POLİTİKA 

SAVAŞI OKUMAK

Bir yanda “Mavi Vatan” mücadelesi, diğer yanda kardeş Azerbaycan’ın Karabağ’da “Azatlık” operasyonu.

Aklımız bir Akdeniz’de, bir Karabağ’da…

Anlamaya çalışıyoruz.

Ekranlarda gördüğüm diplomatlar çok yükseklerdeler, sahaya inemiyorlar; kurmaylar ise taktik seviyeden yukarı çıkamıyor.

Ne olduğunu anlamak için, ikisini birleştirip anlatalım.

Bir savaşı okumak için önce, en üstte yer alan “politik katmana” bakmak gerekir.

En üst katmandaki siyasi/diplomatik mücadelede, hasım tarafın tecrit (yalnızlaştırma) edilmesi amaçlanır.

Yalnız kalmış hedef ülke, çoğu kez kararlı bir mücadele veremez.

Yani mücadeleye en üst katmanda ya üstünlükle başlarsınız ya da yalnızlığın sıkıntısı gücünüzü azaltmaya başlar.

Mavi Vatan’a bakalım:

Mavi Vatan’da haklıyız ve hakkımızı arıyoruz.

Peki, uluslararası siyasi ortamda haklılığımızı anlattığımız, bizi destekleyen ülke var mı?

Maalesef Mavi Vatan mücadelesinde tamamen yalnızız!

Herhalde Müslüman kardeş(lik)ler yalnızlığı olsa gerek bu.

Lozan Antlaşması’na göre silahsız statüdeki adaları silahlandıran, Anadolu’ya yakın adacıkları işgal eden Yunanistan; başta ABD ve AB olmak üzere, Mısır ve İsrail gibi deniz komşularımızı ve Suudi Arabistan ve küçük peyk devletçiklerini yanına almış.

Kendisinden ziyade oluşturduğu bloğu önümüze sürüyor.

İşte, son AB zirvesi ve Türkiye’nin açıkça tehdit edilmesi…

6 Eylül 2020 günü, AB Konseyi Başkanı Charles Michel’in Türkiye’ye karşı “havuç-sopa” stratejisi izlediklerini resmen açıklaması…

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de (sözde) kışkırtıcı eylemlerinin izleneceği ve gerekirse ekonomik yaptırımlar uygulanacağının resmi açıklamada yer alması…

Oruç Reis” sismik araştırma gemimiz bir süredir Antalya Limanı’na çekildi ve orada kaldı.

Zaten oldukça kötü durumdaki ekonomimizin, pandemiye ilave olarak bir de AB ambargosunu kaldıramayacağını düşünüp, “Mavi Vatan” mücadelesi şimdilik askıya alınmış gibi görünüyor…

Benzer yalnızlığı 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nda da yaşamış ve sonuçta dostumuz (!) ABD’nin ambargosuna maruz kalmıştık.

Azerbaycan’a gelince; Türkiye, Pakistan ve Afganistan hariç destek veren yok.

Ermeni füzeleri Azeri şehirlerinde sivil nüfusu hedef alıyor; ama medeni (!) Batı’dan kafasını çevirip bakan yok.

Peki, çaresiz miyiz?

Kurtuluş Savaşı’nı yöneten Mustafa Kemal Paşa kadar çaresiz değiliz herhalde. Memleketin fiilen işgal altında olması, iç isyanlar, parasızlık, ordusuzluk…

Mustafa Kemal Paşa, Sakarya Zaferi’ni takip eden süreçte önce İtalya ve Fransa ile anlaştı. Yunan’ı savaş ile yendi. İzmir’in kurtarılmasından sonra, Türk orduları kuzeye boğazlara yürürken, İngiltere yalnızlığın acısıyla kıvranıyordu.

Boğazlar ve Trakya’da yeni bir cephe açıp savunma düzeni almak istedi. Balkan devletleri ve hatta sömürgesi Hindistan’dan bile İngiltere’ye destek gelmedi.

Hele 19 Eylül 1922 Paris Toplantısı’nda, Fransa Başbakanı Raymond Poincare’in İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’u çocuk gibi azarlayarak “Artık Türklerle savaşmayacağız” diye çıkışması ve Curzon’un gözyaşlarıyla toplantıyı terk etmesini tekrar hatırlamakta fayda var.

İlginç bir tesadüf olsa gerek, Mustafa Kemal Paşa’nın usta diplomasisiyle, İstanbul tam da bugünlerde, 6 Ekim 1923’de, tek silah atılmadan kurtarılmıştı.

İşte, siyasi düzeyde mücadele böyle verilmelidir.

Bunun için tarihi ve diplomasiyi iyi bilmek ve ideolojik takıntılardan uzak kalıp milletin yüksek çıkarları için çalışmak gerekir.

Diplomatların elini kuvvetlendiren en önemli araç, askerin alandaki başarısıdır. Yani savaşı anlamada kullanacağımız ikinci katman, stratejik askeri harekât boyutudur.

Stratejik askeri harekât muhakkak harbin siyasi hedefine yöneltilir. Stratejik manevra yapmak, işin olmazsa olmazıdır.

Manevrayı belirlemek, siyasi amaç kadar iklim koşulları ve harekât coğrafyasının gerekliliklerine göre düzenlenir.

Sakarya Meydan Muharebesi’nde, savunmasının uygun arazide tertiplenmesi, zaferin ardındaki önemli etkenlerden biriydi.

Benzer şekilde, Büyük Taarruz’da başlangıç başarılarının elde edilip cephenin yarılması ve ardından 27 Ağustos akşamı yapılan değerlendirme ile çift taraflı kuşatmaya dönüp Yunan kuvvetlerini iki parçaya bölmek ve büyük grubu Çölköy’de çembere almak, hep coğrafyaya uygun manevralar ile mümkün olmuştur.

Azerbaycan kuvvetlerinin askeri stratejik harekâtına baktığımızda, kuzeyde Ağdere ve Murovdağ bölgesinde bir sektör oluştuğu ve bu harekâtın Kelbecer bölgesini hedeflediği, güneyde Fuzuli-Cebrayil bölgesinde bir sektör oluşturulduğu ve bu grubun Kubatlı yönünde ilerleyebileceği anlaşılmaktadır. Bu iki sektörün taarruzlarının ilerlemesi ile Lâçin’i ve bu bölgedeki koridoru hedefleyebileceği ve iki taraflı kuşatma ile başlayan ve çembere almaya yönelen bir stratejik resim oluşabileceği tahmin edilmektedir.

Kuzey ve güney sektörlerin Dağlık Karabağ’ın batısında Lâçin’de buluşması, Dağlık Karabağ’ın ana ulaşım/ikmal hattının kontrol altına alınması, savunan Ermeni işgalcilerin imha olması için uygun koşulları sağlaması bakımından önemlidir.

Bu amacın gerçekleşmesi için Lâçin’e bir Uçar Birlik Harekâtı düşünülmesi, harekâtın hızlanmasına katkı sağlayacaktır.

Bu manevralar ile koordineli olarak, Nahçivan ile Azerbaycan bağlantısını sağlayan Megri yolunun kontrolünün sağlanması, tarihi bir zaferin kapısını açabilecektir. Megri operasyonu için, özellikle İran ile diplomasi ve koordinasyon yapmanın bir gereklilik olduğunu hatırlatmak gerekir.

Açıklanan stratejik resmin oluşabilmesi için, askeri taktik/operatif düzeyde etkinlik gerekmektedir.

Yani savaşı anlamanın üçüncü katmanı, askeri taktik seviyedir.

Televizyon ekranlarında sıklıkla gördüğümüz silahlı insansız hava aracı (SİHA) taarruzları ile Ermeni zırhlı araçlarının tahrip edilmesi, bu katmana ilişkin görüntülerdir ve göğsümüzü kabartmaktadır.

Bu görüntülerde izlediğimiz SİHA taarruzlarının etkinliği kadar, kara birliklerinin hedefe hızla ilerlemeleri, stratejik başarının gerçekleşmesini sağlayacaktır.

Buraya kadar açıkladığımız askeri stratejik resmin oluşması için, Rusya’nın müdahalesi önlenmelidir.

Burada görev tekrar “devlet adamları” ve diplomatlara düşmektedir.

Mavi Vatan’a dönecek olursak…

İşe önce siyasi düzeyden başlayarak Mısır ve İsrail ile yeni bir denge oluşturmak, uygun bir başlangıç olacaktır.

Bu adım, Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının yeniden düzenlenmesine gidilen yolu açabilir.

Dışişleri Bakanlığı’ndaki profesyonel kapasiteden yararlanılması halinde, iyi gelişmeler beklemek hayal olmayacaktır.

Sonrasındaki iş, askeri stratejik seviyedir.

Çağdaş Çakabey’lerimiz, milli gemilerimiz (MİLGEM) ile gereğini yapabilecek yürek ve yetenektedirler.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar