EDEBİYAT 

FLAMİNGOLAR, ‘CAZİBE İSTASYONU’, GÖL VE DİĞER ŞEYLER

“Önce su vardı. Sevdiğimiz su! Önce su geldi. Sonra göl doğdu. Yer altı dediğin damar damar. Suya doydukça başını yukarıya çeviren cinleri var toprağın. Hayat ve ışık fışkırıyor.” (s.65) Tuz Gölü kurudu. Onu besleyen, ona su taşıyan kanalların önüne set çekildi sulama yapabilmek için. Flamingoların yurdu olan Tuz Gölü, yumurtadan çıkmış yavrulara mezar oldu. Flamingolar gitti, su gidince, göle gelmeyince… Hayatın olağanlığı diye tanımladığımız yaşamımızın pratikleri, kayboluyor bir bir. Alışageldiğimiz döngüleri dünyanın, mevsimler gibi, gözümüzün önünde değişiyor… Yazın ortasında sonbaharda bile ender rastlanacak şiddetli yağışların yarattığı sel felaketiyle mücadele ederken…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

BİR ODA, BİR DEFTER, BİR KALEM…

“Her günkünden farklı değil ki duygularım!” dedim öğretmenime. O, bizden yazmamızı istedi; ben, böyle dedim. O da: “Hiçbir şey aynı değildir, her şeyden önce bir zaman farkı olduğunu unutma! Aynı duyguları değil, birbirinden doğanı yaşıyorsun.” dedi. Annem kaygılandı. “Kızım, her zaman bir çıkıntılık yapacaksın illa! Ya şimdi sana takarsa?” “Öff anne ya! Takmaz, takmaz, merak etme. Şimdi yalnız kalayım da bir şeyler yazmayı deneyeyim.” dedim anneme. “Aa, bak! Öyle her bir şeyini de yazma! Gönlüne göre ver. Başkaları senin duygularını anlayacakmış da… Cık cık! Ne oluyor bu öğretmenlere de, bilmem…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

ÇUKUROVA’NIN HOMEROS’U

Yapıtları pek çok dile çevrilen, Paris’te kurulan Dünya Kültür Akademisi üyeliği olan, uluslararası birçok ödül alan ve Nobel’e aday gösterilen, asıl adı Kemal Sadık Gökçeli olan Yaşar Kemal, romanlarıyla olduğu kadar öyküleriyle de bizden olan yazarlarımızdandır. “Yaşar Kemal”; Çukurova ile özdeşleşmiş bir ad. Nasıl “İstanbul” denince Divan şairi Nedim, neoklasik şairimiz Yahya Kemal, çağdaş şairlerimizden Orhan Veli aklımıza geliyorsa, “Çukurova” denince de yazar olarak, aklımıza Yaşar Kemal, Orhan Kemal ve Muzaffer İzgü gelir. Yazdıklarında hep, geçmişte yaşayıp edebiyat birikimini ilk oluşturduğu yörenin –Çukurova ve Adana’nın– derin izlerini görürüz. Hele anlatımı…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

GECELER, GÜLLER VE KİTAPLAR

Her şeyde biraz eksildiğimden bir şeylere başlamaktan hep korkarım. Sevmek de öyle biraz. Sevmek işinde büyük bir gizem var. En azından benim için hâlâ var. Düşünüyorum da birbirini seven, birbirini hakikaten seven iki insan nasıl konuşur, dahası nasıl düş kurar, bir şeyleri nasıl hep bir yürek ister, bilmiyorum. Dönüp bakınca sevgi işinde görmezlikten gelinmiş olduğumu, sevmek vazifesinin bana yüklenmiş olduğunu görüyorum. Peki, ama bunca görmez olunduktan sonra hâlâ bu merak niye, birbirini seven, hakikaten seven iki insan nasıl bakar birbirine? Hayır! Ben bunu anlatmayacaktım. Bazen bir ölüm gibi yersiz ve…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

YARA

Sarıya çalan kaşlarının altından yumuşak bakan mavi gözleri dostçaydı. Yakışıklıydı ve sevecenlikle yüklü, güleç yüzünden çevresine iyimser hareler bulaştırıyordu. Belli, buralardandı. Sol bacağının yan tarafında, diz kapağına yakın yerden yukarıya doğru derin bir kesik izi vardı. Bir karışa yakın kısmı görünür yerindeydi ve şortunun paçasından içeriye doğru yürüyordu. Yere sol ayağının parmak uçlarıyla basabiliyordu ve canı yanıyordu belli ki; sakınıyor, sıçrayıp sağ ayağının üzerine düşüyordu tekrar. Sağ yanına abanarak ilerliyor; sıkça durması, bozulmasın diye dengesini kontrol etmesi gerekiyordu. Havlusunu saçlarında gezdirdi, yara yerini özenle, yumuşak hareketlerle kuruladı, kumsaldaki yerine doğru…

Devamını Oku
EDEBİYAT FELSEFE 

‘BULANTI’ / VAROLUŞ VE KAOS (6)

İnsanı şeylerle ortak kılan, var olmasıdır. Ancak onu ayıran nokta ise bilinci, yani var olduğunu duymasıdır. Var olduğunun ayırdına varabilen tek şey insandır. İnsan diğer nesneler gibi var olduğunu anladığı an, varlık üzerine düşünmeye başlamıştır. Varlığın nasıl olduğu, nedenleri ve var olmanın amacı üzerine çeşitli düşünceler geliştirmişlerdir. Aristoteles’ten günümüze uzanan varlık sorunsalı çözümü henüz ve belki hiç bulunmayan, bulunamayacak olan bir meraktır. Varlığı Herakleitos ve Whitehead, ‘oluş’; Sokrates, Platon, Aristo ve Hegel, ‘idea’; Husserl, ‘görüngü’; Demokritos, Hobbes ve Karl Marx ise, ‘madde’ olarak ifade etmişlerdir. Bize göre varoluşçuluk felsefesi kendinden…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

KURMACADA BİR MEKÂN OLAN “EV”İN ÇAĞRIŞIMSAL ANLAMI ÜZERİNE

Kelimelerle aramızda anlaşılması güç bir bağ oluşur zaman içinde. Çağrıştırdığı duygu belirler, kafamızdaki resmini. Aydınlıktan karanlığa doğru yol alan bir ölçek üstünde kendi derinliğini seçerken yaşanmışlıklarımıza yaslar sırtını. Kelimelere dair algımız ise ancak hissettirdiğinin aksi duygular uyandıran tecrübelerle kendini yeniler. Bugünlerde bir mekân olarak “ev” ve “ev”in halleri üzerine düşünüyorum. Çağrıştırdıklarıyla başka duygular uyandırması, kişiden kişiye değişen yansımaları, hatta aynı kişide bile farklı duyguları ortaya çıkarabilmesine rastlıyorum okumalarımda. Mekân unsuru, metinlerin kurgusu için temel unsurlardan biri. Hal böyle olunca “ev”i ana mekân olarak her metinde görüyoruz. İç mekân olarak değerlendirilen…

Devamını Oku
EDEBİYAT POLİTİKA 

EDEBİYATIMIZIN TEMMUZ SICAĞI / RIFAT ILGAZ

“Rıfat Ilgaz” adıyla tanışmam ilkokul yıllarına gider. Onun ünlü ‘Hababam Sınıfı’, kaç yüz bin delikanlının gönlünü fethetmiştir, kim bilir? Meğer onun adını duyduğum o yıllarda oğlu, benim öğretmenimmiş de haberim yokmuş. Hatay’ın Samandağ ilçesine bağlı Sutaşı Köyü İlköğretim Okulunda –okulun şimdiki adı Seyfettin Sağaltıcı İlköğretim Okulu– ben okurken oğlu, aynı okulda Amerika’dan yeni dönmüş, gencecik bir vekil öğretmendir. Öteki öğretmenlerimizden daha havalı, daha modern giyinen ve öğrencilerine daha nazik davranan, pedagojik yönden daha insancıl yaklaşan bir öğretmen. Onun okulda düzenlediği bilgi yarışmalarında, o zamanlar bin bir güçlükle edindiğimiz yaprakları bin…

Devamını Oku
EDEBİYAT FELSEFE 

‘BULANTI’ / VAROLUŞ VE KAOS (5)

Hiçlikten söz edebilmek için evvela var olmak gereklidir. Varoluş felsefesinde de özne var olduğunu sezinlemeden önce hiçliğin taslağını çizemez. ‘Bulantı’ roman boyunca kahraman, varoluşu sezinlemeden önce hiçlikten söz etmez. Varoluşun uyanışı ile beraber daha evvel içinde olduğu durumu değerlendirmeye başlar. “Düşünülemez bir şeydi bu: Hiçliği tasarlamak için önceden burada, dünyanın ortasında, gözler fal taşı gibi açık, canlı olarak bulunmak gerekiyordu; hiçlik benim kafamdaki bir düşünceydi sadece, bu sınırsızlık içinde salınıp duran bir düşünce: bu hiçlik varoluştan önce gelmemişti.” (Sartre, 2020: 197) Hiçlik ve varoluş bağıntısı kaos ve düzen ile aynı…

Devamını Oku
EDEBİYAT POLİTİKA 

‘BİR YALNIZ NAR AĞACI’, ‘KARAYEL HÜZNÜ’, ‘BİR ACIYA KİRACI’…

“Bedenim üşür, yüreğim sızlar./ Ah kavaklar ah kavaklar…” 93 sonbaharıydı… Buket Uzuner, ‘Karayel Hüznü’ndeki epigrafın altına “Ölü Ozanlar Ülkesi” yazmıştı. Çünkü 28 yıldır acısı dinmeyen, davası sonuçlanamayan Madımak Oteli’nde çoğunluğu şair, sanatçı, yazar olan 37 canın yakılarak aramızdan ayrılışına tanıklık ettiğimiz bir yazdı, 93 yazı. Buket Uzuner, ‘Karayel Hüznü’ başlığını verip bir şiirle anıyordu bu acıyı: “Şimdi, bu akşamüstü,/ Hemen/ Bir şiir yazabilseydim eğer,/ Şöyle serin, nane yeşili,/ Bahar kokan, gencecik teni./ Hani ‘Yaşamalıyım, ayaktayım hâlâ’/ dedirten insana,/ ‘Hem yapacaklarım var daha!’ // Haydi şair kalk,/ Birazdan güne varır gece,/…

Devamını Oku