EDEBİYAT 

HALKIN SIRADAN VE GARİBAN OZANI / AHMED ARİF

“Bir şair: Ahmed Arif/ Toplar dağların rüzgârlarını/ Dağıtır çocuklara erken.” – Cemal SÜREYA “Sosyalist Türk şairi” [1] tahrifatına karşın TKP’li, baba tarafından Kerküklü, ana tarafından Erbil Kürt’ü; şiirindeki derinlikle; dizelerinde hesap soran; öfkenin, inceliklerin şairidir o… Yaşamı, düşlerine tıpatıp uygundu: Yalansız dolansız; dürüstçe dik durup diklenen; her daim haksızlığın karşısına çıkan; emek ve eşitlikten yana “deli-kanlı”lığı yaşam felsefine tahvil eden; sözünü esirgemeyendi şiirlerindeki gibi… Yarattığı her dize yaşadıklarının izini taşırken; şiirinde adaletsizliğe, namussuzluğa, eşitsizliğe, haksızlığa karşı isyanı dillendiren direncin şairiydi. Sevgiliye bahar gülleri takmayı düşleyecek denli tutkunu ve “Ben şairim./…

Devamını Oku
EDEBİYAT NOSTALJİ 

‘YAZMAK DENEN CEHENNEM’ / İLHAN BERK

Yazmayı cehennem olarak alan başka yazarlar var mıdır, bilmiyorum. Malraux yazmanın kahrediciliğine değinerek ressamların mutlu, yazarlarınsa mutsuz kişiler olduğunu söyler. Örnek olarak da Matisse ile Picasso’yu gösterir. Henry Miller de resim yapmayı “yeniden sevmek” diye tanımlar. Kısacası, ikisi de yazmayı, resmin yanında kahredici bulurlar. Nedenlerini pek açıklamazlar; ama yazmak ediminin ne bela bir şey olduğunda birleşirler. Ben yazmak olayını cehennem olarak görenlerdenim. Bana bu düşünceyi verense, yazmanın zorluğu, güçlüğü, kahrediciliği değildir. Bunu söylerken ne sözcüklerin, ne dizelerin saçtığı cehennemi, ne de beyaz bir kâğıdın yaptığı baskıyı, sıkıntıyı yadsıyorum. Az şey…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

İLK ŞAİR, İLK ŞİİR

Onu yıllar önce ilk kez, kuzenimin kitaplığının tozlu raflarında görmüştüm. Parmaklarımı kitapların üzerinde gezdirirken çıkmıştı karşıma. Sanki “Beni seç” diyordu. Parmak izlerim kitaplığın raflarında kalsa da elimi uzatıp almıştım onu. O, okuduğum ilk şiir kitabıydı. Böylece ilk şairle tanışmıştım o an, o raflarda. Kapağındaki fotoğrafa baktım, Ümit Yaşar Oğuzcan’dı o. Sonra da kitabın sayfalarını araladım ve ilk şiirle tanışmıştım böylece. Bir ayrılık şiiriydi bu… “Rıhtımda/ bir beyaz gemiydi ayıran onları/ kadın güvertedeydi, adam rıhtımda/ şimdi unuttum yüzünü kadının/ adamın gözleri aklımda. // Kana bulanmış bıçaklar gibi/ uzun kirpikleri ıslaktı/ adam…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

VARMAYAN MEKTUP

“Ben geldim geleli açmadı gökler;/ ya ben bulutları anlamıyorum,/ ya bulutlar benden bir şeyler bekler./ Hayat bir ölümdür, aşk bir uçurum./ Ben geldim geleli açmadı gökler.” – Sezai Karakoç Henüz memleketin kendini daha kıymetli gördüğü bir coğrafyasında yaşarken buraların var olduğunu bile bilmez, varlığı beni alakadar etmezdi. Zira buna kutsal bir inancın mensubuymuş gibi ben de inanıyordum. Bir şeye inandı mı insan başka bütün her şey anlamsız, gerçekten uzak geliyor. Buraların haritalarda yer almaktan başka bir vasfı yokmuş hissindeydim. Burayla ilk tanışıklığım öğrencilik vesilesiyle olmuş, varoluşu nedensiz, gereksiz bir yere…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

ÇOCUK ROMANLARINDA FEMİNİST YANSIMALAR / ‘DÜNYAYI DÖNDÜREN KIZ’, ‘ERKEKLER KIZLARA KARŞI’ VE ‘KÜÇÜK FEMİNİSTİN KİTABI’

“Ben, benim ve olduğum gibi olmalıyım!” – Küçük Feministin Kitabı Uzun sıcak yazı bozkırın kalbinde geçirirken okumalar beni bambaşka okumalara taşıyor. Günlerdir dergiler arasında gezinip duruyorum. Notos’un edebiyatın yürüyen kadınları, Ecinniler’in Türkçe edebiyatta feminist dalgası, Kitap-lık, bazen eski sayıları dergilerin… Lacivert’in Bildungsroman dosyası gibi… “Ben, benim ve olduğum gibi olmalıyım!” Ecinniler’in ‘Türkçe Edebiyatta Feminist Dalga’ dosyasında karşıma çıktı, feminist anlayışın çocuk edebiyatına yansımaları. Nilay Özer, çocuk edebiyatındaki feminist yansımalardan söz ederken on – on beş kadar yazarı ve eseri anıyordu. İşte o eserlerden ikisinden ve kitaplara ulaşmak için Dost’ta çocuk…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

SEYRÜSEFERDE AŞK

Kaptan, motoru erkenden çalıştırıp perona sigara içmeye indi. Peronda hareket saatini bekleyen yolcular, uğurlamaya gelenler, çığırtkanlar, sivil-resmi belediye görevlileri, seyyar satıcılar, terminal görevlileri nereye yöneleceği kestirilemez halde kâh dalgalanıyor kâh duruyor, her kafadan bir ses çıkıyordu. Öyle ki otogar binasının tavanında bulunan Türk üçgenlerindeki çıkıntılara tüneyen kuşların cıvıltıları ve koridordaki dev saatin tik takları işitilemez durumdaydı. Erkenden yerlerini alan yolculara kısa bir süre sonra motorun gürültüsü ve ısısı huzursuzluk vermeye başladı. Muavin elinde liste, dışarıdaki uğultulu insan kalabalığını sakin tavırlarla yararak otobüse bindi. Elindeki listeden son kontrolleri yapmaya başladı. Yolculara…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

BİR DOĞANIN HATIRA DEFTERİ

Kalemleri tamir edelim herhangi bir ülkenin herhangi bir şehrinde. Gogol’un ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ndeki gibi. Kalem öyle bir konuştursun ki her şeyi, o kitaptaki gibi tanımlasın şehirdeki mutluluğu. Verdiği şu ince mesajla: “Ama bu dünyada hiçbir şey kalıcı değildir. Mutluluk, bir kez geldikten hemen sonra azalır. Biraz zaman geçince hemen bitmeye yüz tutar. En sonunda da tükenir ve biz her zamanki ruh halimize döneriz. Tıpkı suya atılan bir çakıl taşının yüzeyde oluşturduğu dalgalar ve sonra o dalgaların giderek kaybolması gibi…” İlk önce kalemi gökyüzü şehirlerine uzatalım. Yazsınlar içlerinden geçenleri; şunları…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

AYNA

Adını “Lale” koyarken babası nerden bilecekti, kızının “lâl” olduğunu. “Ahraz”dı o, sadece konuşmadan mütevellit insanoğlu için “başka”ydı. Çıkardığı garip sesler, tuhaf bakışlarla susturuluyor, varken yok yazılmanın dışlanmışlığını yaşıyordu. Olsa da olmayabilirdi. Edilgen fiillerin yitik failiydi o: Lale! Saçları uzun, hayallerinin ömrü kısaydı. Duyabilseydi, severdi türküleri. Görmenin şükründe, sessizliğe mülteci… Hiç evlenemedi. Hayat, tek anlamını, şahidini, kılavuzunu da almıştı elinden. Sebebini yitirmişti. Kucağında can verirken, gözyaşları içinde, yanağını okşamak için ne kadar zorlamıştı bedenini annesi. Göğsü inip kalkarken, sonunda elleriyle, “Güzel kızım, bensiz nasıl yaşayacaksın?” diyebilmişti. Çaresizce kıvranırken Lale, annesinin öldüğünü,…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

DÜNYA KOLOMB FUARI’NA BİR OSMANLI GEZİSİ / ‘DARWIN’İN SERÇELERİ’

Filistin asıllı Suriyeli tarihçi Teysir Halef’ın kurgusal eserleri, onun tarihsel araştırma deneyiminin bir uzantısı olarak ortaya çıkıyor. Yakın zamanda Ökkeş Hengil’in Arapça aslından Türkçeye çevirdiği ve Loras Yayınları tarafından yayınlanan ‘Darwin’in Serçeleri’ isimli romanda da yazarın tarihsel altyapısı açıkça görülmektedir. Teysir Halef, bizi bu romanında 19’uncu yüzyıla götürüyor. 1893 yılında Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfinin 400’üncü yıldönümü kutlama törenleri için Chicago’da uluslararası bir fuar yapılmasına karar verilir. “Dünya Kolomb Fuarı” adı verilen bu etkinliklere Osmanlı Devleti de davet edilir. Romanın ana fikirlerinden birisi, kendini üstün gören Batı kültürü ve Doğu kültürünün…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

ŞİİR FARKINDALIKTIR YA DA HİÇ!

“Göremeyeceğimiz günler için dövüştük/ kavgamızın şiir olması bundan.” [1] Erol Aslan, dostumdur. Ancak bu satırlar; o, dostum olduğu için değil, ‘Gecenin Karanlığında Güneşi Uyandıranlara’ başlıklı dizelerden mülhem kaleme alındı. Neden mi? Dikkatle okuduğunuzda ozanın dizeleri biz(ler)e, öncelikle sanatın gücünü anımsatıyor. Nasıl mı? Örneğin II. Dünya Savaşı’nda Alman orduları tarafından kuşatılan Leningrad’da Sovyet besteci Dimitri Şostakoviç’in ‘Leningrad Senfonisi’ en zor gülerde bile umudun, direnişin simgesi haline gelmişti. Sanatın gücü tam da buradadır. Mesela Bob Dylan’ın 1960’larda seslendirdiği ‘Blowin’ in the Wind’indeki “Daha kaç yıl kök salsın ağaç bahar açıncaya dek/ daha…

Devamını Oku