POLİTİKA 

ŞU SAVAŞ DEDİKLERİ ŞEY…

Farkında mısınız, her gün savaş ve çatışmaları konuşuyoruz.

Suriye’deki operasyonlar, Irak’taki suikast ve İran’ın misillemesi.

Şimdi Libya ve aşiretler.

Peki, savaşın ne olduğunu biliyor muyuz?

Eski çağlarda, ülkeler birbirine savaş ilan edermiş. Tel örgülerle kuvvetlenmiş siperler, tanklar, toplar…

O zamanlar tanım ve içerik belliymiş. Tarifi de kolaymış. Hatta savaşın bir adabı ve ahlakı varmış! Çanakkale’de yaralı düşman askerini kendi revirine taşıyan, karşı siperdekilere su gönderen mertlik var mı hâlâ savaşlarda?

Yok, değil mi?

Günümüzde savaş ve barış, siyah ve beyaz kadar kolay ayırt edilemiyor artık. Savaş, diplomasinin bittiği yerde başlamıyor. Tam aksine, savaşın bittiği yerde diplomasi devreye giriyor kimi zaman.

Yani artık, savaş ve barış arasında bir “Gri Bölge” var.

Ve savaş başlığı altındaki mücadelelerin çoğu bu gri alanda yapılıyor.

Gri Bölge’de, çatışmanın en az olduğu yöntem ‘Örtülü Savaş’tır (Ambiguous Warfare). Örtülü Savaş’ta, mümkün olduğunca silahlı çatışmadan kaçınıp ulusal veya uluslararası meşru düzen aşındırılır. Zamanla buna alışılması, uyum sağlanması hedeflenir. Basit anlamda, Örtülü Savaş ile hasım tarafın altı oyulur, içi karıştırılır.

Örnekleri Türkiye üzerinden verelim:

Ege Denizi’ndeki “On İki Adalar”; Lozan Antlaşması ve 1947 Paris Antlaşması’na göre, silahlandırılamazlar. Ancak gelin görün ki; Yunanistan bu adaları uzun yıllardır aşama aşama silahlandırmaktadır. Son olarak, aidiyeti tartışmalı, hatta Anadolu’ya çok yakın adacıklara bile askeri garnizonlar kurmaktadır. Yani Yunanistan, meşru düzeni aşındırıp kendi lehine bir oldubitti ile çıkar sağlamaktadır. 

Bu tip savaşta, alışmaya başladığınız zaman, kaybetmeye de başlıyorsunuz.

Mesela, Amerika Birleşik Devletleri (ABD)…

Tarih: 24 Temmuz 2002. Yani, ABD’nin imzalamadığı Lozan Antlaşması’nın yıldönümü.

ABD’nin en büyük tatbikatı yapılıyor Nevada Çölü’nde. İsmi “Millennium Challenge” (Bin Yılın Meydan Okuması).

Tatbikat senaryosunda, iki kıtada yerleşik, kritik su yollarını kontrol eden bir ülke, düşman olarak tanımlanmış. Tıpkı Türkiye gibi!

Yani ABD, Türkiye (benzeri) bir ülkeye “bin yılın meydan okumasını” yapmaktadır.

İşte ‘Gri Bölge’ böyledir. ‘Dost’-‘düşman’ kavramları bulanıklaşmaya başlar.

En hafifinden korku, tehdit ve caydırıcılık çabalarını içerir.

Tıpkı Ağustos 2012’de, ABD Başkanı Obama’nın, Türkiye Başbakanı ile yaptığı görüşmeye ait basına servis edilen fotoğrafta, elinde tuttuğu beysbol sopası gibi.

O zamanlar, Suriye sorunu yeni başlamış ve Barzani’nin Kobani bölgesine müdahalesi gündemdeydi.

Eli sopalı Obama, herhalde, Türkiye’nin Barzani’ye yardımcı olmasını istiyor diye anladı insanlar.

Aynı ABD’nin Gri Bölge faaliyeti çoktur Türkiye’ye karşı.

Zaman zaman ekonomik ve siyasi yaptırım tedbirleri uygular ülkemize karşı. Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası, geniş bir ambargo uygulamıştı. Şimdilerde S-400 füze alımı nedeniyle, yeni ambargolar geliyor:

F-35 uçakları verilmiyor.

Zarrab davası, Halk Bankası davası, bazı üst düzey siyasetçilerin malvarlıkları gibi konular…

Şimdi kendinize sorun lütfen: Yadırgıyor musunuz? Alıştınız mı yoksa?

Yinelemekte fayda var. Alışınca kaybedersiniz!

Tıpkı, 24 Nisan 2004 Annan Referandumu gibi. O zamanlar, Kıbrıs için “Ver kurtul!” diyenler vardı. “Yes be annem!” taraftarları, referandumda yüzde 65 ‘evet’ oyu çıkarttılar. Rum tarafı yüzde 75 ‘hayır’ demesine rağmen 1 Mayıs 2004’te Avrupa Birliği’ne (AB) tam üye oldu.

Artık AB üyesi olarak hem veto hakkı var hem de Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları konusunda başımıza bela olmaya devam ediyor.

* * *

Gri Bölge’deki mücadelelerin diğer bir kısmında, topyekûn savaşa göre daha düşük yoğunlukta silahlı çatışma da yer almaktadır. Yazında bu tip mücadeleye “Düzensiz Savaş” (Irregular Wars) denmektedir. Kimi yazarlar buna “düşük/alçak yoğunluklu çatışma” da demektedir.

Bu çatışmalar asimetrik (düzensiz) karakterdedir.

Basında sıklıkla “Vekâlet Savaşları” (Proxy Wars) kavramını duyuyorsunuzdur. Vekâlet Savaşları’nın bir kısmı bu alanda yer alır.

Terörizm, Düzensiz Savaş’ta kullanılan en yaygın yöntemdir. Taktik seviyede pusu, baskın, silahlı saldırı eylemleri uygulanır.

Örneğin, PKK terör örgütü, 1984’ten beri eylemler yapıyor.

Başta ABD ve Rusya olmak üzere, birçok Batı ülkesi ve hatta İran destekliyor bu terör örgütünü. ABD’nin helikopterler ile PKK’ya cephane ve lojistik destek verdiği, PKK’yla toplantılar yaptığı, defalarca basınımızda yer aldı.

Terör ile güdülen amaç da aynıdır: Hedef ülkedeki meşru düzeni aşındırmak, yıpratmak ve “uzun vadede” yılgınlık ve umutsuzluk yaratarak mücadele azim ve kararlılığını yok etmektir.

Dönüp şöyle bir etrafınıza bakın veya hafızalarınızı tazeleyin: “Sorun Güneydoğu ise verip kurtulalım artık” diye aklınızdan geçirdiniz mi hiç? Ya da etrafınızda bunu söyleyeni gördünüz mü? Bunu söylemeye başladık mı, terörü bir sopa gibi kullananlar amaçlarına ulaşıyor, yani biz kaybediyoruz demektir.

Güneydoğu’yu verince kurtulamazsınız! Tamamen kaybedersiniz!

ABD’nin yıllar içinde, bu alanda da, Türkiye’ye yönelik çeşitli girişimleri olduğu unutulmamalıdır.

Örneğin ABD, Ekim 1992’de, bir NATO tatbikatında, iki güdümlü füze (Sea-Sparrow) ateşleyerek muavenet muhribimizi (tam köprü-üstünü) vurmuştu. Bu saldırıda, gemi komutanımız dâhil beş askerimiz şehit olmuştu. Konunun uzmanları bilir, bu füzelerin yanlışlıkla ateşlenmesi mümkün değildir.

O dönem PKK terörü artmıştı. Irak’ta Saddam’a karşı ilk askeri harekât yapılmış ve Irak’ın kuzeyinde, Barzani’nin siyasi bir varlık oluşturması için Türkiye’ye gözdağı verilmesi gerekiyordu. Nitekim bu saldırı sonrası, Türkiye, Irak kuzeyindeki siyasi yapılaşmaya engel olamadı.

Hatta İncirlik Hava Üssü’nde “Çekiç Güç” denilen hava gücünün bulunmasına uzun süre izin vererek adeta destek oldu!

ABD’nin “Düzensiz Savaş” niteliğindeki bir diğer eyleminin tarihi, 4 Temmuz 2003’tür.

4 Temmuz, ABD milli günüdür.

O gün, Irak/Süleymaniye’deki özel kuvvet timimiz, ABD özel timlerinin silahlı saldırı ve baskınına uğramıştır. Ankara’dan ‘Çatışmayın!’ emri verilince; askerimiz tutsak edilip başlarına çuval geçirilmiş ve 57 saat ters kelepçe ile tutuklu kalmışlardır. Bu eylemin, aynı yıl, 1 Mart tezkeresinin (ABD askeri birliklerinin, Irak’a saldırı için Türkiye’yi kullanması) TBMM’de reddedilmesine misilleme olduğu konusunda kanaat yaygındır.

* * *

Gri Bölge’nin topyekûn savaşa bir adım daha yaklaştığı diğer alan “Hibrit Savaş” (Hybrid Wars) bölgesidir.

Hibrit Savaş’ta, silahlı çatışma düzeyi, düzensiz savaşa göre daha fazladır. Hibrit Savaş ile Gri Bölge artık turuncuya dönmektedir.

Hibrit Savaş yöntemi, devlet dışı silahlı terör yapıların, terörizm, sınırlı bir bölgede askeri harekât, propaganda, psikolojik harp, kriminal ve sansasyonel eylemleri eşzamanlı olarak yapmasıyla ortaya çıkar. Hibrit Savaş’ta, Gri Bölge’de yer alan önceki eylemlerin hepsi bir arada uygulanır.

Hibrit Savaş konusunda klasik örnek, DAEŞ terör örgütüdür. Bu örgüt, Suriye ve Irak’ta belirlenen alanda askeri harekât yaparak ekonomik ve siyasi önemi olan bölgeleri ele geçirmiştir. Bu arada, işlediği vahşi cinayetleri yayımlayarak korku ve nefret salmayı hedeflemiştir. Irak ve Suriye operasyonlarına ilave olarak ülkemizde de canlı bomba eylemleri gerçekleştirmiştir.

Hibrit Savaş uygulaması, Vekâlet Savaşları’nın yaygın olarak kullanıldığı alandır. Dolayısıyla, Hibrit Savaş’ta, alanda faal olan yapıya, “vekâleti kimin verdiğini” anlamak gerekir. DAEŞ, Irak ve Suriye’de geniş alanlarda faaliyet göstermiş fakat her nasılsa, Irak kuzeyindeki Barzani bölgesine teğet geçmiştir.

* * *

Hibrit Savaş’ın bir üst uygulaması, “Sınırlı Savaş”tır (Limited Conventional).

Bu kategoride artık devletin askeri birimlerince zaman, bölge veya hedefçe sınırlı askeri harekâtlar uygulanmaktır.

Aslında çatışma alanı, artık “gri” olmaktan çıkıp, “kırmızı”ya dönmektedir.

ABD ve müttefiklerinin Irak savaşı, onlar için sınırlı, Saddam için topyekûn bir harpti. Çünkü amaç, Saddam’ı devirmek ile sınırlıydı. Saddam devrildikten sonra, amaçlanan siyasi yapıya daha kolayca gidilebilir ve enerji kaynakları kolayca elde edilebilirdi.

Aynı şey, Libya için de doğrudur.

NATO’nun Libya operasyonu, ittifak sistemi için sınırlı bir operasyondu. Kaddafi için ise bir ölüm-kalım savaşıydı. Sonuçta vahşice öldürüldü…

Sınırlı savaşlar, Batılı müttefiklerin aralarında anlaşıp hedef ülkeye topluca çullandıkları bir yapıya bürünmüştür.

Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Libya operasyonu için “Haçlı Seferi” (Crusade) demesi düşündürücüdür.

* * *

Savaş skalasının en sonunda ve kırmızı bölgede “Topyekûn Harp” (Theater Conventional) yer almaktadır.

Devletlerin sadece silahlı kuvvetleri ile değil, maddi/manevi tüm varlığı ve güç unsurları ile mücadele ettiği bir savaş türüdür.

Savaş denince, çoğunlukla bu tip savaş anlaşılır. Ancak artık yaygın değildir. Çünkü maliyet ve yıkımı çok yüksek ve çoğu kez kazananı net olmayan bir savaş türüdür. Genellikle, taraflar için felaketle sonuçlanır.

İkinci Dünya Savaşı’nda, Japonya atom bombası ile yerle bir edilmiş, Avrupa bir moloz yığını, yıkıntı kıta haline gelmiştir.

Batılı ülkeler bu nedenle artık kendi topraklarında savaş istemezler.

Savaşı muhakkak, hedef ülke topraklarında gerçekleştirmeye çalışırlar. Hatta maliyetten kaçınmak için, yani ekonomik olsun diye “vekâlet” verdikleri aktörleri savaşa sürerler.

Yani artık savaşın; maliyeti ekonomik, hedefteki yıkımı amaca göre düzenlenmiş şekli tercih edilmektedir. Hibrit veya sınırlı yapıdaki bu askeri mücadele; siyasi, sosyal, ekonomik, diplomatik ve diğer yöntemlerle desteklenmektedir.

Yani artık Çanakkale Savaşı’nda olduğu gibi savaşın bir “adabı” ve “ahlâkı” kalmamıştır.

Tanımı, içeriği, yapısı ve tarifi de karmaşıklaşmıştır.

Hangi şekil olursa olsun savaş; ‘ölüm’ ve ‘yıkım’ demektir.

Bunu en iyi askerler bilirler, alandan geldikleri için.

Ve savaşa en çok askerler karşıdır.

Mustafa Kemal’in “Savaş zorunlu ve hayati olmalı. Milleti savaşa götürünce, vicdanımda acı duymamalıyım. ‘Öldüreceğiz’ diyenlere karşı, ‘Ölmeyeceğiz’ diye harbe girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye uğramadıkça savaş bir cinayettir” sözü temel rehber olmalı.

İbn-i Haldun, “Coğrafya kaderdir” demiştir.

Bizim coğrafyamızın kaderi olsa gerek, bölgemizde savaş ve çatışmalar hiç eksik olmuyor.

Üstelik yeni tip savaşlarda, dost ve düşmanı iyi ayırmak gerekiyor artık.

Dikkat edelim; seçtiğimiz yöneticiler kaderimiz olmasın!

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar