ÖYKÜ 

EDİBE MAS’IN GÜNDÜZ DÜŞÜ

“Bir yaz günü öğleden sonra Bayan Oedipa Maas, Tupperware partisinden eve döndü.” – Thomas Pynchon, ‘49 Numaralı Parçanın Nidası’ Bir ağustos günü öğleden sonra Edibe Mas, pastaneden eve döndü. Ne zamandır görüşmediği üniversiteden arkadaşını gördüğü bu can sıkıcı buluşma için cehennemi andıran bir günü neden seçmişlerdi ki? Bir üst dönemden arkadaşları Sevim, iş için şehirdeydi, nasıl olmuşsa olmuş, kendine bir günlük bir boşluk yaratmış, o boşluğa da Cavidan’ı, Gülseren’i ve Edibe’yi sıkıştırmayı başarmıştı. Oysa telefonları çaldığında ve karşıdaki hayat dolu ses onları bir günlüğüne şehre davet ettiğinde, üçü de yazlıklarında…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

SİYAH ÇANTADAKİ NOT

“Bunca Bottin’i ne yapacaksınız?” – Patrick Modiano, ‘Karanlık Dükkânlar Sokağı’ Ben, her şeyim. O akşamüstü, bir kafenin terasında oturan, soluk ve aç bir gölgenin iştahıyla etrafa yayılmak isteyen, tuhaf bir arzuyla dolup taşan bir adam. Güneş, on dokuzuncu yüzyıl tarzı iki binanın arasından batarken, huş ağaçlarının yapraklarını da sanki beraberinde götürmek istiyordu. Geçip giden gri bulutlara yetişmek isteyen birkaç yağmur damlası hâlâ camekânda oyalanıyordu. Hutte’nin ayrılmadan önce masaya bıraktığı siyah deri çantaya uzun uzun baktım. Çantayla alakalı hiçbir şey söylememişti. Sulandırdığı konyağını yavaş yavaş içmiş, güneyde geçireceği emeklilik günlerinden bahsetmişti.…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

FERİDUN’UN KAYGILARI VE KIRMIZI OJE

Her şey güzel olacaktı. Birbirini seven iki insan birlikte üretecek, paylaşacak, sevinecek ve acılara beraber göğüs gereceklerdi. Yağmurlu bir sabah aynı pencereden uzaktaki uzun boylu servi ağaçlarına bakarken Feridun elini Göksel’in omzuna götürmüş, bu hayatın onsuz bir anlamı olamayacağını o anda anlamış, toprak kokusunu duyumsarlarken geciktiğini düşündüğü sözler etmişti Göksel’e. “Seni seviyorum.” Uzun ve ateşli bir sevişmenin tesirindeyken Göksel’i sevmek, Göksel’i yanında ve yakınında hissetmeyi istemek Feridun için çok anlamlı ve kolaydı. “Benimle evlenir misin?” Servi ağaçlarının yapraklarından yağmur damlaları düşüyor, sokaklardaki çukurlar çamurlu sularla doluyor, köpekler sığınacak bir çatı…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

KOŞAN ÇİNGENE

Koşuyorum. Ben hep koşarım. Aklımda Hayriye’nin sütun gibi bacakları, mis kokan saçları, diri bakan gözleri… Ah Hayriye, yanımda olsan! Koşuyorum. Zevkimden koşmuyorum. Bir iç dökümü, bir anlık rahatlama… Evden siyah, kısa şortumu giyip mahalleden hızlı adımlarla uzaklaşıyor, ana caddeye çıkınca kaldırımda kocaman adımlarla yürüyor, sonra da zihnimin hızına yetişmeyeceğimi anlayınca koşuyorum. Esmer tenime, tombulluğuma, kısalığıma, biçimsiz suratıma aldırmadan koşuyorum. Yanımdan uzun boylu, ağızları ve burunları ve gözleri yerli yerinde erkekler geçiyor. Onlar koşmuyorlar ama benden hızlılar. Kocaman adımlar atıyorum demiştim ya ne kadar kocaman olabileceğini siz tahmin edin. Komik çocuğum,…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

YALNIZ BİR KADIN

Ben yalnız ve küçük dünyamda omzumda şalım seni beklediğim köşemde hayaller kurdum. Ateşler içinde bir sobanın başında ağlarken buldum kendimi çoğu kez. Mektup yazmayı denedim, cümleler boğazıma düğümlendi. Tekrar ve tekrar kurmaya çalıştığım her cümle eksile eksile anlamsız bir siteme dönüşüverdi. Ben yine ağladım. Annesini kaybetmiş bir kadının öksüzlüğünü kimseye anlatamazdım. Sana birkaç kere anlattığımı düşündüm oysa. Yanılmışım. Hâlbuki sen bana “Seni anlıyorum.” dediğinde susmamı istemişsin. Acıyı yaşamanı istememiştim, senden acıyı anlamanı beklemiştim sadece. Şimdi yanındayken mutlu olduğum hallerime kimi zaman gülüyor kimi zaman da üzülüyorum. En çok da gülüyorum.…

Devamını Oku
ÖYKÜ 

KOMİSER KEMAL TEFRİKASI / ÇIKSALIN PARKI VAKASI

Geçmişini, anlatıldığı kadar biliyordu. Devletin tayin ettiği anneler ve babalar ne kadarını söylediyse… Abiler ve ablalar gerçeğe ne kadar yakın anlattılarsa o kadar… Yetimhanede işler böyle yürüyordu. Anlatılan kadarını bilmek dışında bir seçenek yoktu. Nasıl olmasını istediğinse, tamamen hayal gücüne kalmıştı. Henüz dört yaşındayken ve annesinin gül kokusu burnundayken kendisini burada bulmuştu Ahmet. Kaç gün ağladığını anlatmak zor. Annesini kaç ay beklediğini bilmek imkânsız. Çok fazla acıdı çocuk kalbi. Çok yandı. Yağan bütün yağmurları, esen bütün rüzgârları kokladı annesinin kokusunu çekebilmek için içine. Henüz lanetler yağdırmayı bilemediği için de bekledi,…

Devamını Oku