EDEBİYAT 

DIŞLANMIŞLIĞIN RUHSAL YANSIMASI: ‘MAHCUBİYET VE HAYSİYET’

Kuzey Avrupa ve Norveç’in yetiştirdiği en önemli yazarlarından biri olan Dag Solstad tarafından yazılan kısa ama bir o kadar da çarpıcı olan roman. Solstad, bu eserini 1994’te kaleme almış ve ülkemizde de Temmuz 2018’de Yapı Kredi Yayınları tarafından çevirisi yayımlanmıştır.

Dag Solstad 16 Temmuz 1941’de Norveç/Sandefjord’da dünyaya gelmiştir. Edebiyat dünyasına 1965’te yazdığı ve yabancılaşma ile kimlik temalı ‘Spiral’ adlı kısa öyküsüyle adım attı. Dag Solstad birçok roman, öykü, deneme ve oyun kitabı yayımladı.

Yazar, Norveç’in en prestijli edebiyat ödülü olan ‘Norveç Eleştirmenler Ödülü’nü 3 defa alma başarısını göstermesinin yanı sıra ‘Kuzey Avrupa Edebiyat Ödülü’nü de almıştır.

İşin aslını söylemek gerekirse, biraz içkiye düşkün, ellisini geçmiş bir lise öğretmeniydi, her sabah birlikte kahvaltı ettiği hafif tombul bir karısı vardı. Ekim ayında bir pazartesinin, başı zonklayarak eşiyle kahvaltı masasında oturmakta olduğu bu sonbahar gününün, hayatının bir dönüm noktası olacağını henüz bilmiyordu. Her günkü gibi özenerek tertemiz bir gömlek giymişti üzerine, bu çağda ve bu koşullar altında yaşamak zorunda kalmanın verdiği ve bir türlü kurtulamadığı rahatsızlığı bir nebze hafifletiyordu bu gömlek…

Kitabın başlangıcında yukarıya aldığımız kısa pasajdan da anlaşılacağı üzere yaptığı mütevazı bir kahvaltıdan ya da üzerine giyebileceği ütülü bir gömlekten bile mutluluk zerrelerini arayan garip derviştir aslında yazar.

Bu yazımızda Dag Solstad’ın edebiyat dünyamıza geç girmiş fakat bu dünyada sarsıcı bir etki uyandırabilmiş olan ‘Mahcubiyet ve Haysiyet’ adlı eserini inceleyeceğiz. Bu roman aslında kısa bir metin ve şekilsel olarak baktığımızda herhangi bir bölümlendirme yapılmaksızın kaleme alınmış bir eser. Eserde birçok anlamda hayatı sorgulayan, yaşadığı toplumla ters yüz olmuş ve bu ters yüzlülüğün beraberinde getirdiği yabancılaşmaya tanık oluyoruz.

Diyebiliriz ki Solstad, “varoluşçu felsefeye sırtını dayamış ve bunu iliklerinde yaşamıştır”.

Romanın başkahramanı olarak karşımıza Elias Rukla çıkmaktadır. Elias Rukla, Norveç Oslo’da Fagerborg Lisesi’nde Norveç Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak çalışmaktadır. Monoton bir olağanlıkla her zaman olduğu gibi son sınıf öğrencileriyle birlikte Henrik Ibsen’in ‘Yaban Ördeği’ dramını işleyecektir; ama öğrencilerin vurdumduymazlıkları Elias’ı çileden çıkaracaktır. Elias lise son sınıfa gelmiş on sekizlerinde olan bu gençlerin edebiyata ve verdiği metne karşı ilgisizlikleri ve sorumsuz davranışları karşısında derin üzüntü yaşamaktadır. Anlaşılmadığını duyumsadıkça üzüntüsü artmaktadır. Ders zilinin çalmasıyla birlikte Rukla kendini sınıftan dışarı atar ve bahçeye çıktığında amansız bir yağmur ile karşılaşır. Şemsiyesi bir türlü açılmaz ve bahçede öğrenci ile öğretmenlerin gözü önünde şemsiyesini betona vurarak parçalamaya çalışır. Bu sırada hiçbir suçu olmayan bir kız öğrenci de nasibini alır E. Rukla’dan!

Burada şemsiyenin yerde darmadağın olması bir anlamıyla yaşadığı toplum ile sağlam bağlar kuramayan bireyin parçalanmışlığının yansımasıdır. Elias, toplumda bir şekilde görünür olmak istemektedir; ama bunu yapabildiğini söylememiz zor. Üniversite yıllarında felsefe alanında çalışmalarıyla/özellikle I. Kant ve K. Marx üzerinde yaptığı çalışmalarla ön plana çıkan arkadaşı Johan Corneliussen’in şahsında etkin olmak istemektedir; fakat onun gölgesi olmaktan da bir türlü kurtulamamaktadır. Elias Rukla, edebiyata hayranlık duymakta ve başarılı çalışmaları ve verdikleri eserlerle kendilerini topluma kabul ettirmiş olan F. Kafka, M. Proust, T. Mann ve R. Musil gibi yazarların adları ve eserlerinden bahsetmektedir. Aslında başka bir ifade ile, kendisini gerçekleştirmiş bireylere derin bir hayranlık duymakta ve hatta Thomas Mann tarafından romanının yazılmasını arzulamaktadır.

Bu eserde Solstad’ın ülkedaşı olan H. Ibsen’in eserine atıfta bulunması bize şunu da düşündürmektedir aynı zamanda: Solstad, Avrupa entelektüalizmine ve gerçekçi toplumcu yapıya dikkat çekmektedir. Çünkü Henrik Ibsen’in eleştirel gerçekçi edebiyatın tiyatrodaki öncü ismi olarak bilindiği su götürmez bir gerçektir. Roman Elias Rukla’nın 25 yıllık öğretmenlik serüveninin serencamıdır diyebiliriz. 1966 yılında üniversite öğrenimine başlayan Rukla’nın hayatı eserde geriye dönüş tekniğiyle bizlere anlatılmaktadır. Burada E. Rukla’nın okulu bitirmesi, öğretmen olması ve Eva ile evlenmesi gibi süreçlere şahit olmaktayız. Romanın başka ilginçliği de yağmurlu bir pazartesi sabahıyla başlayıp devam eden olaylardan sonra son sayfada tekrar başa dönmesidir.

Burada aslında Solstad, bizlere şunu açıkça söylemektedir: “Yaşadığımız toplumda kendi lehimize çeviremediğimiz durumlara karşı bir boyun eğme durumu yaşamak zorunda kalırız. Değiştiremediğimiz durumları kabullenip o şekilde yaşamaya başlarız ki bu da kelimenin tam anlamıyla bir boyun eğme durumunu çıkartır karşımıza.

Elias Rukla işini bir monoton şekilde yapan, tam da yaşamı durağan bir yurttaş olarak adlandırabilecek bir kişiliktir.

Ezcümle, ‘Mahcubiyet ve Haysiyet’ için birçok sözü dile getirebiliriz. Kısa ve çok farklı olan bu metin çok katmanlı, iç içe geçmiş yapısı, geriye dönüş teknikleriyle yazarın yaşadığı toplum ve kendisiyle yüzleşmesi ve hesaplaşmasıdır diyebiliriz. Toplumun dışına itilmiş olan öğretmen Elias Rukla’nın hayata tutunabilme çabasının yansıması olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Kendisiyle hesaplamayı toplumsallaştıran haysiyetli başkarakterin topluma ve yaşama olan mahcubiyetine tanıklık etmekteyiz.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar