YAŞAM 

PARİS’TE GÜNLERDEN BİR GÜN

Bir sonbahar akşamıydı. Serinceydi hava. Dinoların çatı katındaki evlerinin terasında oturuyorduk. Güzin Dino mükemmel bir sofra hazırlamıştı. Adana usulü tava yapmıştı. Üstelik analı-kızlı da vardı. Gelirken Adana’dan ince bulgur da getirdiğini söyledi salata yaparken. İnanmayacaksınız ama tahini nerden bulmuşsa artık, humus bile yapmıştı. Önce, üzerine yağ yakılmış mahlûta çorbalarımızı içmiştik. Fikret Muallâ erkenden gelmişti. Zaten orada yaşıyordu. O sıralar bir sergiye hazırlanıyordu. Nâzım Hikmet Moskova’dan, ben de Adana’dan yeni gelmiştik. Gelirken şalgam da getirmiştim. Bol deneli ve acılıydı. Abidin Dino, Adana’da sürgündeyken şalgama alışmış ve çok sevmişti. Nâzım pek sevmedi.…

Devamını Oku
YAŞAM 

ŞAFAK VE KÜL

“Yol kenarındaki çimen; yıldızı sev de, düşlerin çiçekle açılsın.” – TAGORE Ülkemizin yangın ve sel felaketleriyle sarsıldığı zamanın içinde hep ileri acılarla sarsılıyoruz. Türkiye yanarken kendi içimizde yandık, ateş olduk. Söndük, savrulmayan kül olduk, kızdık, şimşek olduk, kırıldık, kırgın çiçekli çalılıklar olduk. Vara vara vardık ki bir kara taş olduk. “Çok büyük kentlerin yaşadığı kriz, doğanın yaşadığı krizin diğer bir yüzüdür” diyor Italo Calvino. İnsanın ve doğanın her zaman birbirinin ilgisine ve sevgisine gereksinimi olduğunu, göklerin ve yeryüzünün sadece insana verilmiş bir âlem olmadığını, sevip korumadığın bir dünyanın bir gün…

Devamını Oku
YAŞAM 

YAKAMOZUN KIRBAÇ SESLERİ

Yüzümde yaz rüzgârının cezbedici güzelliği… Sağımda solumda balıkçı tekneleri… Altımda bir kaya parçası, hafiften kalça kemiğimi ağrıtır cinsten… Kolumda zamanın gece yarısını geçtiğini gösteren bir saat… Ve kulağımda, görünmeyen bir yakamozun denize vurduğu kırbacın acı sesleri… İçimde ise oturduğum yerin altından yengeç çıkabileceği korkusu ve yalnızlığın hüznü… Ağustosun bazen bunaltıcı bazen serinletici bir gece yarısında yakamozun kırbaç seslerini simgeleyen dalga sesleri hüzünlü bir senfoniyi dinletmekte. Yakamoz da, bu yazıyı yazan kişi de aynı kavşakta buluşmakta bu gece, hüzün konusunda. Yakamoz hüzünlü bu gece, ortada görünmüyor. Ama orada olduğunun sinyallerini veriyor, denize vurduğu kırbacın…

Devamını Oku
TOPLUM YAŞAM 

“ABİME CENNETTEN BİR-İKİ PARSEL!..”

“Satranç oynayacak zekâya sahip olanlara, cennetten arsa satamazsınız.” – Ernesto Che Guevara Sabah atölyemde gazetemi okuyordum. İçeriye bolca bir pantolon giymiş, başında yeşil takke, elindeki tespihi sallayarak sakallı biri girdi. Onunla birlikte ağır bir hacıyağı esansı kokusu da girdi. “Selamünaleyküm” dedi sündürerek. “Günaydın” diye mırıldandım. Yüzü ekşiyiverdi. Belli ki günün aydınlığı pek hoşuna gitmemişti. Ayağa kalktım, “Buyurun” dedim. Tam karşımda durmuş, dudakları kıpır kıpır bir şeyler mırıldanıyordu. Dua mı ediyordu, yoksa bana küfür mü ediyordu, anlayamadım. Mırıldanması bitince başını önce sağa, sonra sola çevirdi, avuçlarını yüzüne sürdü. “Hayırlı işler, hacıağa!”…

Devamını Oku
YAŞAM 

BİR ADAM VE BİR KADIN

Yıllar yıllar önce bir pastanede oturuyorum. Çay-poğaça ikilisi önümde… Midemden gelen gurultuları kesiyorlar, sağ olsunlar. Hava soğuk denebilecek kadar serin ve de bulutlu. Tam uyku havası. Karşı masada da biri oturuyor. Orta yaşlarda bir adam. Sadece çay ve sigara içiyor. Biraz telaşlı. Gözü yolda. Birisini bekliyor sanırım. Kapıdan bir kadın giriyor içeri… Adamın gözündeki pırıltıyı pastanedeki herkes fark ediyor. Beklenen kadın geldi herhalde. Sigarasından alelacele bir nefes çekip söndürüyor ve ayağa kalkıp kadına doğru yürüyor, yanaklarından öpüyor, kucaklıyor: “Canımmm… Hoş geldin. Gel… Çay içer misin? Ya da salep?..” Kadın üzerindeki…

