EDEBİYAT 

GÖZYAŞI YASTIĞI

Bir gün sokakta yürürken, kendiliğinden ve birdenbire içimde bir tel koptu. Ben öyle hissettim. Tüm vücudumu dolaşan elektrik akımı saç diplerimden uçtu, gitti. Neden oldu, ne tetikledi, bilmiyorum; ama o günden sonra benim için çok şey değişti. Bir kere hayata bakışım değişti. Hayata değil, boşluğa bakışa döndü benim için. Maddi ve manevi tüm yüklerimi de o boşluğa gönderdim. Hiçbir şey yapmama evresine geçtim. Tek odalı, beni dönüştürün diye yalvaran ve kendisine ev denme beklentisi içinde olan bir yerde açlığımla yaşamaya çalışıyorum. Memleketten gelen erzak bitene kadar tokum. Sonrasında ise dayanabildiğim…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

TEHLİKE SINIFI 2.1

Yemek kokusu her tarafı sarmış durumda. Annesinin susturmaya çalıştığı çocuk, kucakta koridorları turluyor durmadan. Yüzünde hınzır bir suskunluk ve ‘Oturtursanız size buraları dar ederim’ bakışı var. Saç ektirenlerin yaralı kafaları, 1980’lerin Rock & Roll bandıyla, cephe gerisi sahra hastanelerinden bir kesit sanki. Dünya dilleri fısıltılar halinde geliyor kulağıma. Farklı dilde horlamalar da… Hem aç hem de parası olan yemek siparişini veriyor. Aç olup parası olmayanla parası olup aç olmayan ilk defa aynı parantezde. Tek fark mide doluluk oranları… Gökyüzü alabildiğine mavi görünüyor. Yeryüzü de… Demek ki deniz üstüyüz. Görüş açısı…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ HİKÂYESİ BU

Yağmur yağıyor. Arap kızının pencereden bakması kimin umurunda… Hayatı almışım kaleme. Kalem en tükenmez yerde tükeniyor. Hayata mı dayanamıyor kelimelerime mi bilmiyorum. Ama bir sorunumuz var belli. Kırmızı başlıklı kızın başına gelenler kırmızı başlığından mıdır, düşünüyorum. Neden Kurt suçlu mesela? Doğasıydı karnını doyurmak. Ama bilemezdi uzun yıllar sürecek olan bir hikâyede vahşetle anılacağını ve bütün çocukların ondan nefret edeceğini. Evvel zaman içindeyken kalbur da saman içinde ne arıyordu, bir fikrim yok. Anlayamadığım sözlerle başladı dinlediğim bütün hikâyeler. Ve bütün hikâyeler mutlu sonla bitti. Şimdiyse kokoş bir perinin sihirli bir değnekle…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

ÇUKUR’UN KOCA ÇINARI: YAŞAR KEMAL’İN İNCE MEMED ROMANINDA YAPI VE İZLEK – 1

“Zulme karşı koymamak kâfirliktir, diyordu. Çocuğunun rızkını, baba yurdunu korumamak, bırakıp gurbet ellere düşmek kâfirliktir. Zulme karşı koymamak zalime ortak olmaktır. Korkmak, korkudan dolayı yılmak kâfirliktir.” (İnce Memed 2, s. 181) Gerçekçiliğin yahut toplumcu/köy gerçekçiliğinin üzerinde, kendi gerçekliğini yaratan, gerçekliği dönüştürerek değiştiren, Güney Anadolu’yu doğasıyla, insanıyla, tüm ayrıntısıyla yaşayan ve anlatan YAŞAR KEMAL, Berna Moran’ın deyişiyle “abartılarak işlendiği için simgeleşen ve arketipleşen kişiler ve olaylarla (…) kurmaca yönü ağır basan destan havalı metinler üreten” (Moran 2002: 101) bir yazardır. Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2’de, İnce Memed’i “Eşkıya Öyküsü”…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

KAN TUTMASI

Kan tutar beni. Çocukluğumdan beri dayanamam. Elimde ufak bir çizik olsa bayılacak gibi olurdum küçüklüğümde. Annem hemen gelir, başımı diğer tarafa çevirip bir güzel sarardı yaralarımı. Annem… Ne kadar özlediğimi anlatamam. Şu an yanımda olabilse, sımsıkı sarılabilsem ve kollarında ufalıp gitsem çocukluğuma doğru. Ama mümkün değil. Artık hareket edemiyor kendi başına. Bir yardımcı olmadan yemek de yiyemiyor. Ve ben yaralı bir halde, yarısı yıkılmış bir evin içerisine saklanmış bunları düşünüyorum. Kanayan yerime bakamıyorum; ama elim yaramın üstünde mecburen. Kurşun yarası ne kadar da çok acıyormuş. Diğer yaralara benzemiyor hiç. Sanki…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

İÇİMDEKİ TANRI ÖLDÜ

Hayat rüyasından uyanışın verdiği acı, ateşsiz cehennemi yaşatır insana. Aklımın utanışını hissedebiliyorum. İtiraf, teselli olur belki. İtiraf ediyorum. İçimdeki tanrının saltanatı yıkıldı. Sevgilimin aşkı ısıtmıyor artık yüreğimi. Şehvet tükendi, arzular öldü kendiliğinden. Sanat ve edebiyat tutkusu cezbe dönüşmüyor eskisi kadar. Okuduğum her şiir üşütüyor beni. Mangal közüyle aydınlanmanın peşindeyim hâlâ ve aptalca… Bütün cennetler yalanmış meğer. İçimdeki cehennemi yaşayınca anladım. Annem de öldü. İçimdeki keder zehrini akıtacak yürek bulamıyorum. Kar boran dondurur bedenimi, sığınaklarımı bulamıyorum. Sevgilinin göğsüne hasretim. Tanrı on beş gün arayla Azrail adlı marabasını göndererek ikisinin de canını…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

YENİ YÜZYILIN YİRMİ YILI

İşte dünyamız, güneşin çevresinde 365 gün 6 saat süren bir dönüşünü daha tamamladı. Bu sürede iyi kötü epey işler oldu. Aslında biz değişip gelişmedikçe bütün dönüşler, zaman ve mekân aynı kalacak. Bakın 2000’e, Milenyum’a gireceğiz diye seviniyorduk. Milenyum’a gireli 20 yıl oldu. Çok bir şey değiştiğini söyleyemem; fakat insanlarda Ortaçağ’a bir özlem var. Haksız da değiller, dünya savaşları, büyük şehirler insanları birbirine iyice yabancılaştırdı, yalnızlaştırdı. Geçen yüzyılda iki büyük dünya savaşı yaşandı, yıkımdan sonra diriliş geldi, büyük kentler oluştu, meydana çıktı. Bütün bu savaşlar, oluşan büyük şehirler insanı mutsuz etti.…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

ASLINDA HEPİMİZ BİRER ZEBERCET’TİK; YALNIZ VE YABANCI…

Türk ve dünya edebiyatının, özellikle daha ilk cümlesinden itibaren okurunu etkileyen, psikolojik sürükleyiciliğiyle okurunda derin izler bırakan eserleri vardır. Franz Kafka’nın ‘Dönüşüm’ adlı eseri böyledir. “Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu” şeklinde başlayan kitapta, küçük burjuva çevrelerindeki yozlaşmış aile ilişkileri en ince ayrıntılarına kadar irdelenmektedir. Yusuf Atılgan’ın ‘Anayurt Oteli’ adlı eserinde de benzer bir durum söz konusudur. “İstasyona yakın Anayurt Oteli’nin kâtibi Zebercet, üç gün önce perşembe gecesi gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının o gece kaldığı odaya girdi, kapıyı kilitledi, anahtarı…

Devamını Oku