EDEBİYAT 

BİREY-TOPLUM-BELLEK BAĞLAMINDA KURMACA METİNLER

Bellek, kişisel tarihimizi saklı tuttuğumuz bir kutu adeta. Bir sayaç. Bir noktada işlemeye başlıyor ve ölüm dediğimiz biyolojik tükenişle birlikte son buluyor. Tabii, ölümün bir tükeniş mi, evrene başka bir biçimde dönüş mü olduğu tartışılır.

Belleğin insanın boşluktaki başlangıcını anlamlı bir hale getirdiğini, hayatına yön vermesini kolaylaştırdığını söylemek mümkün. Belleğimizde yer eden her bilginin tecrübeler üzerine kurulu olması ise belleğin yaşanmışlıkların kodlandığı bir derinlik olduğunu gösterir. İlkel bir öğrenme yöntemi olan koşullanma yoluyla öğrenmeler bu sürece dâhil edilebildiğinden hayvanlarla farklılığımızın bu noktada söz konusu olmadığı ortada. Farklılaşma bu tecrübeler üstüne düşünmeye başladığımız yerde; öz eleştiri ve öz denetimin işlerlik kazandığı noktada başlıyor aslında. Belleğimiz ise bu sürecin sonunda derinleşiyor. Yapılanlar üzerine düşünmek ve benzer bir durumla tekrar karşılaştığımızda davranışlarımızı kontrol edebilmek, gelişimimize ait en ilkel dönemden, bebeklikten çıkarak diğer evrelere sağlıklı biçimde geçmemizi sağlıyor.

Kişisel tarihimiz üstüne tekrar düşündüğümüzde edebiyatın nasıl da ‘hafızanın gizi’nden beslenen bir zenginliğe sahip olduğu dikkatimizi çekecektir. Oğuz Atay’ın ‘Korkuyu Beklerken’ kitabında yer alan ‘Unutulan’ öyküsü, hafızanın ne denli karanlık bir boşluk olduğunu ortaya koyan eserlerden biri. ‘Tavan arası’ metaforuyla geçmişini anımsayan bir kadının bitmiş ilişkisine dair kimi detayların açığa çıktığı öyküde Oğuz Atay, bu anımsamayı kahramanın hafızasını zorlayışıyla, silik biçimde belirip yavaş yavaş netleşmeye başlamasıyla –ki “sonra” sözcüğünün çok sık kullanılması bunu gösterir–, yani hatırlamak için belleğin verdiği uğraşa dek yansıtmayı başarır.

* * *

İnsanın derinliğini, sınırlarına dair arayışı kaleme alan, bunu farklı türler ve tekniklerle ortaya koymayı amaçlayan edebi eserler; insanın içindeki girdabı ve bu girdabın dipsizliğini, çağın dönüşümü ve hızını yansıttıkları kurgular içine yerleştirirler. Edebiyat, hem yazan hem okuyan hem de değerlendiren için psikanalizle göz ardı edilemeyecek denli bütünleşmiştir. Böylece arkeolojik bir titizlikle, belleksel bir kazıya dönüşen incelemelerle metinlerdeki karakterlerin hafızalarındaki bütün savruk ve anlamsız yığınlar, geçmişlerini okuyabildiğimiz büyük bir resmi ortaya çıkarmış olur. Bu anlamda Leyla Erbil’in ‘Kalan’ romanı, kahramanı Lahzen’in, sayıklama ve sanrıları arasında, kendi geçmişini, çocukluğunu ortaya koyan eserlerden. Leyla Erbil, yalnızca Lahzen’in geçmişini ortaya koymuyor. Kişisel hafızanın toplumsal hafızayla bütünleştiğini, insan ve toplumların hafızalarının, katmanları yönüyle ortaklık içinde olduğunu da ortaya koyuyor. İstanbul’un –özellikle Haliç ve çevresinin– tarihi geçmişini, Bizans’tan öncesine kadar giderek Cumhuriyet sonrasına değin uzanışını, yıkımlar üzerinden ele alarak aktarıyor. ‘Kalan’da, Lahzen’le İstanbul’un benzeştiği, Lahzen’in çocukluğunun uzantısı sonucu yaşamış olduğu buhranı, İstanbul’un da tarih boyunca yaşadığı vurgusu yapılmıştır. Edebiyat tarihimizde çokça ele alınmış olan İstanbul’un kadına benzetilmesi kimi sanatçılarda görülse de –Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi Hisar– özellikle Tevfik Fikret’i ve ‘Sis’ şiirini akıllara getirir:

Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı munannid,/ Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid./ Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,/ Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;/ Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar/ Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar!/ Lâkin sana lâyık bu derin sütre-i muzlim,/ Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim!/ Ey sahn-ı mezâlim… Evet, ey sahne-i garrâ,/ Ey sahne-i zî-şâ’şa’a-i hâile-pîrâ!/ Ey şa’şa’anın, kevkebenin mehdi, mezârı/ Şarkın ezelî hâkime-i câzibe-dârı;/(…)

Kalan’ romanı bağlamında anlatılan İstanbul’un ‘Sis’ şiiriyle örtüştüğü kimi kısımlar dikkat çeker:

(…) tam o zaman ablam elimden çeker çıkarırmış beni bahçeye; artık evin iç çekişlerinin bağırış çığırışlarının işitilemeyeceği bahçe kuytusunda gog mogog’un dikildiği duvara tırmanıp taa öte yakadan bize bakan öte kentin uğultusunu kıyıda tersaneye bağlı bekleyen kirli paslı gemileri sanayi artıklarını aşağılarda boylu boyunca uzanmış çamur rengi boynuzu olan haliç’i (khrysokeras) dayının aşktan kurulmuştur dediği kentin denizini, daha ötelere marmara’ya doğru ağır ağır kayan suyu seyrederdik./ Haliç buzul çağının sonunda saplanmasıyla suyun toprağa bir hançer gibi, toprağın uysalca yarılıp almasıyla suyu içeriye/ kâğıthane –Alibeyköy– kasımpaşa derelerinin ilerlemesiyle/ vajinaya/ uzatırdık bakışlarımızı duvarın üzerinden/ dışına çıkamadığımız henüz/ o duvar/ bu duvar kent/ ölülerden kurulu/ pagandan/ hıristiyanlık’tan/ ve aşktan kurulmuş.” (Erbil, s.73-74)

Romanda İstanbul, özellikle Haliç’in tasvir edildiği bu kısım kirletilmişliği, yozlaşmayı gözler önüne serer. ‘Sis’ şiirinde de benzer belirsizliğin, keşmekeşin varlığı ahlaki boyutuyla vurgulanır. Bu benzerlik başka bir incelemenin konusu olacak denli kapsamlı, ‘Kalan’ ise farklı okumalara açık bir metin elbette. ‘Kalan’da olduğu gibi psikanalizden tarihi-sosyolojik-ekolojik okumalara yönelmek kimi metinlerde kaçınılmaz olabiliyor. Hal böyle olunca bir metin, kişisel hafızanın toplumsal hafızaya kök salmış olabileceği gerçeğini de ortaya koyabiliyor.

* * *

Kısa bir süre önce okuduğum Serkan Türk’ün romanı ‘Ausgang’, ekolojik yıkımlarla kolektif hafızanın yok edilmesine dair farkındalık yaratmayı amaçlayan metinlerden bir diğeri. “(…) Bu sokaklarda bir süre sonra yükselecek binalar, her yeri değiştirecek. Bir yerin yerlisi olmak, tarih; bir yerin yabancısına dönüşmek, zorunluluk olacak.” (s.42) Bir “çıkış” bulma gayreti içinde olmamızı salık veren bu roman da ‘Kalan’da altı çizilen ekolojik yıkım gerçeğini bellek merkezinde ele alır.

* * *

Nurdan Gürbilek, ‘Hafıza’ başlıklı yazısında “kolektif hafızanın hatırlayarak unuttuğu”na dair paradoksal bir ifade kullanır. Bir kişiden bir topluma uzanan hafızanın, bir bütün olduğu, aynı toplumda yaşayan insanların birbirinin ruh halini belirlemede ne denli etkili olduğu ve bu etkinin kuşaklar boyunca aktarılabildiği gerçeği daha görünür olur.

YARARLANILAN KAYNAKLAR:

– Atay, Oğuz, (2015). ‘Korkuyu Beklerken’, İstanbul, İletişim Yayınları.

– Erbil, Leylâ, (2020). ‘Kalan’, İstanbul, İş Bankası Kültür Yayınları.

– Gürbilek, Nurdan, (2020). ‘İkinci Hayat – Kaçmak, Kovulmak, Dönmek Üzerine Denemeler’, İstanbul, Metis Yayınları.

– Fikret, Tevfik, (2005). ‘Rübab-ı Şikeste’, İstanbul, Çağrı Yayınları.

– Türk, Serkan, (2021). ‘Ausgang’, İstanbul, Yitik Ülke Yayınları.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar