POLİTİKA TOPLUM 

GAZETE VE TV’LER “ÇORAP FABRİKASI” MI?

Gazete çıkarmak, çorap fabrikası işletmeye benzemez” cümlesi, Türkiye gazetecilik tarihinin kıvançla anılan sayfalarından birinin sloganıdır. 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü de oradan kalmıştır.

1961 yılında “dokuz gazete patronu”, gazetecilere yeni haklar getiren 212 sayılı Basın Kanunu ile Basın İlan Kurumu kurulmasına ilişkin yasanın yürürlüğe girmesine tepki olarak üç gün gazete çıkarmama kararı almışlardı. Bunun üzerine gazeteciler ‘Akşam’, ‘Cumhuriyet’, ‘Dünya’, ‘Hürriyet’, ‘Milliyet’, ‘Tercüman’, ‘Vatan’, ‘Yeni İstanbul’ ve ‘Yeni Sabah’ patronlarının bu kararını protesto ederek halkın gazetesiz kalmaması için de ‘BASIN’ adlı bir gazete çıkarmışlardı.

O gazetenin 11 Ocak’taki başyazısında gazete patronlarına “çorap fabrikası sahibi gibi” her şeye müdahale edemeyecekleri hatırlatılıyor, “Basın bir kamu hizmetidir” diye vurgulanıyordu. Üstelik bu hatırlatmanın muhatapları da günümüzdeki gibi holding sahipleri değildi. Hatta çoğu da gazeteci kökenliydi, sadece yayıncılık faaliyetinde bulunan patronlardı.

Gazetecilerin bu direnişi etkili de olmuş, gazete patronları iki yasayı iptal ettirememişlerdi. Ancak gazetecilerin, “Dokuz Patron Olayı” sırasındaki mücadeleleri çalışma koşullarını düzenleyen yasayı savunmakla sınırlı kaldı. Bir daha patronların yayınlara müdahalesine set çekecek “editoryal bağımsızlık” elde etmek için böyle bir toplu mücadele verilemedi.

O yıllarda siyasi ve ideolojik yaklaşımları ya da kişisel çıkarları doğrultusunda yayınlara müdahale eden patronların yerini 1980’lerden itibaren yayıncılık dışında şirketleri de olan ve gazeteci kökenli olmayan “holding patronları” aldı. Bu patronların çoğu için sahibi oldukları gazete veya TV kanalı ile bir banka, maden şirketi ya da akaryakıt şirketi işletmek arasında fark yoktu. Amaçları “kamu yararı” değil, kâr elde etmekti.

Ünlü medya patronu Robert Maxwell’in “Bu işe 90 milyon poundu hayır duası almak için yatırmadım, bu işin sahibi benim, patronu benim” dediği gibi Türkiye’deki holding patronu medya sahipleri de aynı anlayıştaydı; yayınlara müdahale hakkını kendilerinde görüyorlardı. Çoğu genel yayın yönetmeni ve yazı işleri müdürü, patronların isteklerine karşı direnmek bir yana onların özel ulağı konumunda olmaktan gocunmuyorlardı.

AKP döneminde ise siyasi iktidarla iş birliği içine giren holding patronlarının editoryal müdahaleleri daha da katmerlendi; siyasi propaganda çabası, ticari çıkarların yanına yerleşti; “editoryal bağımsızlık” tümüyle dinamitlendi.

Ne yazık ki, eleştirel ve alternatif medyanın büyük bölümünde de “editoryal bağımsızlık” sorunları yaşanıyor. Bu kesimde de patronlar, genel yayın yönetmenleri ve yazı işlerinin üzerinden elini eksik etmiyor. Gerekçeleri farklı olsa da müdahale hakkı görüyorlar kendilerinde.

İktidar medyasındaki patronlar gibi gizlemeye gerek görmeyenler bile oluyor; sahibi oldukları medya kuruluşlarının yayın faaliyetleri hakkında açıklama yapmaktan da kaçınmıyorlar. Bu tavırlarının gazeteciliğe zarar vereceğini, yayınların bağımsızlığına gölge düşüreceğini, patron çıkarının kamu yararının önüne geçtiği görüntüsü yaratacağını düşünemiyorlar.

Medya sahipleri, bırakın yayınlar hakkında değerlendirme yapmayı, tümüyle görünmez olmalı, editoryal bağımsızlığa saygı göstermeli. “Çorap fabrikası” yönetmekle medya sahipliği arasında fark olduğunu kabul etmeli…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar