YAŞAM 

EVRENİN NEFESİNİ DİNLEYEN ŞAMAN KADIN

“Doğada hiçbir şey nedensiz değildir; nedenini kavra, o zaman deneye ihtiyaç duymazsın.” – Leonardo da Vinci Çiğdem kokularının kekik kokularına karıştığı Bozdağlarda gölcüğün yüzeyi de dağların ihtişamını yansıttığı suyun rengi gibi dağın nefesini çekmişti içine. El tezgâhlarında dokunan ipek şalların, ham keten ipliğinden dokunmuş kumaşların, kök boyayla harmanlanmış ipek karışımı battaniyelerin kenti Ödemiş. Bozdağların tepesinde ulu bir ağacın altında az biraz dinlenmek için elindeki bastonuna dayanarak oturan kadının adı Sevdiye idi. Şamandı. Dayandığı bastonunun eliyle kavradığı tepesinde gözleri ileriye, gagası aşağılara bakan bir kuş oyması, boğazında dört yapraklı yonca resmi…

Devamını Oku
YAŞAM 

ZEYTİN

Yüz yaşında bir zeytin ağacı… Bir sürü dalı var gövdesinden çıkan… Tıpkı Ezgi’nin Günlüğü’nün ‘Delice Zeytin’ şarkısında olduğu gibi… Delice her bir daldan fırlıyor meyveleri… “Bak, bu ışık senin ışığın/ dallarına ay doğmuş delice delice zeytin/ bu bahar yine gelin olacak/ omzunda yeşil bir duvak delice delice zeytin/ bak, bu ışık senin ışığın/ dallarına ay…” Bu şarkıyı adeta bizler için söylüyor zeytin ağacı… Her bir dalın her bir zeytin meyvesi bizlere –biz insanlara– bir şeyler anlatmak ister gibi… Diyor ki zeytin ağacı: Sabırlı ol, bekle, elbet bir gün alacaksın meyveni.…

Devamını Oku
YAŞAM 

70’LER, LİSE YILLARIM VE BABAM

70’lerin sonu, 80’lerin başı… Terör olaylarının zirve yaptığı yıllar… Duvarlara sloganlı yazıların yazıldığı, üniversite öğrencilerinin kutuplaştırıldığı çatışma ortamı… Ve o ortamda eğitim almaya çalışan gençlik… Ben, Ziyapaşa Bulvarı’ndaki evimizde yaşayan liseli bir genç… Abdulkadir Paksoy Kız Lisesi öğrencisiydim. Okulum şimdi olduğu gibi tren istasyonuna yakın bir yerdeydi. Kurucusu Abdulkadir Bey’in vasiyeti üzerine yalnız kız öğrencilerin eğitim aldığı bir okuldu burası. Tabii, yalnız kız öğrenciler okuduğu için değil, evimize yakın bir okul olduğu için tercih etiğimiz bir kurumdu. Ben okuduğum liseyi de ortaokulum gibi çok sevdim. Terör olaylarından nasibini almadı bizim…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

MUCİZE ZAMANLAR

Bitiyor mu, ne? Evet, sanırım bitiyor. Mevsim değişiyor. Sabahtan kayganlaşmış yollarda yürümek beceri gerektiriyor. Daha dün yolda iki kişinin kayarak mabadının üzerine sert iniş yaptığını gördüm. Yollar, kaldırımlar buz tutmuş. Güneşi görünce eriyen karlar havanın ısındığının göstergesi olsa da gece vaktinde sıcaklıktaki ani düşüşler, eriyip etrafa yayılan kar sularının buz kesmesine yol açıyor. Öğleye doğru yine eriyecekler ama işte sabah saatlerinde her birimiz birer cambaza dönüşüyoruz. İşte, kızıl saçlı kadın da göründü, nihayet! Bayılıyorum bu kadına. Yine zarif, yine şık ve yine (tabii ki çok) güzel. Dizlerinin üzerinde kalan etek…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘SARHOŞTUM, ISLAKTIM, ESRİKTİM; AŞKTAN, ŞİİRDEN, KEDERDEN’

Ataol Behramoğlu; 1992’nin Paris’inde, hüzünlerini aşklarını yaşanmışlıklarını hasat ediyor, o güzelim şiirlerine yenilerini ekliyor: “Paris’ti, geceydi, gençtim/ koyu, simsiyah akıyordu Seine/ sarhoştum, ıslaktım, esriktim/ aşktan, şiirden, kederden.” 20’nci yüzyılın son demleri yaşanıyor Avrupa’nın romantik başkentinde. “Paris’ti, hüzünlerden hüzün beğen/ orada ölmek istiyordum/ yazılmamış şiirlerimi/ ardım sıra sürüklüyordum” diye devam ediyor Behramoğlu’nun dizeleri; yaşadığı çağın sarhoşluğunu ıslaklığını esrikliğini anlattığı: “Paris’ti, aşkımın Paris’i/ her gülüş, her söz bir sır küpüydü/ tepeden tırnağa bir kalptim sanki/ özleyişlerle örtülü. // Paris’ti, gecenin, hüznün Paris’i/ yağmurun ve gençliğin/ teşekkürler, esirgediğin/ ve sunduğun her şey için.”…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘YÜRÜYORUZ TÜRKÜLER İLE, ISLIKLAR İLE; KIZIL SAÇLI BEKLEYİŞLERE DOĞRU’

Şubatın izdüşümlerini toplamaya çalıştığımız bir gece yarısı, “Kızıl bir gül yaprağı/ düşmesin avuçlarından/ çünkü o aşktır/ yakamozdur/ cinayettir” diyen Nilay Altay’ın (*) sesine kulak veriyoruz; sessizlik, ıssızlık ve yalnızlık içindeyiz. “Bu memlekette esaret gridir/ bu memlekette özlem yeşildir/ bu memlekette umut mavidir/ ve her memlekette beyazdır düşler” diye devam ediyor Nilay Altay. “Bilmem, farkında mısın?” diye soruyor, “Yürüyoruz türküler ile, ıslıklar ile/ kızıl saçlı bekleyişlere doğru” diyor. Nilay Altay, gecenin karanlığına bembeyaz dizeler bırakıyor: “Bütün yıldızlar savaşa gitti/ ve bütün çiçekler eziliyor cilalı ayakkabılar altında/ bir tek/ bir tek, çocukların…

Devamını Oku
YAŞAM 

ÖLÜMSE EĞER KAPIYI ÇALAN, HER ŞEY ANLAMINI YİTİRİYOR!

Günler birbirini hızla kovalıyor. Ölümse biz insanları… Zor günlerden geçiyoruz! Ölümün soluğunu ensemizde hissediyoruz her zamankinden daha fazla. Üstelik öyle bir “veda” ki bu, kapımızı çalan… Bize tek başınalığımızı hatırlatıyor. Dostlarımıza hasret bırakıyor. En sevdiklerimizden bizi ayırıyor. Ders üstüne dersler veriyor. Bize aslında ne kadar aciz olduğumuzu sorgulatıyor. Her gün haberlerde vaka ve ölüm sayılarını takip ediyoruz. Duyarsızlaştık ve alıştık duruma. Oysa o sayılar ölenlerin sayısı… İnsanlar ölüyor her gün yüzlerce, binlerce kez. Ahmet Telli’nin söylediği gibi; “yaşamak belalı bir hal alırken, acıyla doluyor günlerin sarnıcı”… Fakat bir şekilde hayata…

Devamını Oku
YAŞAM 

İNCİR KOKUSU

“Hayat herkesi kırar ve sonrasında birçokları o kırık yerlerinden güçlenir.” – Ernest HEMINGWAY Dünyayı yıkıp kalıcı gibi görünen koronavirüs salgınına bizim ülkemizde damga vuran “65 yaş ve üzeri” grubunun bir üyesiyim. 73 yaşında bir kadın, Safiye! Hani şu “laikçi teyzeler” diye hafife alınmak istenilen, yağmurda ıslanan sokak köpeğini görünce hemen mutfağa koşup bir şeyler hazırlayıp köpeği doyurmaya çalışan… Kar köpüklerinde sokağa çıkıp dans eden, her koşulda ve yaşta öğrenilecek bir şeyleri olan, hayatın esprisi ve müziğini içinde hisseden kuşak… İzmir Kız Sanat Lisesinde öğrencisi olma şerefine eriştiğim Zuhal Yorgancıoğlu! “Yeni…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

KEDİLER, KİTAPLAR VE EDEBİYAT

Ocak ayında olmamıza rağmen dışarıda baharın ilk günlerine özenen güneşli ılık hava, mavi gökyüzü… Yine pandemi, yine önlemler, yine hafta sonu kısıtlamaları… İçimde bir ses “Hadi gülümse” diyor, “bulutlar gitsin/ … / yoksa ben nasıl yenilenirim/ / bir kedim bile yok, anlıyor musun/ iklim değişir Akdeniz olur, gülümse”… Bir kedim bile yok. Oysa edebiyat ve kedi nasıl da tamamlıyor birbirini. Tamamlamasa bu kadar kedili anlatı olur muydu? Kedi sahiplenmek, biz çocukken çok kolaydı. O zamanlar okuma yazma bile bilmiyordum, hiçbir şey okumamıştım ve hayatın her alanı gibi bunun da derin…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘FIRTINA HABERCİSİNİN TÜRKÜSÜ’, ‘PORTAKAL YÜKLÜ YELKENLİ’ VE PANDEMİ GÜNLERİ

“Yağmur yağsa, içimi toprak kokusu doldursa… Bir kuş konsa çiçeklenmiş ağaç dalına… Sesin ağır akan tozlu bir uzaklıkta kanımı tutuştursa… Sesin sarsa beni! Sesin tutsa beni! Sesin öfkeli olsa! O sevecen yalnızlığımı alıp götürse…” Yaşlı yazar, buz kesmiş gecede, bunları yazıyor not defterine. Pandemi can almayı sürdürüyor dışarıda. Hüzünler kadar özlemler de birikiyor içimizde. Yaşlı yazar, özlemlerini not etmeyi sürdürürken bizler için de bir şeyler fısıldıyor geceye: “Köpükten apak kesilmiş düzlükte Maksim Gorki’yle konuşurken yüzyıllık tarihin merdivenlerinde oturup dinlensem… Fırtına habercisinin türküsünü dinlesem! Denizin, rüzgârın, bulutun dili olsam; mavi alevler…

Devamını Oku