FELSEFE POLİTİKA TOPLUM 

BİLGE KRALLAR ÇAĞINDAN CAHİL YÖNETİCİLER ZAMANINA YÖNETİMSEL EVRİMLEŞME

Eski Yunan aristokrasisinde, tıpkı Samos tiranı Polykrates ile Mısır firavunu Amasis arasında geçen hikâyede olduğu gibi “Hiçbir ölümlüyü, ömrü bir felakete uğramaksızın tükenmeden önce mutlu sayamayız” düşüncesi hâkimdi.

Bu bağlamda kısa bir hikâye ile başlayayım: Tarihte Solon ve Kroisos’un muhteşem hikâyesi vardır. Kroisos (Karun, Krezus), M.Ö. 6’ncı yüzyılda 560-546 yılları arasında Lidya Krallığı yapmış, zenginliğiyle tarihte iz bırakmış bir kral. Başkent Sardes (Salihli, Sart), Kroisos döneminde gücü ve zenginliği nedeniyle, gezginlerin ve filozofların uğrak yeri olmuş. Bu ziyaretçilerden birisi de; M.Ö. 640-559’da yaşamış, Atinalı hukukçu, şair ve filozof olan “eski çağın yedi bilgesinden biri” kabul edilen Solon’dur.

Atinalı Solon, Lidya Kralı Kroisos’u ziyaret eder. Kralın konuğu olarak sarayda misafir edilir. Kroisos’un buyruğundakiler ona hazineleri, üstün ve görkemli şeyleri gösterdikten sonra Kral Kroisos, Solon’a şunu söyler: “Bir filozof olarak sana bunca ülkeyi gezdirten meraklı yaradılışının ve bilgeliğinin ününü birçok kez biz de duyduk, bundan ötürü sana şunu sormak isteği uyandı bende: Acaba mutlulukta başka herkesi geride bırakan bir kimseye rastladın mı?

Kroisos’un bu soruyu sormaktaki amacı, kendisinin dünyanın en mutlu adamı olmasıyla övünmesiydi. Fakat Solon, Kroisos’un beklemediği bir cevap vererek Atinalı Tellos’u gördüğünü söyler. Onun güzel ve erdemli çocukları olduğunu, hayatının yurdunu savunurken, düşmanı önüne katıp kovalarken ölümlerin en güzelini bulduğunu dile getirir. Kroisos, Solon’a Tellos’tan sonra en talihli ölümlünün kim olduğunu sorar, hiç olmazsa ikinciliğin kendisine ait olduğunu düşünmektedir. Ancak Solon’dan yine beklenmedik bir cevap alır. Solon bu sefer Kleobis ve Biton’un adını verir. Kroisos öfkelenerek, “Solon, bizim mutluluğumuzu hiçe mi sayıyorsun ki bu basit insanları ikinci sıraya koyuyorsun?” der, Solon sakin bir şekilde cevap verir: “Kroisos, insan için yalnız talih ve talihsizlik vardır. Evet, görüyorum, sen çok zenginsin, çok insana hükmediyorsun; ama benden istediğin şeye cevap veremem. Çünkü önce ömrünün güzel bir sonla bağlandığını öğrenmem gerekir. Her şeyin sonuna bakmalıdır, tanrı çok insana mutluluğu yem olarak sunar, sonra çeker alır elinden.

Kroisos, Solon’dan istediği cevapları alamayınca onu sarayından kapı dışarı eder. Lidya Kralı Kroisos’un sonu pek güzel olmaz. Pers Kralı Kyros, Lidya Krallığı’nı ele geçirir. Kral Kroisos’u idam edeceği sırada Kroisos, Solon ile arasında geçen konuşmayı hatırlayarak, “Solon! Solon! Solon!” diye bağırır. Bunun üzerine Kral Kyros, Solon’un kim olduğunu sorar. Kroisos, Solon ile arasında geçenleri anlatır ve Solon’un haklı çıktığını söyler. Kyros, Solon’un bilgeliğine hayran kalır ve Kroisos’u idam etmekten vazgeçer.

Geçmiş anlatılırken hikâyenin güzel bitmesi, olayı daha da efsaneleştirir. Ve nedense akılda hep güzel hikâyeler kalır. Demek ki zalimlerin, zorbaların tarihini not düşmek hiçbir tarihçinin istediği değildir. Yavan ve yoz olanın hikâyesi, tarihin dijital sayfalarında kendine “kiralık yer” bile bulamıyor artık. Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür. Günümüzde bu yazılar büyük bilgisayarların terabayt alanlarına yazılmakta, insanın naif aklına zahmet vermeden.

Siyasi terminoloji bilen insanların basın üzerinden verilen mesajları algılama ve yorumlama şekli ile normal yurttaşların buradan çıkarımları çoğu kez birbirinden çok farklıdır. Bunun birçok nedeni var, eğitim seviyesinden tutun da yaşadığı bölgenin, hatta mahallenin etkisi bile olay ve olgulara tamamen farklı yüklenimler yaptırmaktadır. Her birey, yaşadığı ülkenin sorunları üzerine birtakım fikirler yürütmektedir. Söylemde kalanlar “seçmen”, eyleme geçenler de “siyasiler” olmaktadır. Siyasilerin en yeteneklisi, en cevvali, en atak olanı da ülkenin yöneticisi olmaktadır. Geleneksel siyasi yönetim modeli hâlâ bu düzlem üzerinden yürütülmektedir. Eski uygarlık ya da şehir devletleri yönetim modelinde bunu “en bilge kişi” yapardı. Günümüzde de “en bilge kişi” söylemi hoş bir tarihi not olarak kitapları süslemektedir. Yurttaşlık bilincinin temeli de, uygunluğun kendi isteğinin teyidi ile netlik kazanmaktadır. Bireyde şartlı olan bu yönelim, devlet özelinde ortadan kaldırılmaktadır. Söz konusu olan devletin egemenliği ise, bu şartı bertaraf edip bekası için sınırlandırabilmektedir. Vatandaşlık bilincinde, genellemenin buradan kaynaklandığı ve doğumla başlayıp bağlılık ile devam eden bir otonom ilişki olduğu hepimizin malumudur. Yurttaş, kendi kararlarında özgür, fakat devlete karşı sorumludur. Buradan hareketle, kişi kendi yaşama isteğini bağlı olduğu devletin yasalarına uygun olarak minimize etmeye çabalar. Karar, irade beyanı ya da eyleminde kendine verdiği zarar devleti pek bağlamasa da diğer birey ya da devletin kendisine gelecek zararların hepsinden edilgen bir şekilde sorumludur. “Kültürel zorbalığı yasalar korumaktadır”. Aşırı korumacı yasalar, yeni zorbalık modeli olarak hukukun üstünlüğü formunu yaratmaktadır. O yüzden “karşı koyan” ile “muhafaza eden” arasında biteviye bir çatışma vardır her zaman.

Gelişmiş toplumlarda, hemen neredeyse her küçük topluluk kendi dil, gelenek, örf ya da âdetlerini uygularken, otorite tarafından orantısız bir zorbalığa maruz bırakılmaktan kaçınmaktadır. Gelişmişlik, toplumsal çeşitliliği bir zenginlik sayar. Her tür farklılık dünyanın çiçekleri gibi görünür. Bu yüzden, “Farklılığımız zenginliğimizdir” söylemi yaygın olarak kültürel farklılıkların sloganı gibi dile getirilir. Gelişmemiş, daha doğrusu gelişmişlerin aşağılık kompleksine kapılmasın diye riyakârca taktıkları tanımla “gelişmekte olan toplumlar” diye adlandırdıkları kesimler de, bu gibi durumlar henüz tahammül edilecek noktada değildirler. Bu grup ülkelerde egemen sınıf benzeş olmayana daha tahammülsüz davranmaktadır. Şöyle ki Mısır Kiptileri, Irak Yezidileri veya Türkiye Kürtleri, Romanları, Çerkezleri ya da son zamanlarda görünen Arap göçmenleri kendi yaşam formunu yaşama biçimine ve kültürel coğrafyasına uyarlamak ister. Bu zorlama ile kendi güvenli yaşam alanlarının çizgilerini iyice belirginleştirmek isterler. Zaten siyasal ve ideolojik tercih, bu yaşama isteğinin sürekli olarak kendi değerleri üstünden olması çabası değil midir? Bu zorlamanın, devletin kolluk kuvvetlerince yapılması “zorba rejim” oluşturmaktadır ki günümüzde iyice belirgin bir hale geldiği görülmektedir. Bazen, bu zorbalığı sermaye sınıfının elindeki üretim gücü ile de yapmaktadır. Parasal hegemonya evrensel bir yönetim şeklidir. Bunu Dünya Bankası, IMF ya da düşünce kuruluşları gibi belli bir kesimin çıkarlarını koruyan organizasyonlar şeklinde de yapabilmektedir. Çünkü paranın etrafında organize olmak, insan davranışına çok uygun bir nitelemedir. Ortak ülküler, çıkar hedefine vardırılmak istendiğinde buna taraftar bulmak artık çok kolay görünmemektedir. Çünkü askeri güce dayalı bir hegemonya hem çok pahalı hem de mikro milliyetçilik karşısında son zamanlarda ağır yenilgiler aldığı için tercih edilmekten kaçınılmıştır. Emperyalizm, organize olmamış zayıf toplulukları kontrolüne geçirmek ister, bunlar genellikle azınlık gruplar olmaktadır. Sömürgeci taraf, sahibi olmayan bu azınlık grupları ne kadar kontrol altında tutarsa, kendini o denli daha güvende hissedecektir. Çünkü kapitalizm, sömürüye bel bağlar. Yarın tüketeceği kaynağı da elinin altında bulundurmak ister. Güven duygusu, kolektif bir durumdur. Amerikan toplumunun yapısında bunu kolayca tahlil edebiliriz. İnsan ancak ve ancak kendine benzeyen, ortak değer yargıları oluşmuş bir topluluk içerisinde güvende hissedebilir. Beslenme şekli de bir kültür formudur. Pizza, kola ya da hamburgerin toplumsal bilinç için sembol olması gibi… Toplumları her zaman değerler olgusu bir arada tutmaz, bazen bir marka bir ürün bile toplumun en büyük ortak paydası olabilir. O toplumu anlamak için oraya işaret koymanız gerekir.

Devlet gücü çoğu kez ideolojilere yaslanmaktadır. İdeoloji; toplumsal dünyayı anlamamıza yarayan farklı açıklama tarzlarının, toplumsal gerçeklikleri değişik dünya görünüşlerine göre anlamlandırma çabalarıdır. İdeoloji sosyal bilimlerde sık kullanılan kavramlardan bir tanesidir. Ancak bu sık kullanımına karşılık tanım ve anlam çeşitliliği de bir o kadar fazladır. Dolayısıyla farklı açıklama ve anlama çabaları da eklendiğinde sosyoloji için başka, siyaset bilimi için başka ya da diğer bir sosyal bilim alanı için başka göndermeleri olabilen bir kavramdır.

Birçoğumuz her sabah uyandığımızda, önümüzde büyük umutların olduğu bir amaç etrafında kendimizi yeniden inşa etmek üzere harekete geçiyoruz. Yaşam, “söylemde örtük eylemde açık” bir çekişme, bir rekabet ve biteviye ölmemek için gayret işidir (çalışmak, üretmek, yemek, içmek, eğlenmek, gezmek ve mümkünse saygı görmek başkaları tarafından). Her insanın güne, aya, hatta yıla ait bir ajandası ya da gündemi vardır. Bunu güzel kelimelerle ifade ettiğinizde “planlama”, “program” ve “hedef” olarak adlandırırsınız. Fakat büyük çoğunluk, uzun süreli planlar yapacak hayatlara sahip değillerdir. Onların hayatları, daha çok günün gerçeklerine göre şekil almaktadır. Yani kâğıt toplayıcı için günün planı ancak havanın şiddetli yağmuruyla değişebilir. Yoksa onun için ekonominin ya da piyasaların çalkantılı olması, kararlarında hiçbir değişiklik yaratmamaktadır. Sıradanlığın verdiği o stresi az ama emeği, alın teri çok olan yaşama yürütmesi işte bu kadar sadedir.

Karl Marx, “Tarihte her ne olmuşsa başka türlü olmadığı için öyle olmuştur” der. Yani, mücadele ve müdahale etmediğiniz hiçbir şeyi değiştiremezsiniz. Değiştiremediğiniz her şey kaderiniz olur. Etkilemediğiniz her şey durağan olur, yosunlaşır. Tıpkı durağan su gibi, çürür.

Tarih sınıf savaşımları tarihidir”; insan, doğası gereği durağan bir hayatı yaşamayı pek kabul etmez. En şiddetli muhafazakâr yönetimlerde bile karşı koyanı olan bir yapı gizlidir. Karşı koyanı olmadıkça hiçbir şey değişmez, gelişmez. “Diyalektik materyalizm” öğretisi bunu öne çıkarmaktadır. Güzel bir dünya ülküsü ile bu coğrafyanın kaderi ve yazısı gelişerek her insanın özgürce ve adilce bir yaşam hakkı olması isteğimle…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar