EDEBİYAT 

GÜNLERDEN TARÇIN

Telaşla atıldı yataktan. Alarmı kapattıktan sonra uyuyakalmıştı. Hemen telefonunun saatine baktı: 25 dakika uyuyakalmıştı. Sınava yetişmesi gerekiyordu, otobüsü yakalamalıydı. Tuvalet ve diş fırçalaması, giyinmesi, saçlarını şöyle bir düzeltmesi… Omuz çantasını alıp ayakkabılarını giymesi, kapıyı çekip apartmanın dışına fırlaması toplamda on iki dakika sürdü.

Otobüs durağı fazla uzak değildi neyse ki, koşturarak ulaştı. Telefonunun saatini kontrol etti. “Otobüs gelmek üzere olmalı” diye düşündü. Durakta bekleyen dört kişi daha vardı. Bir tanesini tanıyordu; aynı üniversitede öğrenci olmalıydı. Tanışmamışlardı ama sıkça durakta karşılaşıyorlardı. Üniversiteye bu yıl başlamış gibi bir hali vardı başlarda ama şimdi daha alışık görünüyordu. Kendi halinde, etrafıyla fazla ilgilenmeyen, içine kapanık bir kadındı. Biraz kilolu, kıvırcık kızıl saçlı ve yüzünde, burnunun iki yanında ve yanaklarında daha yoğunlaşmış çilleri vardı. Sıradan, başkaca ayırt edici özelliği olmayan birisiydi. Geçen haftalarda omzuna asılı bir gitarı vardı. “Öğrenmeye çalışıyor galiba” diye düşünmüştü; gitar çalabilen biri değilmiş gibi gelmişti. Şimdi bir sırt çantası ve kulaklıkları ile dinlediği müziğe başıyla hafiften ritim tutuyordu.

Duraktakilerin diğer ikisi birliktelerdi. Biri otuz beşlerinde, hafif göbekli, gözlüklü bir adamdı. Diğeri daha uzun, daha zayıf ve otuzlarındaydı. Adamın vücut yapısından sporla uğraştığı sonucuna vardı. Ağırlık çalışan biri gibi görünüyordu. Yakışıklı ve kendinden oldukça emin tavırları vardı. Bu iki adamın arkadaş olmalarına anlam veremedi. Birbirlerinden tamamen farklıydılar, ortak bir yönleri yokmuş gibi görünüyorlardı.

Telefonun saatine tekrar baktı; daha bir buçuk dakika geçmişti. Durakta bekleyen yolculardan sonuncusu olan yaşlı kadına kaydı gözü. Orta boylu, zayıfça bir kadındı. Kül rengi saçlarını arkadan bağlamış ve omzuna doğru uzatmıştı. Üzerinde dikkat çekecek kadar çok canlı renklerde, desenli bir elbisesi vardı ve bir de örme yelek giymişti. Bu yelek, aslında yaşlı olmanın nişanesi gibiydi. Ayağına siyah bir ayakkabı, kısa ve yine çok renkli bir çorap giymişti. Omzuna çapraz astığı, büyükçe çantasını kucağında tutuyordu. Çanta da pastel tonlarda, çok renkli ve desenliydi. Çantanın üst kısmında fermuarı yarım çekilmiş durumdaydı ve açık olan kısmında tuttuğu elinin parmaklarını çantanın ağzının kapanmaması için gergin bir şekilde tutuyordu. Elleri zayıftı ve uzun, muntazam parmakları vardı. “Çantada ne var acaba?

Bu arada otobüs durağa tıslayarak girdi, tam yaşlı kadının hizasında durdu. Kapıları açılınca kadın adımını attı ve hemen ön sıradaki boş koltuğa yöneldi.

– Günaydın, Zerrin Teyze.

– Günaydın. Yine tam vaktinde geldin, kutlarım.

– Teşekkür ederim. Özen gösteriyorum sizi bekletmemek için.

– Keşke herkes böyle senin gibi özenli davransa, hayat daha kolay olurdu.

Diğer yolcular da bindiler, tenha otobüste oturacak yer buldular. İçerisi çok aydınlık ve iç ferahlatıcı görünüyordu. Adının Zerrin olduğunu öğrendiği yaşlı kadının arkasındaki koltuğa oturdu. Buradan otobüs şoförünü de görüyordu. Şoför, kısa kollu ince mavi çizgileri olan beyaz bir gömlek giymişti. “Yazlık kıyafete geçmişler” diye düşündü. Esmer, hafif göbekli bir adamdı, kolları kalın ve çok kıllıydı, gömleğinin açık olan yakasından göğsündeki kıllar taşıyordu. Yüzü tombul, gözleri büyük ve kapkaraydı; kaşları ve saçları da oldukça gürdü. Genel olarak bakıldığında çok kaba saba bir adamdı ama konuşmaya başlayınca bambaşka biri oluyordu. Sesi kalın ve yumuşaktı. Çok düzgün, seviyeli bir konuşması vardı. Sesinde insanın içine iyimserlik salan bir tını vardı. Otobüsü kullanırken hareketleri dengeli ve hassastı. Direksiyona saygı göstererek yön veriyor, pedallara neredeyse af dileyerek dokunuyor, vitesi kibarca iteliyordu. Cüssesi ile uyumsuz bir adamdı!

