GERÇEKLİK VE KURMACA BAĞLAMINDA ‘SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ’
-DİYARBAKIR-
Bir edebi metni sağlıklı değerlendirmenin başat faktörlerinden biri o edebi metnin içerisinde oluştuğu dönemi ve o dönemin şartlarını iyi anlamaktan geçer. Öyle ki Emile Zola’nın ‘Germinal’ini Alsace-Lorraine bölgesinden, Dostoyevski’nin ‘Suç ve Ceza’sını Petersburg’dan ve Yaşar Kemal’in eserlerini Anadolu ikliminden ve Çukurova’dan bağımsız düşünmenin/değerlendirmenin sağlıksız olacağı düşüncesini taşımaktayım. Bu bağlamdan yola çıkarak edebiyatımızda önemli bir yerde bulunan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ adlı romanını tahlil etmenin daha sağlıklı olacağının kanısındayım. Her ne kadar genel görüş ‘Huzur’ adlı romanının gölgesinde kaldığını iddia ediyor olsa da böyle düşünmenin doğru olmadığını savunanların safında olduğumu belirtmek isterim. Romanın yazıldığı ve yayınlandığı dönemi düşündüğümüzde Tanpınar’ın her şeyi yerli yerinde ördüğünü ve hiçbir şekilde boşluk bırakmadığına şahitlik ederiz. Her şeyden önce Tanpınar’ın gerçekten de dünya edebiyatını iyi takip edebildiğini, sembolistleri iyi okuduğunu ve özümsediğini, Freudyen yorumlamaları iyi bildiğini söylemeliyim. Dikkat çekici başka bir durum ise büyülü gerçekçilik edebiyatının örneklerine rastlamak mümkündür bu eserde. Her ne kadar romanın bütününe yaymasa da Latin Amerika edebiyatının literatüre kazandırdığı fantastik emarelere sıkça rastlamak mümkün. Öyle ki romanın anlatıcısı Hayri İrdal’ın halasının vefatıyla ilgili bölüm, Tanpınar’ın Türk büyülü gerçekçiliğini başlattığı tam da güzel bir örneğidir. Bu bölümdeki öyküde hala ölümü sonrasında namazı kılınsın diye Laleli Camii’ne götürülüp oradan defin işlemi için mezarlığa nakledilir. Tanpınar o bölümü şu sözlerle anlatır:
“İbrahim Bey, babamın bu iş için verdiği paradan kendisine de bir şeyler artırabilmek için Süpürgeciler Kâhyası’nın gelinini adeta bir fakir cenazesi gibi kaldırmıştı. Diğer taraftan aileden kimse bulunmadığı için yanına gömüleceği rahmetli zevcinin mezarı güç bulunmuş, geç kazılmış, araya bir yığın gecikme ve uygunsuzluk girmişti. Neticede tam kabir açılıp da kapağı ortadan kesilen tabut indirileceği sırada halam birden etrafın ölüm sandığı laterjik uykudan uyanmış ve öyle herhangi bir vaziyetten şaşıracak bir mahlûk olmadığı için, tabutun kapağını zorla kaldırarak etrafa bakmış ve daima müteallik olduğu cevdeti kariha sayesinde durumu bir lahzada kavrayarak cenazede tek yakından tanıdığı Etyemez İmamına, ‘Hadi beni çabuk eve götür’ emrini vermişti. İbrahim Bey’in anlattığına göre cenazede bulunan kalabalığın büyük kısmı korkudan kaçtığı için, tabutun Merkezefendi’den tekrar eve getirilmesi hayli güç olmuş. Hatta halam kaçamayacak kadar korkanları azarlamasaymış, bu iş biraz imkânsızlaşırmış.” (Dergâh Yay., 63. Baskı, sayfa 64)
Kitap; döneme, kurumlara, entelijansiyaya, çalışan kesime ve sayabileceğimiz birçok durum ve kavrama eleştiridir. Bu eleştiri yıkıcı değil yapıcı bir eleştiridir. Ahmet Hamdi Tanpınar, geleceği geçmişin temelleri üzerine kurmanın gerekliliğine inanmış bir aydındır. Dolayısıyla geçmişi farklı bir söylem ile Doğu düşünce sistemini yok saymamış, bunun yanında Batı düşünce sisteminden de yararlanmanın gerekli olduğunu savunagelmiştir. Tanpınar geçmişle kurduğu ilişkiyi şöyle değerlendirir ve “Ben bir çöküşün esteti değilim. Belki bu çöküşte yaşayan şeyler araştırıyorum. Onları değerlendiriyorum.” der. Evrenseli yakalayabilmek adına çalışmalar yapmış bir yazarla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirim.
Tanpınar, kendisini ulusal ölçeğe hapsettirmeyi taşralaştırmak olarak değerlendirir. Uluslararası kaynaklardan bahsederek, onlardan beslenerek ulusal bir üretimde bulunduğunu söyleyebiliriz. Zamansal bağlamları farklı olsa da George Orwell’ın ‘1984’ünün ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün daha olgun şekli olduğunu söylemek hiç de zor olmasa gerek. ‘1984’te de bütün insanların kontrol edildiği/edilebileceği düşüncesi mevcuttu. Aynı şekilde ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ de böylesi bir toplumu tasavvur edip kontrol altında tutmayı amaçlamaktadır. Zamana uygun yaşayan ve bu uygun zamanın dışına çıkmayan, zamanı en güzel şekilde kullanmayı becerebilen bir toplumu ortaya çıkarma hedefi vardır. Tanpınar gerçekleri ironik bir şekilde vermeyi amaçlamıştır. Dolayısıyla Selim İleri, ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü “göz kamaştırıcı bir ironi” diye tanımlar. Burada aklımıza ‘Don Kişot’ geliyor hemen. ‘Don Kişot’ta da Cervantes gerçeklikleri çarpıtarak veriyordu. İronik anlamda iki eserin benzerliğinden bahsetmek hiç de zor olmayacaktır. Romanda geçen “Türlü Meslekler Bankası” ifadesiyle sadece ulusal okur değil aynı zamanda çevrildiği yabancı dillerdeki okurun da temsiliyetini eklemleyebiliriz.
Handan İnci, “Aramış, bulmuş ve yazmış biri değil. Yazarken arıyor.” ifadesini kullanır Tanpınar için. Bu çok önemli; çünkü Tanpınar, arayışlarını edebiyatın içerisinde yapıyor.
Karşılaştırmalı modern edebiyatın önemli eleştirmenlerinden Süha Oğuzertem, o dönemin eleştirel durumunu şöyle değerlendirir ve “Kırk yıl önce yazılmış ve hep öteden beri övülmüşse de hakkında yazılanları okuduğumda ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün doğru dürüst anlaşılabildiğini sonucuna varmakta güçlük çekiyorum.” der. ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’, enstitü çevresinde örülmüş bir anlatı değil, anlatıcı çevresinde örülmüş bir anlatıdır. Buradan hareketle modern toplum işleyişi için bireylerin aynı uzamdan ziyade aynı zaman diliminde buluşmaları gerektiği kanısını taşımaktayım. Modern olma, eş zamanı yakalama/senkronize olma çabası veya deneyimidir diyebiliriz.
Roman ilk defa 20 Haziran-30 Eylül 1954 tarihleri arasında Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edilir. Burada “Yeni” kavramının bilinçli kullanıldığını düşünüyorum. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışıyla birlikte yeni geçilen Batılı yaşam tarzını ifade ettiğini belirtmek isterim. Bu gazetenin sahibi Habib Edip Törehan’ı anmamak eksilik ortaya çıkaracaktır. İyi bir tüccar olan zatın Tanpınar ile dostluğunun bulunduğunu söylemek zor olamasa gerek. Döneminde roman tefrika edilir, gazete satış rekorları kırar, çok pahalı saatler hediye eder okurlarına. Burada enstitü ile bu gazete adeta toplumu dizayn etme görevini üstlenmektedir. O dönemde Haldun Taner, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Peyami Safa, Reşat Nuri Güntekin gibi yazarlar da burada yazarlar. Türk yayın hayatına ciddi anlamda çığır açan bir gazeteden bahsedebiliriz. Enstitü topluma bir anlamda yenilikler yaşatmak istemektedir ve bunu da Yeni İstanbul gazetesi aracılığıyla yapmaktadır. Zamanın öneminden bahis açar ve şöyle devam eder:
“Vakit nakittir derler. Bazen bir dakikanın hayatınızda pek mühim bir rolü olur. Bazen de saatinizin iki üç dakikalık geri kalışı mühim bir işinizi geriye bırakabilir, hatta bir fırsatı kaçırabilirsiniz. Vakit, ancak yerinde kullanıldığı zaman hakikaten nakittir.”
Bu romanda bahsedilen kahramanlardan biri olan Muvakkit Nuri Efendi’yi –romanda olumlu bahsedilen üç kişiden biridir kendisi– anmadan geçmemek gerektiğini düşünüyorum. Aslında Nuri Efendi ile bahsedilen kişi Osmanlı ve Cumhuriyet devrinin son büyük saat ustası Mustafa Şemi Efendi’dir. Buradaki “nur” ve “şem” sözcükleri bilinçli kullanılmış olup “aydınlık” saçmaktadırlar.
Tanpınar, zaman konusunda devam ve süreklilik düşüncesini benimser. Tanpınar’a göre zaman yekpare ve parçalanamaz bir durumdadır. Dolayısıyla romanda zamanı, saati ve ayarı bir araya getirerek aslında Doğu ve Batı’nın zaman algılayışını mukayese eder.
Romanda hayal-gerçeklik bağlamında değerlendirebileceğimiz başka bir durum ise Daruttalim Kıraathanesi ve Esafil-i Şark gibi mekânlardır. Burada Esafil-i Şark, günümüz Türkçesiyle Doğunun Sefilleri önemli bir yer tutar ki Daruttalim Kıraathanesi içerisinde yer alan ve her kesimden insanların gelip hoşça vakit geçirdikleri bir mekân konumundadır. Daruttalim Kıraathanesi’ne dönemin kalburüstü şahsiyetleri uğrar. Arif Dino, Prof. Ali Nihat Tarlan, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal Beyatlı ve Tarık Buğra’yı sayabiliriz. Burada söylememiz gereken önemli detayın Daruttalim binasının İstanbul/Vezneciler’de bulunan Letafet Apartmanı’nın olduğu gerçeğidir. Burada gerçek ironik bir karikatürleştirmeyle verilmiştir. Bütün bu olaylar ve olayların geçtiği mekânlar bizi “hafıza mekânı” kavramına götürür aslında. Fransız Akademisi üyesi Pierre Nora’nın ilk defa kullandığı bu kavram romanda önemli yer tutar.
Tanpınar nesirleri olgunluk döneminin eserleridir. Aslında kendisini şair olarak konumlandırsa da düz yazı türünde de yetkin eserler yazmıştır. Burada kendisinin toplumun sosyolojik yapısını iyi bilmesi, birçok şehirde bulunması ve hatta bir dönemler milletvekilliği yapmış olması önemlidir. Romanlarında hayatından ve çevresinden ilham alarak bunları değiştirip dönüştürerek kurguladığını ve kendi üslubuyla imzaladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Mevcut olanı kendi zihninde yeniden var etme temayülüdür.
Ezcümle Ahmet Hamdi Tanpınar, bahsi geçen romanını yazarken gerek konu ve gerekse kahramanlar itibariyle gerçek hayattan kurguladığı açıktır. Burada yazar farklı dönemleri ve değişimleri ile birlikte kurumları ve kurumların işleyişlerini ironik ama bir o kadar da çarpıcı bir şekilde anlatmaktadır. Doğu-Batı sorunsalını kimlik karmaşası düzleminde işlemektedir.