30 AĞUSTOS HER ZAMANKİNDEN DAHA KUTLU OLSUN!
-ADANA-
Yokluk, açlık, sefalet ve özellikle de cehaletle yıllarca süren savaştır Büyük Taarruz. Ülkemizi hedef alanların birlik olduğu, düşmanlara karşı yalnızca ‘vatan aşkıyla, imanla, inançla’, sadece ‘yurt sevgisi, milli egemenlik ve bağımsızlığın devamı’ için verilen kahraman bir mücadele ve bu ülkenin bir avuç toprağına kurban olan binlerce vatansever ve binlerce evladın yazdığı ‘gerçek’ destandır.
30 Ağustos, Büyük Taarruz’un başarıyla sonuçlanmasından sonra, ülke topraklarının geri alınışını temsil eden gündür ve ‘Zafer Bayramı’ olarak bu yıl da kutlanacaktır, hatta bugün, 102 yıl sonra, her zamankinden daha büyük coşkuyla kutlanmalıdır.
Neden mi?
İnsanlar sahip olduklarının değerini çoğu zaman onları kaybetmeden bilmezler. Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları bize öyle büyük değerler bahşedip miras olarak bıraktılar ki özellikle ülkenin ve dünyanın geneline bakınca bunlara nasıl da sıkı sıkıya bağlanmamız gerektiğini daha net görüyoruz.
Bize bırakılan Atatürk milliyetçiliği, ‘Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk sayan, dil, ırk ve din gibi düşüncelerle yapılacak her türlü ayrımı reddeden, birleştirici ve bütünleştirici bir anlayışı’ temsil eder. Bu anlayıştan sapan bir ülke kaça bölünür, bölünen her grup birbirine düşürülünce ülke nasıl güç kaybeder, kaç masum can gider, kaç evlat ana babasız büyür, kaç nesil örselenerek hayat mücadelesi verir, görmedik mi?
Tek önderimiz Atatürk’ün, “Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz” diyerek getirdiği laiklik olmasaydı; ülke pusuya yatmış, din sömürüsünü kullanarak insanların önce duygularını, sonra mal, mülk, oy neleri varsa alıp götürenlerin; bu ülkeyi hızla kaç yıl geriye evirerek halkın ahretliği karşılığında kendi dünyalıklarını cukkaladıklarını görmedik mi?
Atatürk, 1926 yılında çıkardığı Türk Medeni Kanunu’yla aile ve toplum hayatında kadınlara Batılı ülkelerden daha önce geniş haklar tanıyıp Türk kadınlarını ‘şeriat’ zincirinden kurtarmıştır. Şeriatın insanlığa ve kadınlara yaptığı vahşeti apaçık izlediğimiz şu günlerde, kadın olarak sahip olduklarımızın ‘hayatımıza eş değer anlamını ve önemini’ görmedik mi?
Cephede evladım dediği askerleriyle, omuz omuza, imkânsızlıklar içinde savaşarak, işgal altındaki ülkeyi düşmanlardan temizleyip “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz!” diyen bir liderin yolundan sapan gözü dönmüşlerin para için ülkeyi ve kurumları tek tek nasıl sattıklarını, özelleştirme adı altında memleketin geçmişi dışında geleceğini de dış güçlere nasıl kiraladıklarını, sınırlarımızın nasıl yolgeçen hanına dönüştüğünü içimiz yanarak izlemedik mi?
Öyleyse ulusal bayramlarımızın kutlanmasına dahi tahammül edemeyen, bu değerleri tek tek elimizden ‘aldığını zanneden’ kişilere inat ‘hep birlikte, el ele, yürek yüreğe’, okullarda okunmasını yasaklayarak bizi yolumuzdan döndüreceklerini sananlara nispet, her zamankinden daha gür sesle söyleyelim: Bu günümüzü sağlayan Atatürk’tür, onun açtığı yolda, kurduğu ülküde, gösterdiği amaçta hiç durmadan yürüyeceğimize ant içeriz!
30 Ağustos Zafer Bayramı’mız kutlu olsun, 102 yıl sonra, yüzlerce kat fazla!