EDEBİYAT 

İNGİLİZ ÇAY KUTUSU

En sevdiği andı yağmurun yağması… Pencereden bakarken biriken sulardaki yağmur halkacıklarını tebessümle izlerdi. Nefesinden buğulanan camı defalarca siler, ara ara da gülen suratlar çizerdi. Her çocuğun olduğu gibi bir oyuncağı olmamıştı onun, içine sevip benimsediği her eşyasını koyduğu ‘İngiliz Çay Kutusu’ sanki bütün hayatıydı… En sevdiği arkadaşıyla kan kardeş olduktan sonra ellerini kesen o cam kırığını; çok erken yaşta kaybettiği babasının kullanılmış mendilini; birinci sınıftayken, sınıflarına bir dönemliğine gelen arkadaşı Ali’nin ona verdiği kurumuş denizatını… Ve ardı sıra gelen hayallerini… Sanki bütün hayatı bunlardan ibaretti. Sokaktaki her çocuk onun tuhaf…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

GÜNLERDEN TARÇIN

Telaşla atıldı yataktan. Alarmı kapattıktan sonra uyuyakalmıştı. Hemen telefonunun saatine baktı: 25 dakika uyuyakalmıştı. Sınava yetişmesi gerekiyordu, otobüsü yakalamalıydı. Tuvalet ve diş fırçalaması, giyinmesi, saçlarını şöyle bir düzeltmesi… Omuz çantasını alıp ayakkabılarını giymesi, kapıyı çekip apartmanın dışına fırlaması toplamda on iki dakika sürdü. Otobüs durağı fazla uzak değildi neyse ki, koşturarak ulaştı. Telefonunun saatini kontrol etti. “Otobüs gelmek üzere olmalı” diye düşündü. Durakta bekleyen dört kişi daha vardı. Bir tanesini tanıyordu; aynı üniversitede öğrenci olmalıydı. Tanışmamışlardı ama sıkça durakta karşılaşıyorlardı. Üniversiteye bu yıl başlamış gibi bir hali vardı başlarda ama…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

ÇOCUK EDEBİYATI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

“Kristof Kolomb sadece Amerika’yı keşfetti. Bense çocukluğu keşfettim.” Çukurova Sanat Girişimi Çukurova Okulu’nun 2021 Mayıs ayı edebiyat programında ‘Çocuk Edebiyatı ve Yaratıcılık’ başlığında bir söyleşi yapılacağından çocuk edebiyatı üzerine okurken bir makalede rastladım Victor Hugo’nun bu cümlesine. Çocukluğun keşfi… İnsanın yaşadığı dünyayı keşfinden daha zor olmuş kendini keşfi; üstelik daha geç, belli ki. Çocuğa, yetişkin insanın küçüğü olarak bakılmış; yetişkin insana sunulandan ayrı ihtiyaçları olacağı pek düşünülmemiş uzun zaman. Jean-Jacques Rousseau’nun çocuğun doğuştan masum olduğunu, onun gelişiminin çevre etkisiyle biçimlendiğini söylemesi, çocuğa ve çocukluğa bakışı büyük ölçüde değiştirmiştir. Avrupa’da Aydınlanma…

Devamını Oku
EDEBİYAT TOPLUM 

KUNDERA’DA ‘MODERN’ ÇIKMAZI VE İKTİDAR

Geçtiğimiz haftalarda ‘Gülüşün ve Unutuşun Kitabı’ üzerine yaptığım okuma sırasında Milan Kundera üzerine epey düşünme fırsatı buldum. İster toplum içindeki yerini ister bir başınalığını anlatsın bireyi ele alışındaki yaklaşımı hiç değişmiyor. Romanlarında tarih, psikoloji, sosyoloji, politika gibi birçok disiplinin kaynaklığından yararlanmış olan yazar, bu alanları varoluş meselesini daha somut kılmak için araç olarak görüyor adeta. Bu kitabında ise Çekoslovakya –bugünkü Çekya– tarihinden yola çıkarken, dönemin rejiminin bireyler üzerindeki farklı sonuçlarına, yani eylemlere odaklanıyor yazar. Kundera, –diğer romanlarında olduğu gibi– tarihsel çelişkileri yalnızca aktarıyor, bu çelişkiler üzerine herhangi bir görüşe varmayı…

Devamını Oku
EDEBİYAT FELSEFE 

‘BULANTI’ / VAROLUŞ VE KAOS (4)

Varoluş bir süreçtir ve ancak ölümle sonlanan bir şeydir. Bu süreç geçmişi kapsamadığı gibi “şimdi”de kalıp yaşamak imkânı da vermez. “Şimdi”, yani “içinde olunan zaman” da yok olup gidecektir. Var olan için “şimdi” sonludur. Var olan her şey için hem de… Geçip giden zaman ile birlikte zaman içinde var olanlardır da aynı zamanda. Varoluşçuluk felsefesinde de “dün” yoktur, “şimdi” ve “sonrası” vardır. “Yarın” şimdi de olmayacak, daha doğrusu “yeni bir şimdi” meydana gelecek ve bu varoluş süresince “şimdiler” hep yenilenerek kendinden öncekini yitirip yok edecektir. “Hiçbir şey değişmedi ama yine…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

