ADANA VE DOSTLUK ÜZERİNE BİR “GEZİ” YAZISI
-İSTANBUL-
1980’in Haziran’ında, askeri faşist darbenin hemen öncesinde liseyi bitirmiş, kendimi bir boşlukta hissediyordum. Mahallemizde bir kıza âşıktım. Doğum gününe davet edildim, ev çok kalabalık, ben çok utangacım, çok terliyorum. O zamanlar hatıra defterleri oldukça modaydı. Bir şeyler yazmamı istediler. Bunu fırsat bilip hemen yakındaki evimize gidip o aralar okuduğum Montaigne’in ‘Denemeler’ kitabını almak için çıktım. Bu biraz iyi geldi; terim soğudu, rahatladım. Hatıra defterine ‘Denemeler’deki dostlukla ilgili paragraftan bir bölümü tırnak içinde kendi düşüncemle birlikte yazdım. (Montaigne’i okumanızı öneririm.)
Adana memleketim sayılır; orada okudum, bir dönem orada yaşadım, defalarca gittim. Bir seyyah gibi en iyi kebabının nerede yenip rakı içileceğini, güzelliklerini, tarihi yerlerini anlatacak değilim. Hayatım boyunca dostluğu, güzellikleri, acıları, mücadeleyi paylaştığım arkadaşlarımı, yoldaşlarımı orada edindim. Zeytinburnu da memleketim sayılır, zira orada doğmadım ama çocukluğum, gençliğim orada geçti. İnandığım şey uğruna kavga etmeyi, yaşam boyu sürecek ilk dostlukları, yoldaşlıkları da orada edindim. Belki Zeytinburnu ayrı bir yazı konusu olur; lakin benim gibi yazma tembeli birisinden söz istemeyin.
O dönemin Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin (ÇÜ İİBF) hemen yanında bir çamlık vardır. Ders dışı vakitlerimizi orada geçirir, satranç, futbol, masa tenisi oynar, politik sohbetlerimizi orada yapardık. Okul gibiydi. Birbirimizin hayatına orada dokunduk. Son 15-16 yıldır ÇÜ İİBF mezunları olarak her yıl nisan ayının ilk haftasında Çamlık’ta bir araya geliyoruz. Eğer bölünerek değil de birleşerek çoğalacağımızı idrak edebilirsek, bölünmeyi engelleyebilirsek bu etkinlik –bu yıl olduğu gibi– bundan sonra da mayısın ilk haftasında olacak.
Çamlık’a adım atar atmaz uzun yıllardır hiç kopmadığımız kocaman gülüşlü dostlarla dolu olduğunu görüyoruz. Her biri ile ilk günün sıcaklığıyla kucaklaşıyoruz. Sohbet ilerledikçe uzun süre yazı yazmadığımı belirten, niye yazmadığımı soran, kendilerini yazılarımdan mahrum etmememi isteyen konuşmalardan anlıyorum ki küçük çaplı 5-10 kişi kadar fanatik bir okur grubum var. Bu duruma içten içe seviniyorum. “Niye yazmıyorsunuz, kardeş, işte konu önünüzde” diyorlar. Benim için bahane hazır: 60 yaşımdan sonra yeniden proleterleştim. Akşamüzeri 15.00’te işe gitmek üzere evden çıkıyorum. İşim ne zaman biterse – ki bu genellikle gece yarısını geçiyor – eve dönüyorum. Geç saatlerde uyuyup ertesi gün geç saatlerde uyanıyorum. Hayatım kendimi yeniden üretemediğim bu kısır döngü içerisinde akıp gidiyor. Bir de cumartesi günleri çalışınca yazı yazmak dâhil, kendimle ilgili çok fazla bir şey yapamıyorum.
Sadece bana özgüymüş gibi anlattığım sorun aslında tüm ezilenlerin, emekçilerin sorunudur. Kapitalizm doğası gereği bir avuç sermayedardan başkasını düşünmez; işçiyi, memuru, beyaz yakalıyı, köylüyü iliklerine dek sömürür. Bu noktada hayat, bir kez daha çözümün sosyalist üretim ilişkilerini tesis etmekte olduğunu dayatıyor.
Konumuzdan uzaklaşmayayım. Hiçbir zaman kendimi “Mutluyum” ya da “Çok mutlu oldum” gibi klişe cümlelerle tanımlamadım. Bu, “mutlu olmadığım zamanlar” anlamına gelmiyor, aksine yaşamın olağan akışı içinde bütün acı ve zorluğuna karşın keyif alarak yaşanmaya değer bir hayat sürdüm.
Hapishanede, sahiplerine idare kanalıyla değil, elden, yani gizliden iletilmek üzere ve ele geçme olasılığına karşı her bir dostumu kodlayarak bir mektup yazmıştım. Bunlardan birisi için şöyle yazmışım: “Yatağını yakma pahasına uyanır uyanmaz sigara içen, grubumuzun en yakışıklısı!” Adana seyahatimin anlatılmaya değer en güzel yanı uzun yıllardır görmediğim bu dostumla “karşılaşmamızdı”.
Oğlum Ali’nin üniversite sınavındaki başarısı bile beni bu kadar mutlu etmemişti. O bir gururdu, büyük sevinçti, beklenen bir şeydi. Şimdi ise beklenmeyen gerçekleşmişti. Montaigne’in çok güzel ifade ettiği dostluk tanımındaki dostumla karşılaşmıştım. Sizlere anlatmaya değecek kadar mutlu olmuştum.
Bu yazının başlığı aslında ‘Bir Gezi Yazısı: Adana, Kahire, Kosova’ olacaktı. Ne var ki durum değişince Kahire-Kosova izlenimleri bir sonraki yazının konusu olacak.