Şoför, aynadan Zerrin Teyze’ye bakarak, kibarca söze girdi:

Tarçın’ı da almışsınız. Bugünkü programınız nedir?

– Veterinere uğrayacağız. Zamanı geldi, bakımını yaptırmamız gerekiyor. Sorma, çok stresli; anlıyor tabii nereye gittiğimizi. Gerçi Aslı Kızımız çok hassas davranıyor, sevecen yaklaşıyor ama yine de klinikteki genel durum geriyor, sanırım.

Zerrin Teyze’nin konuşması da çok düzgündü. “Büyük ihtimalle memuriyetten emekli olmuştur. Öğretmen gibi değil ama bir bankacı gibi de değil. Ne olabilir acaba?

– Başka otobüsler kabul etmiyor, otobüse hayvanla binmek yasak diyorlar. Oysa çantanın içinde, sessiz sedasız, uslu bir şekilde duruyor yavrucağım; kime ne zararı var? O yüzden özellikle seni bekliyorum. Sen hayvansever, anlayışlı birisin.

– Elbette, Zerrin Teyze, hayvanları sevmeyen, insanları sevemez. Siz beni bekleyin, boş verin onları. Dönüşte de alırım sizi; oralarda oyalanın biraz, olur mu?

– Tabii, Kemal Bey Oğlum, hareket saatlerini biliyorum, beklerim.

– Sizin durağınıza geldik. Arka tarafa gitmeyin, ön kapıdan iniverin. Acele etmenize gerek yok, yarım dakika kadar erken geldik zaten.

Şoför direksiyonu hassasiyetle çevirerek durağa doğru yönlendirdi; pedallara nazikçe temas ederek, sarsmadan yanaşıp durdurdu otobüsü. Kapı açma düğmesine, kıllı serçe parmağını havaya kaldırarak orta parmağıyla, piyanonun tuşuna dokunurmuşçasına büyük bir nezaketle bastı. Tıslayarak açıldı kapı ve Zerrin Teyze, kucağında taşıdığı çantadaki Tarçın’ı incitmemeye çalışarak tez canlı bir şekilde yerinden kalktı ve indikten sonra “Haydi, sana kolay gelsin, Kemal Bey Oğlum” diyerek geniş kaldırıma doğru yürümeye başladı. Onun inmesini bekleyen iki yolcu otobüse bindikten sonra şoför kapıyı yine düğmeye aynı hassasiyetle basarak kapattı ve otobüsü sarsmadan yola yönlendirdi.

Adının Kemal olduğunu öğrendiği şoför ilgisini çekmiş olacak ki konuşma ihtiyacı hissetti:

– Yaşı epey var galiba Zerrin Teyze’nin. Ona rağmen köpeğinin bakımını hiç aksatmıyor. Esasında genellikle kendi bakımını bile zor yapar bu yaştakiler.

Şoför, aynadan konuşanı görmek için baktı. İkinci sıradaki genç adamı gördü ve güzel tınılı sesi ile sordu:

– Öğrencisiniz, sanırım.

– Evet, öğrenciyim.

– Sizi görüyorum arada ama sanırım çoğunlukla daha erken saatteki servislerle gidiyorsunuz okula.

– Evet, genellikle. Aslında bugün de geciktim biraz; önceki otobüse yetişemedim.

– Az yolumuz kaldı. Dersi kaçırmadınız umarım.

– Aslında sınavım var ama sorun yok; saati gelmedi daha.

– İyi o zaman. Zerrin Teyze çok kültürlü biridir. Çok kibardır, sevecendir, mesafelidir. Alman Konsolosluğundan emekli. Bu yaşlarda insanların başına hiç hak etmedikleri şeyler gelebiliyor, maalesef.

– Kötü bir şey mi oldu yoksa?

– Yok, öyle değil de… Yaşlılık işte… Demans, Alzheimer… Nasıl biri olursanız olun, nasıl bir hayat sürerseniz sürün, başınıza geliyor. Böyle her sabah kalkıyor, hazırlanıyor, evden çıkıyor. Her güne ayrı bir programı oluyor; bugün de günlerden ‘Tarçın’. Üç sene kadar önce kaybetti köpeğini, yokluğuna alışamadı, kendince yaşatıyor hâlâ.

– Nasıl yani, çantasındaki…

– Yok. Boş çanta. Belki bir-iki bez parçası, havlu falan… Veteriner kliniğindekiler de alışıklar. Çantayı alıp içeride Tarçın’ın bakımını yapıyormuş gibi yapıp kırmadan gönderiyorlar Zerrin Teyze’yi. Çok üzülüyorum, çok. Bakalım bizler ne olacağız; kim bilir ileride bizi neler bekliyor?

– Vay canına, ben de çok üzüldüm şimdi, hay Allah! Benim durağıma geliyoruz; ineyim ben.

– Sınavda başarılar dilerim…

– Teşekkür ederim, Kemal Bey, size de iyi çalışmalar…

Adıyla hitap etmesinden dolayı şoförün tombul yüzünde memnun bir ifade dolandı. Fakülteye doğru koşar adım giderken Zerrin Teyze’nin ‘Tarçın’ gününü düşündü. Hayatın yükü bunca ağırken, günlük gaileler, çatışmalar, hatta sınav stresi bile çok minik göründü gözüne.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar