BİR ZAMANLAR
Güneş çoktan kavurucu ışınlarını toparlayıp eflatun dağların ardındaki sığınağına çekilmeye başlamıştı. Yeryüzünde bütün gün hüküm sürdüğünden, ısınan topraktan yükselen buğu ufukta yanılsamalar yaratıyordu. Gökyüzünün uzak kısımlarında portakal rengi bir hüznün çizgisel nağmeleri asılı kalmıştı. Kuşların çoğu, günlük mesailerini tamamlamış beyaz yakalıların huzuru içinde yuvalarının sıcaklığına teslim etmişti kendini. Yolunu şaşıran tek tük aceleci kuşun çığlıkları sessizliği yırtıyordu. Biraz sonra yerlerini, gece kuşlarına bırakacaklarını müjdeliyorlardı. Uzaktan, çok uzaktan, yalpalaya yalpalaya, tozu dumana katarak gelen minibüsün aksırıklı tıksırıklı motor gürültüsü ile şoför Mehmet Emin’in etraftaki esnaflara selam vermek için arada bir bastığı…
Devamını Oku