EDEBİYAT 

ENVER GÖKÇE (1) / ‘BİZ OLMASAK GÜZEL DEĞİLDİR GÖKYÜZÜ’

“Biz olmasak gökyüzü, biz olmasak üzüm,/ biz olmasak üzüm göz, kömür göz, ela göz;/ biz olmasak göz ile kaş, öpücük, nar içi dudak;/ biz olmasak ray, dönen tekerlek, yıkanan buğday,/ ayın on beşi;/ biz olmasak Taşova’nın tütünü, Kütahya’nın çinisi,/ yani bizsiz/ anne dizi, kardeş dizi, yâr dizi/ güzel değildir.” – Enver Gökçe Az önce dağılan dost meclisinin başkonuklarından biridir o. En mahrem sıkıntılarınızı bile yüksünmeden anlatabileceğiniz bir sırdaşınız. Sizi, sizden daha iyi tanıyan ve anlatandır. Halkının iyiliğine olduğunu düşündüğü ideallerinin yılmaz savunucusu, sadık bir savaşçısıdır. O, ‘siz’dir! 1920’de, Erzincan-Kemaliye’nin Çit…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

HER DAİRE BİR DÜNYA

Apartman girişinde asılı duran saat, 10.00’u gösteriyordu. Günlük rutin manevrasını yapan asansör, elinde ekmek sepeti bulunan apartman görevlisi emektar Ahmet Efendi’yle beraber yılların yorgunluğunu taşıyan bir bitkinlikle yedinci katta durdu. Teleskobik kapı açıldı. Ağır asansör kapısı itildi. Harekete duyarlı lamba tık sesiyle birlikte parlayıverdi. Bahisçi Muharrem Elmas’ın mevcut ampulü yüksek güçteki bir ampulle değiştirmiş olması nedeniyle merdiven dairesi aydınlığa boğulmuştu. Ahmet Efendi, sağındaki on dört numaranın önünde durdu. Tam butona basacakken eli havada asılı kaldı. Bahisçi Muharrem’in çatlak sesi, kapatması Semahat’ın bağırışlarına karışıyordu. Ahmet Efendi başını sağa sola sallayıp cık…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

MUZAFFER SUNGUR’UN ÖYKÜLERİ VE ANILAR; IHLAMUR KOKULU…

Bu bir sonbahar yazısı… Ekim biterken… Çok acılar yaşanmış bir eylülü hatırlatan… Uzun yıllar “o eylül”ün hiç dinmeyen acılarını hatırlatan… Çok yıllar öncesinin ıhlamur kokan Ankara sokaklarını, Dil-Tarih’i, 85 mezunu Türk Dili Kürsüsünü hatırlatan, hatırlayan… İçe dönme zamanı… Bu kadar eskiye gitmek gerekiyor muydu? Bu öyküleri okuyunca, başka türlüsü olmuyor ki… Aylar önce okuduğum öyküleri tekrar okuyorum ve tekrar üzerinde düşünüyorum. İçinden şarkılar geçiyor bu öykülerin. Bu şarkılar, okuyanı neşelendirmiyor. Anılar… 80’li yılların başları… Dil-Tarih’in iç bahçesi, merdivenler, camlı kapı, tekrar merdivenler, sağda Öğrenci İşlerine açılan kapı, solda Farabi Salonunun…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

İMZA GÜNÜ

Ufukları tarayan menekşe rengi bakışlarıyla ayakta duruyordu. Penceresinin önündeki manzarada bir vincin, kara bulutları sürüyerek kentin üzerinde dolaştırdığı, otsu bitkilerin rüzgârla yatıp rüzgârla kalktığı, dağların yer yer beyaza bürünmüş erguvani tepelerinde buzullaşmış kar kütlelerinin üzerindeki ışık oyunlarının yarattığı renk cümbüşüyle belleğinin derinliklerinde içini acıtan anılar canlanıyordu. Beyninin kıvrımlarında sakladığı bir anı geldi, gözbebeklerine oturdu. Boş masaların doldurduğu salonda, ortada duran masaya yorgun bedeniyle yığılırcasına oturmuştu. Sıkmaktan parmak izlerinin silineyazdığı, ucuz bir tükenmez kalemi parmaklarının arasında tutuyordu. Etkinliği düzenleyen Avukat İsmail’in son anda çıkan acil bir iş nedeniyle salonda olmayışı yeterince…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

KİLİT SEVDASI

On yaşında, aşırı zayıf, hassas bir çocuktu Nuri. Ne bir yerinin kanadığı ne ciddi ciddi bir arkadaşı ile kavga ettiği ne de bisikletten düşüp kolunu veya bacağını çizdiği görülmüştü. Sınıftaki arkadaşlarından, mahalledeki diğer çocuklardan hep farklıydı. Hiç oyuncak merakı olmamıştı, kitap okumayı sevmezdi, bir kez bile lunaparka gitmek istememişti. Hele dondurma, çikolata, şeker yediği hiç görülmemişti. Dışarıda, okulda, sokakta hep içine kapanıktı. Merkez lokantasında aşçılık yapan babası, ev hanımı olan annesi onu bu çemberden dışarıya çıkarmak için ellerinden geleni yapmışlardı. Kredi çekip psikiyatriste bile götürdüler oğlanı. Bağarası’ndaki meşhur Kamil Hoca’ya…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

POTKALDEKİ ADRESSİZ MEKTUP

Günün ilk ışıklarıyla Bostancı sahili aydınlanmaya başladı. Dolgu zemini döven dalgalar bir hışımla atomize hale gelerek havalanıyor, belli bir yükseklik kazandıktan sonra yer çekimine yenik düşerek kıyıları ıslatıyordu. Uzaktan bakıldığında baba-kız izlenimi veren bir çift, kapüşonlu montlarıyla sahildeydiler. Erkeğin yaşı geçkinceydi ve seyrek kırçıl saçlarını arkaya taramıştı. Elini sımsıkı kavradığı kadın, otuzlu yaşlarında oldukça ince ve narin yapılı, uzun boylu, siyah uzun düz saçlı, iri siyah gözlüydü. Son model arabalarını park ettikten sonra sabah serinliğinde el ele kıyı boyunca yürümeye başlamışlardı. Dikkatli gözler, çiftin baba-kız olamayacağını anlayabilirdi. Genç kadın, adamı…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

FANTASTİK MANZARALARDA İYİ VE KÖTÜ DENGESİ

“Sadece bir cehennem var, o da şu anda yaşadığımız.” – George R.R. Martin Kötülüklerin, kirli oyunların, acımasızlıkların, psikolojik şiddetlerin ve zorbalıkların “iyi bir insan olabilme çabalarımızı” çıkmaza soktuğu, mavilere boyadığımız umutlarımızı siyaha çaldığı anlardan, günlerden, dönemlerden –istesek de istemesek de– geçiyoruz. Şu sıralar ben de kendime hep bu döngüde geçen sorular soruyorum: “Güç, onurdan büyük müdür? Bazı günahlara gözümüzü ne kadar kapatabiliriz? Sevdiğimiz şeyler uğruna gerçekten en kirli çöplere bile elimizi sokmalı mıyız?” Bu sorular aklımı ve ruhumu kemirip dururken yine en çok sevdiğim yazarların ve eserlerinin kapısını çaldım. Gerçekten…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

YAŞAMIN YAŞANAMAZLIĞINA DAİR

“Geride bıraktığımız, bize yıllar boyu mutluluk vermiş bir güzelliğin yıkıntısı. Kurtarmak için parmağımızı bile oynatmağa davranmadığımızdan yıkılıp yok olmuş bir güzellik. Bir güzellik daha, demek gerekir. Yaşamak, durmadan ardında yıkıntılar bırakarak bir yerden bir yere gittiğimizi sanmak mıdır?” Bilge Karasu’nun da içini doldurmaya çalıştığı, kafasını epey meşgul etmiş bir uğraş bu yaşamak uğraşı. Yazılmış bütün metinler, yaşamın ve yaşamanın gizini fısıldamaktan öte bir şey yapmazlar aslında. Edebi metinlerde, bir yaşama kapı aralarken yaşamanın ne olduğu ya da olmadığını üstü kapalı biçimde okuruz. Görünenin ardındaki gerçekliği sözcüklerle ifade etmenin ne denli…

Devamını Oku
EDEBİYAT TOPLUM 

BARIŞ YA DA GODOT’YU BEKLEMEK

“1 Eylül” geride kalırken her yıl olduğu gibi zihnimde yankılanan bir soru: Nedir barış? İçinde bulunduğumuz yüzyıla değin geçip giden onca zaman içinde defalarca adı konan ama bir şekilde çiğnenmiş bir değerler sistemi mi, yoksa çaresizlerin ulaşmak arzusuyla uğruna savaştıkları bir ideal mi?  TDK, “Savaş halinin bitmesinin bir anlaşma ile belirtilişinin ardındaki durum, hazar, sulh” olarak açıklıyor. Anlaşma yapmak barışmak için yeterliymiş gibi… Esasında barışmak anlaşmaktan daha başka bir durumu ifade ediyor. Barış, sadece çatışmasızlık hali olarak görüldüğü için ortadan kalkıp yerini tekrar savaşa bırakıyor ya zaten. Tarafların ikna olması,…

Devamını Oku
EDEBİYAT 

OKURUN DÜŞSEL İKTİDARI

“Zavallı geçmiş / Gelecek yeni bir çağ mı sanki / Beynimiz yağmalanmış / Değişen bir şey yok / Günlerin çürümesinden belli.” – Nâzım TANER Kendini anlatmak için insanı, insanı anlatmak için de dünyayı konu edinen düşünürler, yazar ve şairler, eserlerinin arka planında ancak sezgi ile ve yoğun okumalar sonucu kavranan bir yapı kurarlar. Okura sunulan, eserin ön yüzüdür. Bir eserin öte yüzü ve hatta yüzleri vardır. Bir anlatma uğraşı olarak doğan edebiyat, zamanla harekete geçirme ve düşünsel eylem beklentileri ile bezenir. Yani ilkin mağara resimlerindeki anlatma ihtiyacı, zamansal akış ve…

Devamını Oku