YAŞAM 

İNSANLARI SEVECEKSİN

Aşağıda, 2010 yılında yazdığım ve Son Baskı’da yayımlanan şiirimi yeniden paylaşmak geldi içimden. Sevgiye, saygıya ihtiyaç duyuyoruz şüphesiz; en çok da sevmeye, insanları sevmeye, hayvanları sevmeye, bizden farklı kültürleri ve doğayı sevmeye ihtiyacımız var. Ama içimiz burkuluyor. Çünkü toplumu zorlayan olaylar karşısında ülke çok sıkıntılı, bu stres altında ruhumuzu özgür hissedemiyoruz. Saf sevgi için özgür ruha ihtiyacımız var. Oysa gelecek kaygılarımız nedeniyle hayatımızı çok kontrollü yaşıyoruz, çocuklarımıza karşı sorumluluklarımız var, ülkedeki durum kaygılarımızı her gün daha fazla artırıyor. Bir avuç insandan başka herkes kaybediyor, cehalet ve aptalca şartlanmışlıklar, şarlatanlıklar, yalakalıklar…

Devamını Oku
YAŞAM 

‘GÜLÜN ÖLÜM YÜZYILI’NDA ‘ATLARI MAHMUZLAYAN’ RÜZGÂR

Ekvadorlu şair Jorge Carrera Andrade, o sabah, kuşlara kullandıralım diye yaşam öyküleri anlatıyordu bize. “Gülün ölüm yüzyılında doğdum,/ makine, melekleri çoktan kovalamıştı” diyordu şair. Son faytonun geçişine bakıyorduk hep birlikte; faytonla birlikte ağaçların geçişine, çalılıkların geçişine. Yeni evler geliyordu onların yerine. Yüzyılın eşiğindeydik. Şair, şöyle devam ediyordu: “Sessizliğin gevişini getiriyordu inekler,/ rüzgâr, atları mahmuzluyordu.” ‘KOKULU KABUĞUNA SARINIRDI ANANAS; ÇIPLAK MUZ, İPEKLİLER GİYERDİ…’ Akşam olmaktaydı. Bir haziran günü, Ekvadorlu şairin dizeleriyle Güney Amerika iklimini solumaya başlamıştık. Şair, annesinden konuşuyordu; annesi için, “Akşamüstünün güneşini giyinmiş,/ derin bir gitarın içine koymuştu gençliğini,/ bazı geceler…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

YOKLUĞUN…

Baba… Söylemek bile çok garip, alışmamış dudak hareketlerim bu kelimenin telaffuz özelliklerine. Söylerken kendi sesimi yadırgıyorum. En son kaç yaşındaydım ki söylediğimde… Duygusalım bu aralar biraz, evet… Melankolik hallerin en’lerini yaşıyorum. Özlemiş olabilirim mesela seni. Yıllar oldu sen gideli… Ve yıllar oldu rüyama bile gelmeyeli… Varlığın nasıl bir şeydi? Sesin nasıldı? Nasıldı annemin gözlerine bakışın? Burnumda kaybolmaya yüz tutan bir tek, kokun kaldı… Tütün ve tenin kokardı siyah kasketinin içi. Kahverengi bir atkın vardı… Kapı eşiğinde dolar boynuna, çıkardın kapıdan. Ne acı, seni hatırlayamamak… Bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az…

Devamını Oku
YAŞAM 

“BULMACA BULDURMACA, SÖZ ÜSTÜNDE KAYDIRMACA…”

– Aç kapıyı bezirgân başı. – Kapı hakkı ne verirsin? – Arkamdaki yadigâr olsun. Çocukken oynadığımız oyunların birinin içinde böyle bir tekerleme vardı. Oyunu çok iyi hatırlamıyorum… Nasıl bir oyundu, kaç kişiyle oynanırdı? Ama… Tekerlemenin bu kısmı yer etmiş belleğime, unutmamışım. Dile kolay, yaklaşık 50-55 yıl! Bu ve benzeri belki yüzlerce “şey” var bellekte. Özenle saklanıyor! Tavan arasında ya da bodrumda, sandıklar, karton kutular içinde sakladığımız birçok “şey” gibi… Hiçbir zaman açıp bakmayız, hatta kutular içinde ne olduğunu bile unuturuz zamanla! Birileri biz görmeden atsa kutuların içinden bir şeyler… Hatta…

Devamını Oku
YAŞAM 

“BEN KÜSKÜNÜM FELEĞEEEE!”

Adam dünyaya, insanlara, teknolojiye küser; kendini doğanın kucağına atar. Saç sakal birbirine karışır, derme çatma bir kulübede, çadırda yaşamayı seçer. Bir televizyon kanalı veya bir gazete bulur izini adamın, hemen haber yapar… Günlerce televizyon ekranlarında, gazete sayfalarında izleriz, okuruz… “Sayın izleyiciler, Ahmet Bey’in bu kulübesinde, modern dünyanın hiçbir aracını göremiyoruz. Ne televizyon, ne radyo, ne gazete… Hatta çayını bile odun ateşinde demliyor!” “İnanması güç belki ama Ahmet Bey, tam on bir aydır ne televizyon izliyor, ne internete giriyor, ne de cep telefonu kullanıyor, sayın izleyiciler!” “Soğuk kış günlerinin yaklaştığı bu…

Devamını Oku
YAŞAM 

ORTALIK “SÜT MAVİSİ”; TABAĞIMIZDA BİR “BULUT”, KADEHİMİZDE “GÖKYÜZÜ”!

Akşamdan kalma hüzünler içimizde birikmeyi sürdürüyor yine bir haziran sabahında. Radyomuzda denizi özleyenlerin türküsü… İyot kokusu ne güzel, bir şiirin peşine düşüp gitmek ne güzel… Şiirler yazılmaya, türküler söylenmeye devam ediyor akşamdan sabaha değin. Ne güzel… Oktay Rifat, dün gece Dalyan Kahvesi’nde olduğumuzu hatırlatıyor bize… Ortalık “süt mavisi”; tabağımızda bir “bulut”, kadehimizde “gökyüzü”: “Apostol, bu ne biçim meyhane!” Cahit Külebi de, eşlik ediyor gecemize: “Gözlerin gözlerime değince/ su katılıyor rakıya/ denizler açılıyor önümde.” Radyomuzda denizi özleyenlerin türküsü, burnumuzda iyot kokusu, içimizde akşamdan kalma hüzünler… Fransız şair René Char gibi, hep…

Devamını Oku
YAŞAM 

BENİMLE KONUŞAN KAYISI AĞACI

Bahçe içindeki küçük balkonumun demir korkuluklarına sık yapraklı dallarını altlı üstlü dolayıp oval bir çelenk oluşturmuştu kayısı ağacı. Şöyle bir bakınca da pınarı açık büyük bir göze benziyordu. Bir haziran sabahı yeni aldığım kitabı okumak için oturmuştum küçük kare lake masama. Ama ne mümkün! Kayısı ağacı kollarını omzuma, yüzüme, kollarıma çarpıp duruyordu. İçimden bir muziplik geçti ve şöyle seslendim kayısı dallarına: – Sanki bir kayısı meyvesi getirmişsin de benimle şakalaşmak istiyorsun? İşte, o anda dalların hışırtısı durdu, yapraklar ve dallar kıpırtısız kaldı. Ben de kitabımdan başımı kaldırıp “Sitem mi ediyorsun…

Devamını Oku
YAŞAM 

88 YAŞINDAKİ MANOLYA AĞACI

Çanakkale’ye iki yıl önce ilk gidişimde heybetiyle, dik duruşuyla hemen dikkatimi çeken bu ağaca yaklaşınca manolya ağacı olduğunu fark etmiştim. 2004 yılında koruma altına alınan bu kıymetli ağacın, ‘Anıt Ağaç’ olarak tescillendiğini de öğrendim. Kökleri 19’uncu yüzyıla, Girit’e kadar uzanan bu ağacın sımsıcak bir hikâyesi var: “19’uncu yüzyılın başında Girit Adası’nda yaşayan Ali Bey, çiçeklere çok meraklıdır. Doyumsuz güzellikteki bahçesi beyaz iri çiçekler açan manolya fidanları ile ünlenmiştir. 1920’lerin başlarında adada huzursuzluk artmış, Müslüman Türkler için yaşam zorlaşmıştır. Bu sırada Türk ve Yunan hükümetleri arasında Ocak 1923’te imzalanan anlaşmayla büyük…

Devamını Oku
YAŞAM 

SONSUZLUĞUN GÜVERTESİNDE, BİR TATLI HÜZÜNLE…

Portekizli şair Fernando Pessoa gibiyiz bir haziran sabahında. İçimizde akşamdan kalma bir hüzün, dilimizde gecenin bir vaktinde yarım bıraktığımız şiirlerin sancılı dizeleri ve yanı başımızda şairlerinin o telaşlı halleri… Sabahın erken saatlerinde ıssızlığın rıhtımında, kimsesiz, kumsalın kıyısından belirsizliğe bakıyoruz. Birazdan sonsuzluğun güvertesine binip belki bir mavi geleceğe doğru yelken açacağız. Fernando Pessoa’nın sözcükleri, limana yaklaşmakta olan bir vapurun uyandırdığı heyecanı anlatıyor bize; tam o vakit, denizcilere özgü bir canlanma başlıyor, yelkenler açılıyor, çatanalar yaklaşıyor: “Rıhtıma bağlı gemilerin gerisinde motorlar gidip geliyor/ hafif bir rüzgâr çıkıyor./ Ama ruhumun gördüklerimle,/ limana giren…

Devamını Oku
EDEBİYAT YAŞAM 

BİR DİPSİZ KUYU

Dört duvara mahkûm olduğumuz son aylarda her şeyin başkalığında kaybolmaya fazlasıyla zamanımız vardı sanırım. Hayatımızın sınırları, o büyük ve karmaşık boyutundan sıyrıldı da küçücük bir eve, hatta odaya sığıverdi. (Sığdırabilenler olarak şanslıydık, şüphesiz.) İçinde bulunduğumuz denklem basit bir hal aldı. Şairin düşünmediğimizden yakındığı o ince şeyler durup düşünüldü belki, düşünülmeliydi ya da. Hayatı işine endeksli yaşamaya çalışan bizler, bu sığ, sıkıştırılmış, içi boşaltılmış “yaşamak” tanımına kendimizce kafa tuttuk. O “özgür” olduğumuz –ki bize göre dilediğimizce gezmek olan– zamanlara hasretlik duyarken birbirinin aynı olan mekânlara ve benzer zamanlara hapsolduğumuz bütün yaşanmışlıkların…

Devamını Oku