EDEBİYAT TOPLUM 

EZİLENLERİN VE ÖTEKİLEŞTİRİLENLERİN ŞAİRLERİ

“Sistem dışı farklılık korkutucudur; çünkü sistemin hakikatini, göreliliğini, kırılganlığını, ölümlülüğünü açığa çıkarır.” [1] Ezilenler; sömürülen, horlanan, kaybettirilenlerdir. Ezilen olmak kadar, ezilenlerden yana saf tutmak da zordur, zorludur. “Ezilenler” derken; Fyodor Mihailoviç Dostoyevski’nin ezilenleri “iyi” oldukları için kaybetmek zorunda olanlar ile kaybetmeyi kendi seçenler olarak ikiye ayırmasının [2] ötesinde; “Zorbalar beni dün bağışladılar. Onların gözünde bir cani olmaya çalışmazsam eğer, suç ortaklığı etmiş olurum” kesinliğiyle Gracchus Babeuf’ün (François-Noël Babeuf), “Sınıf çatışmasının özünü incelerken, bunun sömürmeye dayandığını görüyor: Bu sömürme halkı sülük gibi emen küçük bir azınlığın işidir. Bir yanda, her şeyi…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

ŞÜKRAN YİĞİT’LE ‘BURASI RADYO ŞARAMPOL’

Leonard Cohen söylüyor çok kısık sesle gecenin ilerleyen saatinde, odamda: “Suzanne takes you down to her place near the river / You can hear the boats go by, you can spend the night beside her” (*) Bir romanın ilk cümlesine dikkat eder misiniz elinize aldığınızda? Dört yüz – beş yüz sayfalık, belki daha fazla, bir macera hangi cümleyle başlarsa ilginizi çeker? “Yepyeniydi kitap, kapağı bembeyaz, sayfaları tertemizdi, sanki hiç okunmamış gibiydi. O öğleden sonra, üzerimde gecelikle, Mine Abla’nın dikiş makinesinin sesi, Hacı Teyze’nin mutfaktan gelen tıkırtıları ve açık camlardan içeri…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

‘AMOK KOŞUCUSU’ KADİFE ÜSLUPLU YAZAR / STEFAN ZWEIG

“Karakter sahibi insanlar daima itilir, dışlanır ve yalnızlığa mahkûm edilirler.” [1] Kalıcı olabilmiş, kadife üsluplu çarpıcı bir yazardı. Devasa bir gözlem gücüne sahipti; müthiş bir dille anlatırdı yazdıklarını. Kurgusu yormayan, okunması rahat tarzıyla insan(lık)a (ve zayıflığına, zaafına dair) yazarken; okuyucusunu alıp götüren zarif, entelektüel, “telaşlı”ydı derin duyguları kaleme döken ustalığıyla… ‘Amok koşusu’nu andıran yaşamıyla müsemma yazar, Nazilerin kitaplarını yaktıklarındandı. Kimileri için “20’nci yüzyılın Dostoyevski’siydi” ya da “üslubu Peyami Safa’yı andıran” veya “Marcel Proust tadında betimlemeci”; sonra da “yazım tarzı bir ölçüde Sabahattin Ali’yi anımsatan” özellikleriyle Stefan Zweig, 20’nci yüzyılın önemli…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

‘UNUTULAN’DA ÖZNENİN NESNELEŞMESİ MESELESİ / İNTİHAR

‘Soyut’ dergisinde yayımlanan “Unutulan”, Oğuz Atay’ın 1972 yılında okurla paylaştığı ikinci öyküsüdür. Yıldız Ecevit, ‘Ben Buradayım / Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası’ adlı eserinde bu öyküsünün akıldışı ögeyi en uçta kullandığı öykü olduğunu belirtmiş; öyküyü sürrealist bir resim olarak tanımlamıştır. (s.482) Öykü, tavan arasına eski kitaplara bakmak için çıkan bir kadının yaşadıklarına odaklanır. Tozlanmış, örümcekli bir karanlığın içinden sevgilisine tavan arasında olduğunu iletir ve sevgilisinin uzattığı fenerle aydınlanan bu yerdeki fotoğraflar, eski eşyalar, ayakkabılar, kitaplar ve sonrasında fark ettiği çürümüş bir ceset zamansal geçişlere kapı aralar. Ceset, kadının eski…

Devamını Oku
EDEBİYAT KÜLTÜR-SANAT POLİTİKA 

BİR ALTINLA ÜÇ MECİDİYE PARA GERİYE BIRAKTIĞI TEK SERVETTİ

Üniversitede bir sınavda “Bonus Sorular” adı altında Adana’ya dair sorular sormuştum. Bunlardan bir tanesi de Ziya Paşa ile ilgiliydi ve Ziya Paşa’nın mezarının bulunduğu yeri sormuştum. Maalesef 300’ü aşkın üniversite öğrencisinden sadece 10’a yakını bu soruya doğru yanıt verebilmişti. Adana’da yaşayıp Ziyapaşa Bulvarı’nı duymayan, bilmeyen yoktur. Yine Adana’da yaşayıp Küçüksaat, Büyüksaat, Eski Vilayet yönünde otobüsle, dolmuşla seyahat etmeyen nerdeyse yok denecek kadar azdır. Büyüksaat’i geçer geçmez yolun sol tarafında Ziya Paşa’nın karakteri gibi biraz mahzun, biraz kederli ve sessiz bir park, parkın içinde de bir anıt mezar size bakar ve…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

‘BANA KUŞLAR SÖYLEDİ’; YEKTA KOPAN ÖYKÜLERİ, ABBA EŞLİĞİNDE…

Önce ABBA’dan bir şarkı seçeyim kendime. Bu ‘Chiquitita’ olsun. Odamı 70’li yılların sonlarından hatırladığım müziğin sesleri doldursun. Sessizce dinleyeyim şarkıyı… ‘Dancing Queen’den söz edeceğim az sonra, daha doğrusu o adı taşıyan öyküden. Ama önce ‘Chiquitita’yı dinleyeceğim… * * * “Küçük kız, bana doğruyu söyle bakayım. Doğruyu söyle, derdin ne senin? Bana soracak olursan, sen kendi üzüntüne esir olmuşsun. Gözlerinde yarınlara dair bir umut yok. Ama şunu bil ki, seni böyle görmek hiç hoşuma gitmiyor. Sakın öyle değil deme, ne kadar üzgün ve sessiz olduğunu görebiliyorum.” (Bana Kuşlar Söyledi, s.45) *…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

‘SENİ ÖYLESİNE DÜŞLEDİM Kİ YİTİRDİM GERÇEKLİĞİNİ…’

Şair, yıllar önce bir nisan akşamında kentin sokaklarında yürüyordu yalnız başına. Kent hüzünlüydü, nisan hüzünlüydü, şair hüzünlüydü. Rüzgârın çıktığı saatlerde sokaklar bomboştu. Kaldırımlar yalnız, şair yalnız, şairin sevdiği kadın yalnızdı. Şair, notlar düştü defterine; üşüyordu, eli titreye titreye yazdı: “Sonsuz korkular öğretti aslında bu kent sana. Yaşamı da, sevgiyi de, hüznü de… Kalabalık caddeler tir tir titretti seni bir ilkbahar akşamında. Umursamazlığı öğretti bu kent sana. Yirmili yaşlarının coşkusuyla içinde gizlice saklanan bir düşünce, çocuk gözlerindeki yas bulutu ve daha sonra aşkı öğretti.” Şairin dizeleri birikti, düşleri birikti. * *…

Devamını Oku
EDEBİYAT KÜLTÜR-SANAT 

‘ADANA YOLLARINDA, PAMUKLAR DALLARINDA…’

Adana’dayızdır. Cemreler düşmüş, bahar nihayet yüzünü göstermiştir. Toroslar gürül gürül erimeye başlamıştır. Portakal çiçekleri yeni yeni kokmaya başlayacaktır. Yarınlar bizimdir, yarınlara umutla bakıyoruzdur. Kısa süre önce yitirdiğimiz Adanalı şair Salih Bolat, “kanatlarını açmış”, bize bir şeyler fısıldamaktadır: “En eski yüzlerimizle duruyoruz ayakta/ alacakaranlığın kapısında/ kollarımızda yıkılmış tapınakların büstleri/ yalın ve anlaşılır şeyler konuşuyoruz/ gelecek günler hakkında.” Ve şöyle devam etmektedir: “Diyoruz ki artık kararmayacak sözün gümüşü/ bir bulutun gölgesi olsun düşmeyecek alnımıza/ ölüler de yiyecekler güz yemişlerini/ gece toplayacak uykunun dağılmış harmanını/ bir kez daha dinleyeceğiz toprağın öyküsünü.” O “toprak”,…

Devamını Oku
EDEBİYAT KÜLTÜR-SANAT 

LATİFE TEKİN OKUMALARI; ‘SEVGİLİ ARSIZ ÖLÜM’, ‘BİR YUDUM SEVGİ’…

“‘Sevgili Arsız Ölüm’ü okuyan yoksul insanlar bir aşağılanma duygusuna ya da yersiz bir öfkeye kapılıp sonra da buna içten içe hayıflanmasınlar istedim. Bu kitap, okuyanlarda sevinç uyandırsın.” (Latife Tekin Kitabı, s.86) Son altı aydır ekofeminizm, doğa yazını, ekoeleştiri okuyordum… Çok uzun süren, görünen o ki geçti gitti dense de sürecek olan, yaşadıklarımızın açtığı derin izleri ömrümce taşıyacağım bir pandemiden geçiyoruz. Hikâyesi başka başka anlatılarda satır aralarına gizlenmiş bir süreç bu. Benim de yazdıklarımda hep var pandeminin izleri… Okuduklarımın bir ucunda olduğu gibi… Latife Tekin’in romanlarını bir daha okudum, epey aradan…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

SİMİT

Yüzlerce simit havada uçuşuyor, tutmaya çalışıyor, olmuyor; zıplıyor, tam yakaladı derken hop elinden kayıyor. Uçuyor şimdi, bir simitten ötekine değiyor eli ama olmuyor, bir tane bile alamıyor, yakalayamıyor; tamam, bu sefer oldu derken hızla yuvarlanarak, dans ederek, süzülerek kayıyor simitler elinden, her yöne kayıyor, bütün gökyüzü simit şimdi. Rüzgâr savuruyor bir o yana bir bu yana simitleri, kokularını yayıyor her tarafa, misk, yanık, kavruk kokularını çekiyor içine. Simit diye uzun uzun bağıran, tiz bir sesle bağıran, on bir yaşında ha var ha yok, bir çocuğun sesi yankılanıyor kulaklarında. Uyandı Rasen,…

Devamını Oku