadır. Zinciri kıramayanların döngüye hapsolması ise ölümdür. İnsanın ölümü, toplumsal normlara uygun yaşamasıdır. Evlilik, düzen ve çocuk sahibi olmak kısır döngüye hapsolmaktır. Bu döngü, ancak kişinin zincirini kırmasıyla mümkündür. Kadın, evlilikteki varlığını eşine adamakla yükümlü bir varlık olarak kabul görmektedir. Bu nedenle Özmen için tüm kabuller altüst olmuştur. Sokak, geceleri huzur vaat eden bir yer haline gelmiştir; çünkü tehlike olarak gördüğü toplum eve kapanmıştır. “Sevgilim beni gündüzlerden kolla.” Sokağa çıkmak, arayış içindeki bir kadının özlemidir.
Söyleyicinin şehir hayatıyla da ters düştüğünü görürüz. Özmen’in köklerindeki kasabalılığı ortaya koyduğu “Bendeki taşra geniş odalara alışık değil” dizesi, kadının mahkûm edildiği düzenin maskesini düşürmektedir. Kadının hayatını kolaylaştırdığını iddia eden modernitenin ikiyüzlülüğü eleştirilir. Ev, kadının hayalini kurduğu güvenli bir liman olarak pazarlanmakta fakat biçim değiştirse de kadının köleliği devam etmektedir. Söyleyici, eve olan nefretini geçmiş deneyimlerinden edinmiştir. Sevgili diye hitap ettiği adam tarafından anlaşılma ümidi içinde eve karşı hislerini sıralar. Tanık olduğu evliliklerde ve çocukluğunda evin bir ıstıraba dönüşebileceğini gözlemlemiş, bu kadınlardan devraldığı miras kendi evliliği ve anneliğiyle hatırladığı bir gerçeğe dönüşmüştür. “Ay İle” şiirinde de bekleyişi, kadınlık yazgısı olarak ele almıştır. Bu bekleyiş, toplumun kız çocuklarını nasıl öğüttüğünü ele almaktadır: “Dumanlı aklımla, çocuk ayıbımla, kenar süsümle bekledim… Dallanıp odalarda budaklanıp bekledim/ Dara düştüm gün yüzü bekledim.”
Şairin kız çocuğu dünyaya getirmesi kadınlık kimliğinin çıkmazlarını annelik içgüdüsüyle görmesini de sağlamıştır. Bu toplumda kız çocuklarını bekleyen gelecek, umut vermemektedir. Şair, adeta küçük kızının geleceğine dokunabilme arzusuyla kendi çaresizliği arasında sıkışıp kalmıştır. Kadının çaresizliği ve kafa karışıklığı, dizelerde söz konusu olan sıçramalarla aktarılmıştır. ‘Bile İsteye’, kadının aklından geçenleri ve duygularının değişkenliğini görmemizi sağlayan akış içinde sunulur. Sevgili vardır, ama evliliğin sevgiliye verdiği sıfatlardan bağımsız tasavvur edilir. Anlaşılmayı bekleyen kadının karmaşasını “pıtraklı, çoklu, ayazlı” ifade etmesi, öfkesini, kimlik bunalımını, keskinliğini anlatmaktadır.
Şiirde süsenlere ve yaseminlere, semazenlere aşina olan söyleyicinin lohusalık dönemi adı verilen annelik bunalımı daha net görülmektedir. Süsen, yani iris çiçeği ve yasemin, mitolojide kadınlar için ölümü simgelerken semazen tanrıya yakarışın ve yakın oluşun ifadesidir.
‘Bile İsteye’nin üçüncü bölümü ise annelikten ziyade evliliği sorgular. Sevgiliye hitap edilen bu bölümde evlilik, iki insanla sınırlı kalmayan birçok insanın dâhil olduğu bir kurum olması nedeniyle eleştirilir. “Pergelin döndüğü bizden değil” ile hemcinslerine eleştiride bulunur. Terk edilen kadınların evliliklerini kurtarmak uğruna görmezden geldiği hatalara bir göndermedir. Toplumun kadını kısıtlayan ve namusu kadınla bir tutan söylemlerini de eleştirmektedir. “Bir elma olup bir sokak ağzında/ Kahkaha olup patlamak kulaklarında” dizelerinde geçen elma imgesi, kadını günahkâr gören anlayışı temsilen kullanılmıştır. Herhangi bir sokakta lafı sözü edilen herhangi bir kadın, yaşadığımız toplumun değişmez gerçeğidir ve şair bu gerçeği Âdem–Havva anlatısına göndermede bulunarak aktarmıştır.
Gonca Özmen; şiirlerinde evlilik ve annelikle kendi içine yolculuğunu derinleştiren, çocukluğundan bugüne aidiyet hissine sahip olmayan kadını ele almıştır. Bu kadın, yaşadığı toplumun şekillendirdiği kadındır ve birçok kadının temsilidir. Kısacası şair, tarihsel bir döngünün ağırlığı altında ezilen ruhların sesine aracı olmuştur.