Devamını Oku
YAŞAM 

YALAN DÜNYA

Kömür sobasının üzerindeki güğüm arada bir tıslar, onun yanındaki ıhlamur dolu çaydanlık fokurdar, soba arada bir harlanır, gür gür ederdi. Sobanın, güğümün, çaydanlığın sesine duvar saatinin tik takları karışırdı, böyle inceden inceden, geriden geriden. Ama bunlar birer sesmiş gibi gelmezdi bana. Bunlar adeta odanın sessizliğinin ritmi gibiydi. Sessizliği bazen, pencere dibindeki somyada oturup bahçeyi izleyen Gelinbacı bozardı. “Ah ah! Yalan dünya!” derdi Gelinbacı. Bazen de sofra bezinin üzerinde hamur açan annemin sessizliği bozduğu olurdu. O da derin bir nefes alır ve öyle derdi: “Yalan dünya, yalan dünya…” * Ben, kömür…

Devamını Oku
YAŞAM 

AĞUSTOSTA BİR SESSİZLİK ESİNTİSİ

Bir Akdeniz ikindisi… Bir yaz ikindisi… Bir ağustos ikindisi… Şiirin, aşkın, özlemin coğrafyasında –öyle geçmişken kendimden– bir tutkunun soluk alıp vermelerinde dizelerin, mısraların esaretinde bir türkü tutturmuşum. “Kalbimde ötüp durdu ağustos böcekleri” diyen şairin peşinden gidiyorum, öylesine. Bir sessizlik esintisi çarpıyor yüreğime o vakit; ben yüreğimin peşinde, ben özgürlüğün peşinde. Şöyle diyor Akdenizli şair: “Her gece/ gün ışığıyla dolan bir şehir biliyorum/ ve her şey büyülenmiş oluyor o an. // Bir gece ayrıldım. // (…) // Beyaz boyalı/ gemiden/ şehrimin gözden kaybolduğunu/ gördüm/ geride/ bir kucak dolusu/ ışık bırakarak/ huzursuz…

Devamını Oku
YAŞAM 

SAÇMA SAPAN BİR YAZI

Üzgünüm! Hem de çok! Son günlerdeki gelişmeler beni öylesine yıprattı ki… Umarsızlık ne kadar acı. Sinirlerim oldukça bozuldu. Alıp kendimi bir ustaya götürdüm. “Usta, şu Aydın’a bir bakıver; son günlerde fena halde bozuk” dedim. Usta beni uzun uzun inceledi. “Öncelikle kafatasının attığını söylemeliyim. O eksik. Sinirleri fena halde bozulmuş. Dingilde çarpıklık var. Müthiş bir depresyona girmiş. Karbüratör delinmiş ve…” Ve diğer bozulan taraflarımı anlatırken sessizce oradan ayrıldım. Bir ağacın altına oturup derin düşüncelere daldım. Ve sonra alıp başımı yürümeye başladım. Farkında olmadan öylesine uzun yürümüşüm ki kendimi Trabzon’da buluverdim. Yol…

Devamını Oku
YAŞAM 

YALNIZ DEĞİLSİN

Orta yaşlı bir portakal ağacının tam karşısında oturuyorum. Ağacın yaşını kestirdiğimden değil, öyle geçiyor içimden sadece. Onlarca yaprağın içinde tek tük renklenen portakallar… On taneyi geçmez sayıları. Yapraklar, nereden baksan yüzlerce… Sarıp sarmalamışlar kendilerinden olmayanları yapraklar. Koruyorlar, çevreliyorlar. Dinginliği görmeyi bırak, adeta sesi bile geliyor baktığında. Gözlerinle duyuyorsun. Tam yanında tarihi bir sur, heybetli bir duvar… Yüzlerce taş var. Taş renginde… İrili ufaklı, çelimsizi de var, bir krokiden fırlamış gibi olanı da… Bu sefer koruma altına alınan yapraklar var. “İster buradan, ister şuradan çıkarım” diyorlar taşlara. Gerçi, taşlar da hiç…

Devamını Oku
YAŞAM 

HER ŞEY YOLUNDA MI?

– Yangınlardan önce yazılmış bir yazı… Ne çok sorarız bu soruyu sevdiklerimize… Bir nevi “Nasılsın?” sorusu şeklidir. Her şey yolunda gitmelidir çünkü. İyi olabilmemiz için… Yoldan çıkmamak gerekir belki, neme lazım; bildiğin yoldan şaşma, arkadaş. Başına bir iş gelmesin. Bildiğin yol, en iyi yoldur. Oysa bazen de yoldan çıkmak, bünyeyi şaşırtmak gerekir; dünyayı başka gözle görebilmek için. Yoldan çıkmak, yola çıkmak gerekir; at gözlüklerinden kurtulabilmek için. Bu da ancak başka şehirlerde, başka mekânlarda yeni insanlarla tanışarak mümkün. Bakış açını değiştirmelisin; yeni şeyler söyleyebilmek, yeni ufuklara yelken açabilmek için. Mevlana’nın dediği…

Devamını Oku