EĞİTİM FELSEFE 

CARL GUSTAV JUNG’DAN MARGARET MEAD’E KUMDAN KALELER

Onun iyisi en az bizim iyimiz kadar iyi, onun kötüsü en az bizimki kadar kötü. Sadece iyinin ve kötünün görünme biçimleri değişik; ahlaki yargının süreci aynı.” – Carl Gustav Jung, ‘Keşfedilmemiş Benlik’

İnsanın üç tip alımlanma (anlaşılma) şekli vardır: Anlık, yüzeysel, derinsel. Bilinenin aksine bunun zamansal boyutta, yani kişinin nicel olarak hayatımızda az ya da çok süredir var olmasıyla ilgisi yoktur. Bazen bir ay tanışıklık ‘derinsel’ anlaşılmayı verir. Bazen otuz yıl, ‘yüzeysel’ kalır. Hayatımızdaki insanların ve kitapların matematiği, varoluşumuzun temel dinamiğini oluşturur. Çocukken farkında olmadan edindiklerimiz ve maruz kaldıklarımız bu matematiğin en has denklemini verir.

Psikanaliz ile tanışmadan önce insana ve anlama dair, özellikle de çocukluğa yönelik anlama edimimin sığlığı buradan bakınca denizin kıyısından bile beter. Kıyıda ne görebilir ki insan birkaç deniz kabuğundan başka… Ve antropoloji hayatıma girdiğinde ise psikanalizin tek başına gazı olmayan bir ocakta yemek pişirmeye kalkışmak olduğunu gördüm. Bugün bu yazıyı yazıyor olmam elbette tesadüf değil. Üniversite sınavı arifesinde kafaları organize şekilde karıştırılan, istek ve ihtiyaçları temelde yok sayılan, neyi neden istediklerini bilmedikleri otoritenin salık verdiği alanlarda yürümek zorunda bıraktırılan gençler için…

Kumdan kaleler yapan bir çocuğu derinlemesine izleme cesareti olan, çocuğun çocukluk oyunlarının anlam avcısı kesilen bir yetişkin; bir çocuğu hayatının kararını alması gereken durumlar karşısında sağlıklı ve objektif olarak destekleyebilir. Kumdan kaleler yapan bir çocuğu bilinenin aksine denizin derinliklerine girme cesareti gösterdikçe anlamanın kıyıdan izlemeye oranla çok daha etkin olduğu aşikâr. Oyun sadece oyun değildir, kumdan kaleler de sadece kumdan kaleler değildir bir çocuk için. Kumdan kaleler yapan bir çocuğun kalesine davet edilmek tıpkı bu iki alandan bağımsız olamayacağı gibi, anlık ve yüzeysel alımlama ile de mümkün değil. Öyle olsaydı, görsel çözümlere ihtiyaç duymazdık. Zira bilimin ihtiyaçtan doğduğunu artık tartışmaya bile gerek yok sanırım.

Burada sorulması gereken; “Bizi ilgilendiren sorunların odağında mıyız, uzağında mı?” sorusu. Tıpkı Carl Gustav Jung’un arkaik (ilkel) insanı anlatırken, “Eğer biz de bizi ilgilendirmeyen konulara dikkatimizi yoğunlaştırmaya uğraşırsak, ne kadar kısa sürede odaklanma gücümüzün azaldığını görebiliriz” dediği gibi. Çıkarımına bugün bile en ciddi halimizle kulak kesilmek gerek. Özne özde yetenekli olduğu alanlardan sanayi toplumuna yapay hizmetçi yetiştirmek için uzaklaştırılıyorsa, tam da bugün Jung’un “odaklanma gücümüz” üzerine yazdıkları tozlu raflardan yeniden çıkartılmalı.

İnsanı, özelikle de çocuk insanı anlamak, sahasına girmeden mümkün olsaydı; ‘çığır açıcı’ bir antropolog olan Margaret Mead, 100 yıl öncesinden bizimkinden çok farklı ama daha eşitlikçi, barışçıl ve yaşanmaya değer toplumların olduğunu göstererek bizi kendi toplumumuz ve toplumumuzdaki çocuk ve ergenlerle geliştirdiğimiz alma-verme dengesi üzerine düşünmeye ittiği saha çalışmasını (*) bize sunmazdı.

(*) Margaret Mead, ‘Samoa’da Ergen Olmak’, Alfa Yayınları, Çev. Gökçe Aktuğ.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar