EDEBİYAT 

‘TAŞ VE GÖLGE’DE KİMLİK ARAYIŞI

Bütün arayışlar bir kopuşla başlar şüphesiz. Köklerimiz, ailemiz, yaşadığımız yer, tanıdık bildik yollar, sokaklar, ıssızlığında huzur bulduğumuz kuytular hepsi kimliğimizi oluşturan bir görselin parçalarıdır adeta, tıpkı bir puzzle gibi. Her şeyin başı ise bütün geleceğimizi kucağında tutan ve “geçmiş” olarak anılan çocukluktur. İnsanın hayatı, var oluşu ve arayışları bu döneme uzanan bir kopuştan başka ne olabilir ki? Anne babasızlık, aileden ayrı düşmek bu kopuşun en keskin hali olsa gerek. Elbette bu kopuş somut bir yoksunlukla sınırlandırılamaz. Duygusal bir yalnızlık hali, anlaşılmama, reddediliş de bunu tetikleyebilir. Kısa süre önce okuduğum ‘Taş…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

TABLO

Belediye salonunda genç ressamların eserlerini sunmaları için düzenlenen sergiye nazlana nazlana da olsa geldim, yeğenim inatçı kızdır, ısrarları tatlı tatlı bıktırır. “Bicici geldii!” diye bağırdım, salonun sonundaki tabloyu görünce, heyecandan, birdenbire. Salonda bir sessizlik oldu ve mahcup oldum, “Özür dilerim!” dedim kısık sesle. Güzel gülüşüyle bir genç yanımıza geldi. “Özür dilemenize gerek yok, iyi ki bağırdınız, hoşuma gitti, tabloma ses verdiniz” dedi. Yeğenim, “Bici bici ortak noktanız diyeceğim ama tevellüdünüz beni onaylar mı bilmem?” diye bir espri yaptı. Genç ressam, “Benim yaşım değil ama bu tabloya esin kaynağı olan dedemin…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

İNİŞ BEDELİ

Sıcaklık haviye seviyesindeydi. Sabah duş almış olduğum halde kâbuslu bir düşten uyanmışçasına sırılsıklam terliyordum. Tuzlu ter damlaları saç köklerimden enseme, oradan da daha aşağılara süzülüyor; önce fanilamı, biriktikçe de tişörtümü ıslatıyordu. Sırtımı göremesem de siyah tişörtümün arkasının beyaz tuz lekeleriyle dalgalandığına bahse girebilirdim. Sağımda solumda yakaladıkları gölgeleri kendilerine siper etmeye çalışarak koşuşturan sayısız insanın benden farkı yoktu. Yeryüzünden, insanların yüzlerinden gökyüzüne buğu yükseliyordu. Uzun süredir işsiz olmamın verdiği iç sıkıntısı biraz hafiflemişti. İş görüşmesine çağrılmıştım. Cebimde ancak bir simit alacak param ve otobüs kartımda iki binişten üç-beş kuruş fazlası kontörüm…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

BEREKETLİ TOPRAKLARIN BEREKETLİ YAZARI

15 Eylül 1914’te Ceyhan’da doğan Mehmet Raşit’in babası Abdülkadir Kemali Bey, annesi Azime Hanım’dır. Abdülkadir Kemali Bey, aslen Elazığlı olup Osmaniye doğumludur. Avukat olan Abdülkadir Kemali Bey çok kısa bir süre Adalet Bakanlığı yapmış birinci meclis milletvekillerindendir, annesi Azime Hanım da kısa bir süre öğretmenlik yapmıştır. Dünyaya geldiğinde babası Çanakkale’de topçu teğmenidir. Mehmet Raşit savaş koşullarındaki topraklarda gözünü açmıştır. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarını takiben Abdulkadir Kemali Bey kurucusu olduğu Ahali Cumhuriyet Fırkası’nın kapanmasını takiben tutuklanacağı endişesiyle 1939’da yurda döneceğini bilmeden ailesiyle birlikte yurt dışına çıkar ve Beyrut’a…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

‘YAZARLAREVİ CİNAYETİ’, OYA BAYDAR OKUMALARI, YAZMAK ÜZERİNE DÜŞÜNMELER…

Uzun, sıcak yaz başlangıcı Adana’da… Derslerin sona erme, öğrencilerin kampüse veda zamanı yavaş yavaş… Sıcak saatlerin uzadığı, sokakların boşaldığı, herkesin evinin kuytusuna çekildiği günlerin çoğaldığı, çalışma yılının yoğunluğunun bitmesiyle ruhta bir şeylere ya da yerlere yetişme telaşının ve birçok heyecanın da dindiği zamanlar… Hayat neye benziyor bugünlerde? Hayat, hayatlar neye benziyor, sahi? “Başka bir kadere hazırlanmış şu yenik askerlere benziyor hayat.” (YC, s.37) Oya Baydar’ın son romanı ‘Yazarlarevi Cinayeti’nde geçiyor bu dize. Aragon’dan bir dize… ‘Mutlu Aşk Yoktur’ şiirinden… ‘Elveda Alyoşa’ öykü kitabındaki ‘Bir Düğün Fotoğrafı’ öyküsünde de geçiyordu. Hem…

Devamını Oku
EDEBİYAT TOPLUM 

EZİLENLERİN VE ÖTEKİLEŞTİRİLENLERİN ŞAİRLERİ

“Sistem dışı farklılık korkutucudur; çünkü sistemin hakikatini, göreliliğini, kırılganlığını, ölümlülüğünü açığa çıkarır.” [1] Ezilenler; sömürülen, horlanan, kaybettirilenlerdir. Ezilen olmak kadar, ezilenlerden yana saf tutmak da zordur, zorludur. “Ezilenler” derken; Fyodor Mihailoviç Dostoyevski’nin ezilenleri “iyi” oldukları için kaybetmek zorunda olanlar ile kaybetmeyi kendi seçenler olarak ikiye ayırmasının [2] ötesinde; “Zorbalar beni dün bağışladılar. Onların gözünde bir cani olmaya çalışmazsam eğer, suç ortaklığı etmiş olurum” kesinliğiyle Gracchus Babeuf’ün (François-Noël Babeuf), “Sınıf çatışmasının özünü incelerken, bunun sömürmeye dayandığını görüyor: Bu sömürme halkı sülük gibi emen küçük bir azınlığın işidir. Bir yanda, her şeyi…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

ŞÜKRAN YİĞİT’LE ‘BURASI RADYO ŞARAMPOL’

Leonard Cohen söylüyor çok kısık sesle gecenin ilerleyen saatinde, odamda: “Suzanne takes you down to her place near the river / You can hear the boats go by, you can spend the night beside her” (*) Bir romanın ilk cümlesine dikkat eder misiniz elinize aldığınızda? Dört yüz – beş yüz sayfalık, belki daha fazla, bir macera hangi cümleyle başlarsa ilginizi çeker? “Yepyeniydi kitap, kapağı bembeyaz, sayfaları tertemizdi, sanki hiç okunmamış gibiydi. O öğleden sonra, üzerimde gecelikle, Mine Abla’nın dikiş makinesinin sesi, Hacı Teyze’nin mutfaktan gelen tıkırtıları ve açık camlardan içeri…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

‘AMOK KOŞUCUSU’ KADİFE ÜSLUPLU YAZAR / STEFAN ZWEIG

“Karakter sahibi insanlar daima itilir, dışlanır ve yalnızlığa mahkûm edilirler.” [1] Kalıcı olabilmiş, kadife üsluplu çarpıcı bir yazardı. Devasa bir gözlem gücüne sahipti; müthiş bir dille anlatırdı yazdıklarını. Kurgusu yormayan, okunması rahat tarzıyla insan(lık)a (ve zayıflığına, zaafına dair) yazarken; okuyucusunu alıp götüren zarif, entelektüel, “telaşlı”ydı derin duyguları kaleme döken ustalığıyla… ‘Amok koşusu’nu andıran yaşamıyla müsemma yazar, Nazilerin kitaplarını yaktıklarındandı. Kimileri için “20’nci yüzyılın Dostoyevski’siydi” ya da “üslubu Peyami Safa’yı andıran” veya “Marcel Proust tadında betimlemeci”; sonra da “yazım tarzı bir ölçüde Sabahattin Ali’yi anımsatan” özellikleriyle Stefan Zweig, 20’nci yüzyılın önemli…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

‘UNUTULAN’DA ÖZNENİN NESNELEŞMESİ MESELESİ / İNTİHAR

‘Soyut’ dergisinde yayımlanan “Unutulan”, Oğuz Atay’ın 1972 yılında okurla paylaştığı ikinci öyküsüdür. Yıldız Ecevit, ‘Ben Buradayım / Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası’ adlı eserinde bu öyküsünün akıldışı ögeyi en uçta kullandığı öykü olduğunu belirtmiş; öyküyü sürrealist bir resim olarak tanımlamıştır. (s.482) Öykü, tavan arasına eski kitaplara bakmak için çıkan bir kadının yaşadıklarına odaklanır. Tozlanmış, örümcekli bir karanlığın içinden sevgilisine tavan arasında olduğunu iletir ve sevgilisinin uzattığı fenerle aydınlanan bu yerdeki fotoğraflar, eski eşyalar, ayakkabılar, kitaplar ve sonrasında fark ettiği çürümüş bir ceset zamansal geçişlere kapı aralar. Ceset, kadının eski…

Devamını Oku
EDEBİYAT KÜLTÜR-SANAT POLİTİKA 

BİR ALTINLA ÜÇ MECİDİYE PARA GERİYE BIRAKTIĞI TEK SERVETTİ

Üniversitede bir sınavda “Bonus Sorular” adı altında Adana’ya dair sorular sormuştum. Bunlardan bir tanesi de Ziya Paşa ile ilgiliydi ve Ziya Paşa’nın mezarının bulunduğu yeri sormuştum. Maalesef 300’ü aşkın üniversite öğrencisinden sadece 10’a yakını bu soruya doğru yanıt verebilmişti. Adana’da yaşayıp Ziyapaşa Bulvarı’nı duymayan, bilmeyen yoktur. Yine Adana’da yaşayıp Küçüksaat, Büyüksaat, Eski Vilayet yönünde otobüsle, dolmuşla seyahat etmeyen nerdeyse yok denecek kadar azdır. Büyüksaat’i geçer geçmez yolun sol tarafında Ziya Paşa’nın karakteri gibi biraz mahzun, biraz kederli ve sessiz bir park, parkın içinde de bir anıt mezar size bakar ve…

Devamını Oku