EDEBİYAT YAŞAM 

MUCİZE ZAMANLAR

Bitiyor mu, ne? Evet, sanırım bitiyor. Mevsim değişiyor.

Sabahtan kayganlaşmış yollarda yürümek beceri gerektiriyor. Daha dün yolda iki kişinin kayarak mabadının üzerine sert iniş yaptığını gördüm. Yollar, kaldırımlar buz tutmuş. Güneşi görünce eriyen karlar havanın ısındığının göstergesi olsa da gece vaktinde sıcaklıktaki ani düşüşler, eriyip etrafa yayılan kar sularının buz kesmesine yol açıyor. Öğleye doğru yine eriyecekler ama işte sabah saatlerinde her birimiz birer cambaza dönüşüyoruz.

İşte, kızıl saçlı kadın da göründü, nihayet! Bayılıyorum bu kadına. Yine zarif, yine şık ve yine (tabii ki çok) güzel. Dizlerinin üzerinde kalan etek boyuna bakınca beni titreme alıyor ama belli ki o üşümüyor. Kaldırımda yürürken adımlarını büyük dikkatle atıyor. Sonraki adımında ayağını basacağı yere karar vermek için başını eğip aranıyor. Topuklu ayakkabıları ile adeta havada yürüyor. Bir tür buz dansı onunki. Elindeki o minicik çantasını bir denge aracı gibi kullanmasında komik bir hâl var. Sahi, o ufacık çantaya ne koyuyor olabilir, ne sığdırıyordur o çantaya? Bu, bence bir uzmanlık alanı olarak tescil edilmeli.

Bu kadını izlemeyi seviyorum. Her sabah servis alanına ondan önce gelmeye gayret ediyorum. Onun gelişini, yürürken attığı tüm adımları izlemek için sabahları çabucak hazırlanıp fırlıyorum evden. Önceleri farkında olmadan yapıyordum. İçgüdüsel! Sonraları ayıktım ama bir altı ayımı aldı. Bir buçuk yıllık çalışma süremin son altı ayında içimdeki bu tatlı heyecanın sebebidir bu tatlı kadın. Sayesinde liseli toy bir delikanlı oldum, yeniden.

Yan gözle bakıp sakince selamlaşıyoruz. Çok ‘cool’ bir kadın. Onu bu kadar ulaşılmaz kılan da aslında bu halleri değil mi zaten? Öte yandan bu derece sıcak, cana yakın görünmesinde bir karşıtlık yok mu? İnanamıyorum şu hallerime! Platonik sürünme zamanlarımı aşmış olmam gerekiyordu, demek ki içimde saklamışım tortusunu.

İşte, servisimiz geldi. Diğer üç öküz hemen atladılar. Neyse ki benim gibi bir beyefendinin olması ortama kalite katıyor. “Lütfen, buyurunuz.” Teşekkür mahiyetinde bir yan bakış, yerde gecenin ayazından kalma sağ yüksek topuktan röveşata denemesi… O zarif kadının kayıp havada yere paralel seyir haline geçmesi bile zarafet içinde oluyor. Kendimden beklemeyeceğim bu refleksi tam gereken zamanda ve yerde göstermem inanılmaz! Kollarımı açıp kucağıma yumuşak iniş yapması, bence ona yeterli konfor alanı sağlamıştır. Öylece bir-iki saniye kalmak bana ummadığım kadar olağanüstü bir gün geçirmem için yetecektir. Havada süzülürken nasıl da kaptım kızıl saçlı, ateş parçasından farksız güzel kadını. Böyle daha fazla kalamayız, her güzel şeyin bir sonu var, ne yazık ki. Bakışları nasıl da ateş saçıyor. Nefesimiz nasıl da birbirine karışıyor, nefesi nasıl da güzel, ferah kokuyor!

İnanamıyorum, nasıl oldu birden; çok teşekkür ederim, siz olmasanız…

Ben olmasam evrendeki dengeler değişir, ortamın aurası farklı olurdu. O zaman belki de siz yere daha dikkatli basar, kaymazdınız. Neyse, bu aklıma gelenleri söylemesem daha iyi olacak; itici olmak istemem. Bir kahraman gibi alçakgönüllü olmayı bilmek gerek! Yüzümdeki bu çocuksu tebessümün plazaya kadar devam etmesinden daha doğal ne olabilir? Ne kadar zarif, ne kadar ateş parçası gibi… Ne kadar da hayallere daldırıcı!

Servisten inerken yakınlarında olayım. Belli mi olur, evren belki yüzüme güler tekrar. Ön kapıdan iniyor genellikle. Arka kapıdan inip ön kapıya doğru onun iniş anını kollayarak ilerlesem göze batar mıyım, acaba? Neyse ki çabuk hareketlerle ilerliyor; oyalanmam gerekmeyecek. Mucize zamanlardayız, kesin! Basamaktan inerken dengesini yitirip havuza dalan bir yüzücü gibi süzülmeye başlarken, tam da önünde olmam benim bir zamanlama dehası olmam değildir de, nedir? Tam da yolun kenarındaki su birikintisine doğru dikey düşüş yaparken, son anda kolumu yakalayıp uzun tırnakları ile acıtırcasına bana tutunuyor. Aynı anda benim de karşı refleks göstererek sudaki yansıması ile arasında bu kadar kısa mesafe kalmışken diğer kolumla incecik belini sarmalayıp ve kendime doğru çekip kollarıma almam, bir mucize değildir de, nedir?

Neler oluyor böyle? Sizin tesadüf etmeniz ne kadar ilginç!

O tesadüf sizsiniz. Yeter ki siz iyi olunuz.

Alnımdaki terler heyecandan olmalı. Sanırım toyluğunu üzerinden atmakta geç kalmış kalbim bu heyecana dayanamıyor. Ah hanımefendi, gözleriniz çok yakıcı, ateş gibi…

Plazadan içeri girişlerde hep bir telaş olurdu bende ama bu sabah çok sakin ve yüzümde gittikçe artan yayıntılı tebessümümle turnikeden geçiyorum. Önde gidiyor, işte zarif, güzel ve kollarıma düşmeye hazır kadın. “Dikkat, kaygan zemin!” uyarılarını görünce, içgüdüsel olsa gerek, hemen yanaşıyorum, üzerime düşme eğilimli ulaşılmaz kadına. Yine röveşata, yine kollarım, ince beli… Bu sefer ben de ona eşlik ediyorum ve beraberinde yere seriliyorum. Onu korumak için zemin ile arasına yatıyorum. Benim görevim oldu bu!

Affedersiniz, sinirim bozuldu, gülmem ondan.

Önce havada yakaladım sizi, sonra suya düşerken, şimdi de yere! Kimsiniz siz?

Ben CEMRE!

Döngü değişti. Cemre düşmedi.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar