HAYALET DİLİMLER

-KOCAELİ-
Sevdiğim şeyleri alt alta yazsam, hallice bir liste olur. Başkalarının sevdiklerine benzemez (neyse ki), biraz kendime has, özellikli şeylerdir. Bir şeyi kolayca sevmediğim halde, anı yaşarken oluverir birkaç şey ve bir bakmışsın sevivermişim.
Yaktığım ateşin içinden kıvılcımlar uçuşur, alevler aniden çoğalıp yükselince sağa sola kaçışırlar. Toplu kıvılcım firarı gibi olur. Hangisine bakacağıma karar veremem, bir o yana kayar bakışlarım, bir diğer yana. Sonra nasıl olursa içlerinden birini seçerim, döne döne sönünceye kadar takip ederim. Bazı kıvılcımlar, benim onları seçmemin hakkını verirler, uzun süre parıldar, çok yukarılara çıkar ve zirvede sönerler. Hayat zevk alınası olur. Belki de sevdiğim ilk şeydir bu uçuşan ateş kırıntıları. Bak, bu güzel oldu, not alayım, bir şiir harcı olur. Evet, ne diyordum, bir şeyi sevmeye de işte böyle karar veririm.
Bu aralar soğuk, kıştan çıkamadık bir türlü. Bu akşam evimin sıcak konforunda miskinlik yapmak en iyisi, dışarı çıkmaya gerek yok.
Böyle gecelerde etrafımı sevdiğim, sevmeye karar verdiğim şeylerle çevrelerim. Elmayı severim, yeşil renkli, tadı mayhoş olanlarıyla aram daha iyidir, daha iyi anlaşırız. Elmayı incecik dilimlemeyi severim, o zar gibi ince dilimleri keserken alttan bıçağın bir gölge gibi akışını takip etmeyi de. Boydan boya kusursuz incelikte ve kesintisiz bir dilim çıkarırsam kendimle gurur duyarım, övgü dolu sözcükleri kendimden esirgemem.
Küçük bir yudum limonla tatlanmış buzlu votka ve ardından bir hayalet dilim elma nefistir, çok severim. Tütsülenmiş et dilimleri de varsa, değmeyin keyfime… “Delicious!”
Brahms’ı seviyorum. Daha bebekken onun ninnisiyle uyutmadılar beni elbette, ben seçtim onu sevmeyi. Atlattığım pek çok badirenin, geçen onca zamanın olgunlaştırdığı kendime has zevkin bana gösterdiği istikamet bu oldu.
Hayat hakkını vererek yaşarken ne güzel!
Dışarıdan kalabalıkların bağırtıları geliyor kulağıma. Gelecek günlerin bugünden daha güzel olması dileğini haykıran, çoğunluğu genç kalabalıkların sesi. Doğrusunu isterseniz itiraz eden kalabalıkları da severim. Bu otoriteye başkaldırışlar bir var olma iddiasından öte, daha yüksek ideal için küçük talepleri içerir; tıpkı elmadan ayrılmış birer hayalet dilim gibi. Bu küçük istekler bir araya geldiğinde güçlü bir manzume haline gelebilir. Her bir küçük kazanım, büyücek bir kazanca yol açabilir. Hayalet dilimlerden meydana gelen şöyle kalın bir dilim elma gibi.
Ah bu çocuklar, ah bu tökezleyen hayatların apardığı haddini bilmezler… Bir de onlara eşlik eden ömrünün olgun yaşlarına ermiş, başında kırlaşmış saçlarını azaltmış kırışık tenli, sağlıksız görünümlü kalabalıklar! Gittiğim ülkelerden özenle seçtiğim parçalarla dekore ettiğim, bir zevk timsali olduğu konusunda kuşkuya yer bırakmayacak salonumun en kuytusuna kadar sızan bu haykırışlar, bağırtılar ne kadar fütursuz ve ne kadar seviyesizler! Bir bilseniz o kadar hedefini belirlememiş sözleri hak etmedikleri kadar yükselterek söylüyorsunuz ve o kadar savruluyorsunuz ki! Üçüncü Senfoni’yle öyle uyumsuzsunuz ki!
Bir yudum limonlu votka, bir hayalet dilim elma, bir dilim tütsülenmiş et, havada dolanan Üçüncü Senfoni notaları… Dışarıda giderek sönen, yalnızlaşan, dağılan güzel günlere dair haykırışlar…
Biz zamanlar biz neler yaşadık bir bilseniz! Devrim bizim avuçlarımızın arasından nasıl da akıp gitti! Acı bir hatıra oldu ama öğrendik, geç de olsa öğrendik ama nafile! İşte yine kaygan zeminde tutunma çabası. Kaç akşam daha toplanacaksınız? Kaç kişi kalacaksınız? Bir yanda herkesi yerinde durmadan zıplamaya çağıran çocuksu talepler, bir yanda aldığı emekli maaşının üç-beş bin daha artmasından başka bir beklentisi olmayan tekaüde ayrılmış kalabalıklar, tutuğu takımın ya da partinin bayrağını sallayanlar, üyesi olduğu derneği temsil etmeye gelenler, gelecek kaygısını artık tenini yakarcasına hisseden üniversite öğrencileri… Ve eski devrimciler! Sorarım size “eskiler”, devrimin neferlerini yakın zaman öncesine kadar katleden, bombalayan, tellerle boğan, Filistin askısına alıp elektrik verenlerin simgesini elinin parmaklarıyla gösterenlerle nasıl bir arada kalabiliyorsunuz? Ne oldu? Oysa devrim kitabının düsturudur, mücadelenin sınıfsal zemini yoksa böyle küçük insan kalabalıklarının toplaşmaları umut yüceltme ritüeline dönüşüyor; zaman geçtikçe cılızlaşıp sönüyor. Tıpkı alevden kaçışan kıvılcımlar gibi.
Geçen yıl Afrika’dan getirdiğim kabile maskeleri bile hayatın iniş çıkışları karşısında ne kadar gerçekçi duruyorlar… Onların yanındaki duvarda asılı duran Japon oni maskeleri ise tam tersi yapay ve alaycı kalıyor. İşte bu kalabalık toplaşmaları oni maskesi takan insanların bir araya gelip sergiledikleri bir temaşaya benziyor. Bir bilene sorun, öğrenin, değil mi? Yok, böyle savrulursunuz işte! Oysa bir öğrenmeye çalışsanız, bir dinleseniz neyin ne olduğunu idrak edersiniz. İşte, her şey asıl o zaman çok daha güzel olur! Aah, ah… Ne desem boş!
Bir kadeh daha hazırlayayım en iyisi. Bu sefer limonu daha az koymalıyım, votkanın tadını bastırıyor.