YAŞAM 

ALICISINA HİÇBİR ZAMAN ULAŞAMAYACAK MEKTUP

–Serdar Ali Hortoğlu için…

Ölüm ne yaşayanları ilgilendirir ne de ölüleri; çünkü yaşayanlar için ölüm yoktur, ölülerin ise zaten kendileri yoktur.” – Epikuros

Sevgili Serdar,

Temmuzun sonlarıydı. Kenan Budak yazısı olan ‘Temmuz’u hazırlamış, kara bir haberden dolayı yayına verememiştim. Kara haberler durmak bilmiyordu, ülke yangın yeriydi. Ormanlar, içinde barındırdığı diğer canlılar ile birlikte yanıyor, kor bir ateşe dönüşüyordu. Halklarımızın iliğini kemiğini sömürerek açlığa ve yoksulluğa mahkûm edip kışlığı ve yazlığı ile saraylar yaptıran iktidar kılını kıpırdatamamış, bir yangın söndürme uçağı dahi kaldıramamıştı. Yoktu aslında, olan ise yandaşa peşkeş çekilmişti. Hemen sonrasında dere yataklarını kurutup yaşam alanlarımızı HES projelerine kurban veren hükümetin yanlış uygulamaları sonucu sel bir felakete dönüştü. Onlarca insanımız öldü, yüzlerce yurttaş evsiz kaldı. Ve devletin yardım götürmemekte kararlı olduğu Dersim ormanlarının yanmasıyla bir kez daha doğa katliamı yaşandı. Bütün bunlardan haberin oldu mu, bilemiyorum. Eğer haberin olsaydı ince ince eleştirilerini sosyal medyadan sıralamış olurdun.

Serdar’ım, güzel gülüşlüm,

Bu, politik içerikli bir mektup olmayacaktı. Zira Marksizm’i, sosyalizmi aramızda çok konuşmuş, kendimizce ülke sorunlarına çözüm üretmeye çalışmıştık. Neyleyim ki politikadan, özellikle de devrimci/sosyalist politikadan kaçış olmuyor ve hayatın her alanında politika zaten var. Bundan kaçışın ülkemize, insanlığa en büyük kötülük olacağını en iyi bilenlerden birisi de sensin.

Dayıcığım,

Temmuz olanca yakıcılığını sürdürürken 29 Temmuz gece yarısına doğru ortak bir dostumuzdan telefon geldi. Hiçbir şey söyleyemiyor, ağlamaktan konuşamıyordu. Keşan’da bir dost meclisindeydim, var olan coşkulu sohbet bir anda matem havasına bürünmüştü. Serdar, bu öyle bir haberdi ki yüreklerimiz yerlerinden söküldü, kolumuz kanadımız kırıldı. Biliyorum, bundan senin haberin olmadı, hiçbir zaman da olmayacak.

Ertesi gün, 30 Temmuz’da 18.00 uçağına güç de olsa yer bulabilmiş, Antep’e gidiyordum. Neden gittiğim gerçeğini ancak idrak edebildiğimde yüreğim sıkışıyor, gözyaşlarım usul usul yanaklarımdan süzülüyordu.

Antep’e daha önce de gitmiştim. İlki 1990 yılıydı. Sınırı “aşağıdan” geçerek kaybolacaktık. Bu “kaybolma” olayını Son Baskı’daki bir yazımda kısmen anlatmıştım ve seninle de uzun uzun konuşmuştuk. Kaldığım bir aylık süre içerisinde üniversitede, işçiler arasında ve mahallelerde yeni örgütlenmeler yapmaya çalışmış, ağırlıklı olarak Düztepe Mahallesi’nde barınmıştım. Buranın senin mahallen olduğunu bilmiyordum. O zamanlar muhtemelen sen yoktun oralarda, gerçi şimdi de olmayacaksın.

Antep’e ikinci gidişim dostlarla birlikte sana geçmiş olsun ziyareti içindi. Ağır bir kalp ameliyatı geçirmiştin. Sevgili annen de o zamanlar aramızdaydı. Evet, saz çalıp türkü söyleyememiştin bize ama içten ve samimi dostluğunla, güzel konuşmanla, eşsiz gülüşlerin eşliğinde doyumsuz uzun sohbetimiz olmuştu.

Şimdi izin verirsen seni Son Baskı okuruna kısaca anlatmak istiyorum ki Serdar Ali Hortoğlu’nu, “bizim” o büyük sanatçımızı kısa da olsa tanısın.

Sevgili okur,

Serdar bir sanatçıdır, ünlü değildir ama bizim küçük dar çevremiz için bir halk ozanıdır. Bağlama üstadıdır, sazı “konuşturanlardandır”.

Marksist sanat çerçevesinde dünyayı değiştirmeye yönelik devrimci bir amaç taşıyan sanatı, toplumsal dönüşümün en etkili aracı görenler arasındadır. Çok güzel sesi ve sazıyla dost meclislerinin vazgeçilmezidir. Adana’daki bir araya gelişlerimizde Serdar olmazsa olmazımızdır. Antep’te, uzun yıllar yaşadığı Bodrum’da, her nerede olursa olsun mutlaka gelir ve aramızdaki yerini alır.

Sevgili Zeki’nin deyimiyle “türküleri yurt edinenim, türküleri dost muhabbetlerinden başka hiçbir yere sunmayanım”dır. İşte böyle bir ozandır Serdar.

Kimimiz için “dayım”, kimimiz için “mırım”dır. Hepimiz için insanların yüreğine dokunmuş, candan bir dosttur, yoldaştır.

Dayım, mırım, Serdar’ım,

Şimdi sen, “Dayıcığım, bu senin yaptığın nekrolojidir. Nekroloji, ölmüş sanatçıların arkasından yazılan yazılara denir. Ne ben öldüm ne de sanatçıyım” diyeceksin. Hayır, dayıcığım, sen bir sanatçısın, öldükten sonra değeri anlaşılanlardan değil, bizim küçük ama sağlam topluluğumuz için her daim değerlisin, sevgin yüreğimizin en güzel köşesinde, hatıran ömrümüzün sonuna kadar hafızalarımızda olacaktır. Fakat o kadar çok üzgünüm ki o gece gelen telefonda dostumuzun ağlayarak söylediği gibi, ölümün kol gezdiği sevgili ülkemde ölüm kuyruğuna girmiştin. Söylemeye dilim varmıyor, lâl oluyor dilim; ama öldün, Serdar. Ölmenin yalnızlığı içinde…

Biliyorum, bundan da haberin olmadı, hiçbir zaman da olmayacak.

Kuşkusuz, anılarınla sonsuza kadar yaşayacaksın; fakat iliklerimize kadar hissettirdiğin acını kabullenmek çok zor olacak.

– Serdar Ali Hortoğlu –
Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar