ADANA MERKEZ PARK
-ANKARA-
Kentlerin rüyası, Adana Merkez Park yolundayım. Adana sokaklarında yürürken, “Su görmemiş bir kente yaradır nehir yatağı” diyen Barış Erdoğan’ın sesi kulaklarımda çınlıyor. Gözlerim geçmişi ararken adımlarım silinmiş şeylerin peşinden gidiyor. Eski Adana’nın taş sokaklarını, portakal bahçelerini, taşan baraj sularını özlüyorum. O suların akışına kapılan gönlüm beni Adana Merkez Park’a götürüyor. Kentin görünmez hayaletlerini selamlıyorum.
Antik Kilikya’nın en önemli şehirlerinden biri olan Adana’nın sıcacık kış günlerinden birindeyiz. Bir mite göre gök tanrısı Uranüs’ün ‘Adanus’ ve ‘Sarus’ adında iki oğlu savaşarak Adana civarına gelmiş. Adanus adını kurduğu şehre vermiş. Seyhan Nehri de Sarus adını almış. Seyhan Nehri’nin kıyısında kurulan parkın önündeyim. Yıllarca önünden geçip gittim. Portakal ağaçlarının özlemiyle baktım o tarafa. Türkiye’nin en büyük parkı olan Adana Merkez Parkı’nın bulunduğu alanda eskiden narenciye bahçeleri, eski otogar ve nehrin taşmasına karşı boş bırakılan araziler vardı. Dalından yeni kopmuş portakallar alırdık bahçelerin önünden. Sabancı Merkez Camii’n bulunduğu yerde ise eski otogar vardı. Sıcak ve nemden bunalmış yolcular bavullarında anılarla dönerlerdi evlerine. Zihinlere işlenmiş portakal çiçeği kokularına eşlik eden kebap kokularını taşırdı otobüsler dört bir yana. Her kentin kendine has bir kokusu ve rengi vardır. Bellek denilen şey kendini sürekli yineliyor, kent böylece var oluyor. Metropolleşmiş Adana, “Eski Adana” ile karşılaştırıldığında metropolün artı bir çekicilik kazandırdığını düşünebilirsiniz. Yeniler eskilerden daha mı iyi, daha mı kötü, sorgulamak boşuna.
Eski otogarın kuzeyindeki Salcılar semtinde büyük hızarlar işlerdi. Çok daha önceleri bu bölgede sal yapılırmış, Salcılar adı oradan gelmiş. Bugünkü Galeria’nın olduğu yerde ise Adana’nın pavyonları vardı. Zamanında pek çok ünlü şarkıcı buralarda sahne almış. Otogarın yanında oto tamircileri, sabahçı kahveleri ve türlü esnaf sıcak sohbetlerle güne başlardı. Kent büyüdükçe çehresi de kaçınılmaz olarak değişmeye başladı. Zamanla artan yoğunluktan dolayı otogar taşındı. Şimdi burada, Seyhan Nehri’nin iki yakasında fıskiyeli uzun havuzları ve geniş çimenlikleriyle Türkiye’nin en büyük ve en güzel parklarından birisi var. Merkez Park, 400 bini aşkın 67 tür ağaç ve çalı, 40 tür kaktüs, yer örtücü 379 bin 724 adet bitki ve 50 bin adet aromatik kokulu bitki ile Adana’nın “Açık Hava Bitki Koleksiyonu” olmuş. Nehrin güneyine Galeria Alışveriş Merkezi, kuzeyine Mimar Sinan Amfi Tiyatrosu yapılmış. 1998’de bölgedeki 100 ev yıkılmış ve Sinanpaşa Asma Köprüsü kurulmuş. Yayalar için nehir üzerinde iki asma köprü var. Kürekçilerin ağır ağır çektiği gondollar geçiyor köprülerin altından, martılar çığlık çığlığa dönüyor nehrin üzerinde. Oktay Rifat’ın martı sesleri düşüyor üstüme, çakıllı yollarda yürürken zaman kırıntılarını toplayıp gizlice kalbime yerleştiriyorum.
Gölün mavisi ile gökyüzünün mavisi birbirine karışıyor. Metropolleşen Adana’nın devasa yapılarının ve yeşilin sudaki yansımaları masalsı bir hava oluşturuyor. Park ve cadde arasında üç kilometrelik koşu ve bisiklet parkuru yapılmış. 2004 yılında açılan park 33 hektarlık bir alanı kaplamış. Parkın içinde 12 havuz, paten pisti, çocuk oyun alanları, çok güzel tasarlanmış dinlenme terasları ve çardaklar var. Baraj gölü çevresindeki yapılanmaya “Yeni Adana” deniyor. Manzaraya bakarken kentin hangi yanının gerçek olduğu konusunda şüpheye düşüyorum. “Üst üste kurmuşlar kentleri / Sarmışlar masalla.” (Melih Cevdet Anday)
Belleğimde birbirinden güzel iki ayrı kent var. Ayrı uçlardaki “eski” ve “yeni” Adana, imgeleri kendi içinde çoğaltıyormuş gibi görünüyor. Oysaki birbirinden ayrılmayan ama birbirini görmeyen ön ve arka yüzlerden ibaretler. Yürüdüğüm yollarda turunç ağaçları sıralanmış. Ağaç altlarına düşmüş turunçları topluyorum. Ellerime sinen turunç kokusunu çekiyorum içime. Bir atlıkarıncadan seyrediyorum sanki çevremdeki manzarayı. Geçip gidiyor ben dönerken önümden eski ve yeni. Seyrederken kurduğum hayaller bir yanda, modern kentin karmaşası diğer yanda. Yüce Han, Marco Polo’ya düşünde gördüğü bir kenti anlatır ve onu bulmasını ister. Marco Polo, o kenti bulacağını ama anlatamayacağını söyler. “Böyle kentlerin basit sırları vardır” der. Yalnız gidişleri bilir, dönüşleri bilmez. “Gitsem de her yerde biraz vardır / Hatırda zamansız bir plak.” (Edip Cansever)