YAŞAM 

FOTOĞRAF

Fotoğraf; “çizmek”, “kazımak”, “resim yapmak”, “yazmak” kelimeleri birleştirilerek türetilmiş bir isimdir. Her ne kadar kelime anlamı, “ışık yardımı ile iz bırakmak” olsa da fotoğrafın ne olduğunu anlatmak, tam manası ile birebir sözlük tanımı yapmak oldukça zor olsa gerek. Düşünüldüğünde içerisinde “anı yakalamak” da vardır, “zamanı dondurmak” da, hatta “klasik bir dijital resim” de ihtiva eder. Zıpladığı anda insanı havada yakalayabilen ve orada asılı bırakan bir güçtür fotoğraf; bir yunusun sudan atlama anını yakalayıp havada uçuyor gibi gösterendir de; nesneler hakkında düşünüleni, imgeleri tamamen değiştirebilir. O kadar kuvvetlidir. Kuvvetlidir, ne ki…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

MAVİLER, PORTAKALLAR, YILDIZLAR…

O akşam bir kadın yaşamı sorguluyor. Bir adam umutları çoğaltmaya çalışıyor. Mevsimlerden yine sonbahar; aylardan eylül, ekim, kasım… Kadın gökyüzüne bakıyor bir süre. Ve haykırıyor: “Ey yıldız! Parlak yıldız! Senin kadar dik durabilir miyim?” Mevsimlerden sonbahar; kadın yaşamı sorguluyor, adam susuyor. * * * Kadın o akşam içinden geçen tüm hisleri, tüm düşünceleri önce yıldızlarla paylaşıyor; ardından adama duyumsatıyor. Adam, kadına bakıyor; kadın, adama bakıyor. Kadın bir kâğıt alıyor eline ve şunları yazıyor: “Son zamanlarda çevremde olan biten birçok şeyden uzaklaşmaya başladım. Benimle yaşıt insanlar çok yalın, anlamsızdı. Caddede yürürken…

Devamını Oku
YAŞAM 

OLAĞANDIŞI BİR BULUŞMA

Asma çardağından etekleri yarı kurumuş düşen ilk asma yaprağının sesi, yaralı bir kuşun yere düştüğünde çıkardığı sese benzer. Küçük yeni yapraklar çıkarması boşuna bir çabadır. Filiz vermeden yeşeren yaprak eski tazeliğini bulamaz çünkü. Doğanın ilk yaralı sesidir o ilk yaprağın düşerken çıkardığı ses, öleceğini biliyordur. Doğanın yeniden yeniden hayat bulması ise her şeyin mümkün olabileceğini hatırlatmaktadır. O, mucizevi güne hazırlandığının ayrımında olmadan özenle giyindi gideceği yere. Dizleri yırtık bir kot pantolon üzerine göbek hizasında, ara sıra tenini gösteren kemik renginde askılı ve dar bir penye giymişti. Kulaklarına yeşim rengi taşın…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

‘ÜÇ KIRMIZI GÜVERCİN, ALIN YAZIMIZI ÇİZİYORLAR IŞIKTA…’

Ağustos geldi geçti, eylül geldi geçiyor; ekim de, kasım da gelip geçecek ömrümüzden. Ve bizim; zamanı ay ay, mevsim mevsim yakalamaya çalışma gayretimiz bıkmadan usanmadan devam edecek. Aylarla özdeşleştirdiğimiz şiirler de, yazılar da mevsimlerle birlikte değişecek; sözcüklerle buluşurken kâh baharda neşelenecek, kâh güzde hüzünleneceğiz. Belki de pastırma yazı zamanında; Yunan şair Yorgo Seferis’in dizelerini okuyacak, içimizdeki zorbayı biraz olsun uzaklaştıracağız: “Battı artık akrep burcunun parlak yıldızı/ insanın içindeki zorba uzaklaştı./ Artık sevecektir bu ışıkta/ daha önce hiç sevmemiş olan./ Ve sen sayısız pencereleri açık/ koca bir evde bulursun kendini/ önce…

Devamını Oku
YAŞAM 

KORKAK RUHUMUZ AÇ KALBİMİZİ DOYURAMIYOR

Paracelsus, “Zehri zehir yapan dozudur” diyor. Paracelsus yaklaşık 500 yıl önce Avrupa’da bu sözü söylerken, bizim topraklarımızda da adı kayıtlara geçmeyen kendi halinde bir ata, “Çok muhabbet, tez ayrılık getirir” demiş. Birbirleri ile çok ilgisiz gibi görünse de, her iki söz de aynı şeyi söylüyor aslında: “Ne kadar hoşunuza giderse gitsin, sizi ne kadar mutlu ederse etsin, ne kadar muhteşem olursa olsun; her şeyin kararını bilin” diyor, “Kararını bilmeyip aşırıya kaçarsanız zehir olur o size” diyor. Uyarıyor açık açık, “Öldürür!” diyor. Her iki söz de ne kadar doğru, değil mi?…

Devamını Oku
YAŞAM 

EYLÜL’Ü 23 GEÇE

Efsunlu bir gecenin ilerlemiş saatleri… Deniz kabuklarını düşünüyorum. Şüphesiz, şu an ıssız bir sahilde, soğumuş kumların üstünde ayla yıkanmanın keyfini sürüyordur. Dalga sesleri eşlik ediyordur onlara. Onlar da benim gibi istemiyordur gecenin bitmesini. Zaman dursun, gecenin efsunu dağılmasın, o harikulade duyguyu her daim hissedelim düşüncesindedir. Onlar da ayrımsıyordur benim gibi serin gecenin sıcacık siluetini. * * * Fakat gece bitecek az sonra. Efsunlu gece, gündüz ile eşitlenmenin mutluluğunu yaşayacak. Her ne kadar o mutluluk bir gün sürecek olsa da… Eylül; “24”, “25” demeye başladığında, gecenin uzunluğu arşınlanmaya başlanacak takvimlerde. Ta…

Devamını Oku
YAŞAM 

GİTMEK ZAMANI

Evet… Tam zamanı! Gitmenin, uzaklaşmanın… Nereye? Önemi yok… Yahut var. Susanna Tamaro gibi “yüreğinin götürdüğü yere”… Denize! Özlediğin denize! Balıklara, yakamozlara, Ernest Hemingway’ın ‘Yaşlı Adam ve Deniz’ine! İçinde “deniz” geçen her bir şeye ya da her bir yere! * * * Benim yolculuğum iyot kokuyor biraz. Bazen, balık pullarından koleksiyon yapan çocukların mutluluk sesleri duyuluyor uzaktan. Yakamoza aşkını söyleyen yelpazeler serinletiyor bunaltıcı geceyi. Aşk, özlem, deniz, meltem ve daha birçok şey, daha birçok his uyandıran sözcük yetiyor tetiklemesine bu “gitmek” isteğini. Gidip kaybolmak isteğini! * * * Bavuluma koyduğum bir…

Devamını Oku
YAŞAM 

KARAKIZ’IN ‘DELİ DUMRUL’ KABADAYILIĞI

Işık şehrinde yıldızlar kaybolur! Kimi zamanlar kısacık anlara sığdırdığımız, içimizde yeşeren sıcak duyguların farkındalığını yaşarız. Evimizin karşısında bulunan boş arsanın kimsesizliğini değiştirip benim her gün, bilmem kaç kere oraya bakmamı sağlayan ilginin sebebi kara bir köpek oldu. Ona ‘Karakız’ adını verdim. Boş arsanın diğer yanında bulunan evin bahçe duvarına yaslanıp hayat bulan böğürtlen koruluğunu bir tünel gibi oyup yuva haline getirmişti. Her sabah kalktığımda o tünelin bana dönük açık oyuğuna bakmadan edemez oldum. Boş arsanın yola bakan kaldırımına uzanıp tehlikenin kokusunu anladığı an da kıyameti koparıyordu. Hele bir köpek, kedi…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

BIRAK VE GİT

Herkes ruhumu bırakıp gitmemi söyledi. Soğuk ve anlamsız yüz ifadeleriyle bana bakıyorlardı. Bir ruh nasıl bırakılırdı, bilmiyordum. Ne demek istemişlerdi, onu da anlamamıştım. Çok şey anlamamı istiyorlardı. Oysa onların anlamadığı benim bozkır gibi çorak gönlümün ve aklımın sınırlarıydı. Hiç sürülmemiş, sulanmamış, tohum serpilmemiş, taş yığınına dönmüş topraktan sulu elmalar beklemelerini aklım almıyordu. “Ruhunu bırak ve git.” Bana söylendiğinden beridir aklımda bu söz. Yatarken, yürürken, yemek yerken… Bu kadar çok düşündüğüm bir sözü anlayamamanın yarattığı sıkıntı kalbimi kaplıyor, nefes alamıyorum. Son moda virüslere ihtiyacı yok benim nefes alamayışlarımın. Anlamlandıramamak kahrediyor beni.…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

‘AÇIN KAPILARI, EYLÜL GELDİ; BULUTLARLA KUŞLARLA…’

Iraklı şair Abdülvahap El-Beyati, Nâzım Hikmet’e ağıt yaktığı bir şiirinde şunları söylüyor: “Nâzım geldi! Kim çalıyor kapıyı?/ Sürgünden döndü Nâzım, bulutlarla kuşlarla/ Ve deniz beklerken onu/ Ağaçları taşları devirdi coşkuyla/ Açın kapıları, Nâzım geldi Anadolu’ya!/ Asma kütükleri suluyor/ Zeytin fidanları dikiyor tepelere dağlara/ Ve teriyle ıslanıyor kirpikleri/ Açın kapıları, açın, Nâzım geldi!” Eylül sözcükleri topluyorum yüzyılları aşan şiirlerde, yaşanmışlıklarda. Abdülvahap El-Beyati’nin dizeleri, Nâzım’a olan ağıtı, çocukluğu, gençliği ve Paris akşamüzerleri: “Gülüm, nasıl da yaşlandı Paris/ Oysa ben çocukluğumu yaşıyorum hâlâ/ Uğraşım gezginlik ve türküler yakmak/ Yeryüzünde, tüm yalnızların akşamında.” Ve…

Devamını Oku