KEFARET

İçimde bir paslı makas gibi taşıdığım özlemle yaşattım kendimi. Yaşamak için yazmaya, yazmak için yaşamaya mecburdum. Hiç gitmediğim sahil meyhanelerini dolaştım önce. Muşambadan perdelerin önüne bir iskemle çektim, kucağımda bir saksı fesleğen, için için ağlaya ağlaya içtim durdum. Karanlığın bir dili yoktu artık, şanssızlık mı desem, haksızlık mı, başıma gelenin dili yoktu. Sözcükler gelmiyordu artık bana. “Cahit! Ben gidiyorum.” İlk gidişiydi bu. Sağ elini usulca havaya kaldırarak yüzüme bir anlık bakıvermiş ve sırtını dönüp sakince seslenir gibi söylemişti. “Cahit! Ben gidiyorum.” Evimizin tuğlalarla dizilmiş alçak bahçe duvarının önünden geçip bir…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

YOKLUĞUN…

Baba… Söylemek bile çok garip, alışmamış dudak hareketlerim bu kelimenin telaffuz özelliklerine. Söylerken kendi sesimi yadırgıyorum. En son kaç yaşındaydım ki söylediğimde… Duygusalım bu aralar biraz, evet… Melankolik hallerin en’lerini yaşıyorum. Özlemiş olabilirim mesela seni. Yıllar oldu sen gideli… Ve yıllar oldu rüyama bile gelmeyeli… Varlığın nasıl bir şeydi? Sesin nasıldı? Nasıldı annemin gözlerine bakışın? Burnumda kaybolmaya yüz tutan bir tek, kokun kaldı… Tütün ve tenin kokardı siyah kasketinin içi. Kahverengi bir atkın vardı… Kapı eşiğinde dolar boynuna, çıkardın kapıdan. Ne acı, seni hatırlayamamak… Bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

ROMANA VE ŞİİRE YANSIYAN YÖNLERİYLE “BABA”

Edebiyat sorular sorar. İnsanı anlatan, insanı yansıtan duyguları daha yalın haliyle paylaşabilmek için. Edebiyat sorduğu sorulara cevap arar, paylaştığı duyguların nasıl bir izlenim bıraktığını belirleyebilmek için. Baba nedir/kimdir? Babalık nedir, nasıl olur/nasıl olmalıdır? Tüm bunların tanımı nasıl yapılır? Her kavramı dar bir çerçevede tanımlamak ne derece mümkündür, tartışılır. Bana göre, insanı anlatan/insana ait olan herhangi bir durumu tanımlamak pek doğru sonuçlar vermez. Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük’te isim, sıfat ve argo şeklinde denizcilik ve mimarlık gibi çeşitli alanları da kapsayan on dört farklı “baba” tanımı bulunuyor. Üretme gücünden dolayı…

Devamını Oku
EDEBİYAT FELSEFE 

‘BULANTI’ / VAROLUŞ VE KAOS (3)

Varoluş felsefesi bir orta sınıf sorunsalıdır. Bu felsefe kendisinin gerçekleşmesi için hiç değilse okumuş-yazmış bireylere ihtiyaç duyar. Var olduğunun farkına varmak, var olmanın anlamı, nedenselliği üstüne düşünmek için de hiç değilse çeşitli okumalar yapmış olmak gerekir. Antoine Roquentin de, 25 Ocak 1932, pazartesi tarihli güncesinde, “Başıma bir şey geldi, artık kuşkum yok. Herhangi bir kesinlik ya da apaçıklık gibi değil, bir hastalık gibi belirdi bu. Sinsi sinsi, yavaş yavaş yerleşti; biraz tuhaf biraz tedirgin hissettim kendimi, o kadar. Bir kez yerine yerleşince orada kıpırdamadan kaldı. Hiçbir şeyim olmadığına, evhamlandığıma inandırdım…

Devamını Oku
EDEBİYAT TOPLUM 

BİR MEMLEKET MESELESİ OLARAK SAİT FAİK

Edebiyatımızda öykücülüğüyle çığır açmış olan Sait Faik’te bana oldukça şiirsel gelen bir söylem var. Hayata dair coşkusunu dizginlemek endişesi duymadan kaleminden damıttığı satırlarda nefes alıp veren bir giz var sanki. Yaşadığı zamanın Beyoğlu’sunu, Burgazada’sını, balıkçılarını, denizini, kahvehanelerini, meyhanelerini bütün işitilebilirliğiyle sözcüklere hapsetmeyi başarmış. Ne zaman okusam bütün uğultusunu duyuyorum adeta, suskunluğunda ise derin bir boşluğun soğukluğunu. Oysa suskunluğu hiç sevmediğini biliyoruz ‘Hişt Hişt’ten. Yalnızlığı hatırlamaktan nasıl kaçtığını, sığındığı en güvenilir limanın doğa olduğunu biliyoruz. “Bir insanı sevmekle başlayacak her şey.” diyen birinin insanlarla ilgili bir derdi olmasını beklemeyiz. Fakat söz…

Devamını Oku