EDEBİYAT 

‘ÂŞIKLAR BAYRAMI’NA DAİR

Geçen ay, ‘Karşılaşmalar’ temasıyla ilki gerçekleştirilen Mersin Edebiyat Festivali kapsamındaki bir çalıştayda katılımcı olarak yer aldım. Çağ Üniversitesi, Çukurova Üniversitesi ve Mersin Üniversitesi yüksek lisans öğrencileri olarak ‘Edebi Yapıtlarda Okur Nelerle Karşılaşır?’ meselesini Şebnem İşigüzel’in ‘Venüs’ romanı ile Kemal Varol’un ‘Âşıklar Bayramı’ üzerinden değerlendirdiğimiz ve keyif aldığım bir etkinlikti. Bu yazımın içeriği, söz konusu çalıştay için hazırlamış olduğum metnin giriş kısmını ve ‘Âşıklar Bayramı’na dair değerlendirmelerimi içermektedir.

* * *

Kurmaca metinlerin temel unsurları olan olay, kişi, yer ve zaman, kurgunun temel hatlarını oluşturmadaki işlevi nedeniyle önemlidir. Aktarılan olayın mekân bağlamında şimdide ya da geçmişte bir zamana dayandırılarak aktarılması, kişilerin derinlik kazanmasında etkilidir. Mekânın zamana bağlı değişimler yaşaması, dönüşmesi tarihi ve sosyolojik boyutlara bağlı farklı kimlikler kazanması gibi kişi unsuru da benzer dönüşümler yaşar. Bu dönüşümler, edebi eserlerdeki karşılaşmaların sonucu olan çatışmalarla yaşanır.

Olay çevresinde gelişen metinlerde, kurgunun devinim içinde olmasında en önemli rolü kişiler üstlenmektedir. Modern romanda kişilerin tip olmaktan sıyrılıp karaktere bürünmesi psikolojik temelli bir durumun varlığıyla mümkün kılınmıştır. Bu sebeple kişinin özellikle çocukluğuna dair bir travma yaşamış olması karakterler için ortaklık gösterir. Bugün değerlendireceğimiz iki roman olan Kemal Varol’a ait ‘Âşıklar Bayramı’ ve Şebnem İşigüzel’e ait ‘Venüs’te de karakterlerin çocukluğu, doğumu ve öncesinde olup bitenlerin kurgunun ilerleyişinde önemli bir yere sahip olduğunu söylemek yerinde olacaktır.

* * *

‘Âşıklar Bayramı’; bir babanın, yıllar sonra bir gece yarısı ansızın evladının kapısına dayanmasıyla başlamaktadır. Başkarakter Yusuf’un bir süre umursamadığı fakat endişelenmesine neden olan kapının ısrarla çalan zili, babasıyla karşılaşmasını hazırlamış, kurgudaki temel çatışmayı var etmiştir. Bu karşılaşmanın yaşandığı gecenin sisle sarmalanmış oluşu, Yusuf’un huzursuzluğu, geçmişinde bıraktığı Aylın’a dair pişmanlığı da metaforik olarak kimi yorumlara açıktır. Yusuf, bireyin yalnızlık ve yabancılaşmasını en özgün biçimde anlatabilmiş yazarlardan biri olan Kafka’nın Gregor Samsa’sı gibi “bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında” hayatına dair büyük bir değişim yaşayacaktır. Bu değişimin yaşandığı gecenin sisli oluşu, Yusuf’un hayatının belirsizliği, kafasının karışıklığı ve geçmişine dair bir sırrın varlığıyla da örtüşmektedir. Geride bıraktığı Aylın ve ayrılmak istediği Yıldız arasında gidip gelen düşüncelere, kapının çalmasıyla mesleğinin getirmiş olduğu kaygılar ve siyasi bir geçmiş de eklenir. Kapıyı hem eşikte oturan yaşlı adamın, babasının varlığına hem de yıllar sonra yüzleşeceği bir hikâyeye aralamıştır. Kitabın arka kapağında da belirtildiği gibi roman bir yol hikâyesidir. Bu yolculuk Heves Ali’nin yolculuğu olmakla birlikte Yusuf’un da yolcuğu haline gelecektir.

Âşık Veysel’e ait ‘Uzun İnce Bir Yoldayım’ türküsünün sözleri, âşıklık geleneğinin kurgudaki etkisi de göz önünde bulundurulunca romanı sembolik açıdan anlamlı kılan bir başka unsura dönüşmüştür. Heves Ali, Yusuf’un yanında bir gece kaldıktan sonra Kars’ta yapılacak Âşıklar Bayramı’na katılmak için evden çıkmak üzere hazırlanmış, Yusuf ise babasının yaşlı ve hasta oluşu nedeniyle yolculuğa dâhil olmuştur. Söz konusu türküde insan ömrünün bir yola benzetilmesi; insanın “yaşam” adı verilen yol boyunca zorluklarla sınanarak olgunlaşması, dünyada bir misafir olduğu gerçeği romanda Diyarbakır’dan Kars’a değin sürecek yolculuk özelinde verilmiştir.

Alevilikteki “dört kapı kırk makam” inancında yer alan ve dört makamdan biri olan tarikat makamı, “yolda olmak, bir yol seçmek” olarak açıklanmaktadır. Bu kapı içinde, yani tarikatta yer alan ve kırk makam arasında sayabileceğimiz “tövbe etmek, mürşidin öğütlerine uymak, temiz giyinmek, adil olmak, hoşgörülü olmak, tüm insanları birliğe yöneltmek” gibi gerekliliklerin romanda Heves Ali’nin ve Yusuf’un yolculuğundaki aşamalara denk geldiği söylenebilir. Heves Ali’nin eski eşinin –Yusuf’un annesi– mezarını ziyareti, yirmi beş yıl sonra oğlunu görmek için evine gelmesi, Yusuf’la yolculuklarının başında bir benzin istasyonunda durdukları sırada ortadan kaybolarak yakındaki kasabanın mezarlığında bir kadın mezarını ziyaret etmesi (s. 84), Arkanya’da Yusuf tarafından hamama getirilerek temizlenmesi, Harput’ta Bekir Çavuş’la gidilen konakta karşılaştığı düşkün kadına karşı yaklaşımı, Bingöl’deki Alevi köyünde af dilediği Menuş kadın, Erzurum’da hastaneye kaldırılması ve durumunun ağırlaşmasıyla âşıkların bir araya gelerek Heves Ali’yi ziyaret etmesi söz konusu durumlara örnek verilebilir.

Romanda babasız büyümüş Yusuf ise geçmişe dair eksikliğini, babasızlığa mahkûm edilmiş bir çocuğun kırgınlığını dizginlemeyi başarır. Öfkelenmeyi denese de başarılı olamaz. Sabır gösterir. Kırk yaşında olduğunu okuduğumuz Yusuf’un babasıyla çıktığı bu yol ise onun için olgunlaşma anlamı taşımaktadır. Dinler tarihine baktığımızda Hz. Muhammed’e peygamberliğin müjdelenmesi kırk yaşında gerçekleşmiştir. Yine Kuran’da yer alan Ahkaf Suresi 15’inci ayette de kırk yaşın olgunlaşma çağını başlattığı, anne babayı anlama ve hayırlı evlat olmaya vurgu yaptığını okumaktayız. Halk edebiyatındaki karşılığıyla yol ve yolculuğun, Yusuf üstünde sabırlı olma, kemale erme gibi dönüşümleri de beraberinde getirmesi kırk yaşa dair anlatılarla örtüşmektedir.

Yusuf’un hayatındaki kadınlara baktığımızda somut bir varlık göstermediklerini, yalnızca Yusuf’un anımsamalarında rastladığımızı fark ederiz. Aylın, üniversitede ansızın terk ettiği ve bu ayrılığa dair pişmanlık hissettiği kadınken; Yıldız, ayrılmak istediği ve dert olarak gördüğü bir diğer kadındır. Yol aldıkça Aylın’a hissettiği yakınlık ve özlem duygusu da yoğunlaşır. Elazığ Devlet Hastanesinde görevli hemşirenin tırnaklarındaki koyu yeşil ojeler, Aylın’ı hatırlatmıştır. Aylın’a yazdığı mektuplarda da bu detaydan söz eden Yusuf, annesini de babasıyla ayrılığı ve üvey babası üstünden anımsamaktadır. Yusuf ve babası tek bir hayatın ikiye bölünmüş halidir adeta. Benzerlikleri romanda farklı bölümlerde farklı kişilerce de ifade edilir. Nurdan Gürbilek’in ‘Mağdurun Dili’nde de yer verdiği gibi “yarayı ancak açan iyileştirebilir; ama o da iyileştirmeyecektir”. Yusuf, Heves Ali’yle arasındaki geçmişi ne kadar aşsa da “Baba” demeyi başaramaz.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar