DİYAGONAL DİYALOGLAR – 7: TARAZLI SÖZLER
-KOCAELİ-
– Bizim geçmişimiz çok köklü. Ta nerelerden bugünlere taşıdığımız nice zenginliğimiz var. Bize hiçbir şey olmaz, Alimallah.
+ Hangi zenginlikler?
– Baksana, yedi iklim, dört mevsim aynı anda yaşanan bir coğrafyamız var. Her bir şehir kendine özgü. Hatta kasabalara gittiğinde bile değiştiğini görebilirsin.
+ Kültürel zenginliği mi söylüyorsun?
– O da var. Öyle değil mi?
+ Elbette, haklısın. Çok faklı uygarlıkların mirasçısı olmamız, bize böyle bir zenginlik sunuyor.
– Böyle söyleyerek bir çeşit inkârcılık yaptığını anlamıyorum sanma. Ne uygarlığı? Bizi biz yapan tarihsel zenginliğimizi, geleneklerimizi, göreneklerimizi göz ardı edemezsin. Bu mızrak, o çuvala sığmaz; boşuna uğraşma!
+ Tabii ki var olanı inkâr edemem. Ama sen de ataların geldiğinde, buralarda bir vahşet çağının hüküm sürdüğünü söyleyemezsin. Öyle olsaydı, kendi kültürünü, kendi medeniyetini kolayından kabul ettirmiş olurdun; sana tabi olurlardı. Karşında sana kendini dayatacak medeniyetler olmazdı. Yeni bir coğrafyada, yeni bir isteklendirmeyle hız alıp yayılmaya bakardın. Senin yaşam tarzın şu anda hüküm sürüyor olurdu.
– Ne demek istediğini biraz açar mısın, benim güzel kardeşim?
+ Açayım. Öncelikle tüm bu coğrafyada zaten var olan ve zayıflamış, ilk kuruluş değerlerinden uzaklaşmış, dağılmaya yüz tutmuş, savsamış medeniyetlere can suyu vermek de çok değerlidir. Bunun da insanlığın gelişimi için ne derece önemli olduğunu idrak etmelisin. Sonuçta eski medeniyetin postuna girip onu parlatmış, büyütmüş ve yeni bir kimlik kazandırmışlar. Önceki medeniyeti adeta bir üst sürümüne çıkartıp diğer coğrafyalara yaymışlar. Şimdi o yaydıkları medeniyetin tam anlamıyla ve sadece kendilerine ait olduğu söylenebilir mi?
– O da ne demek? Kimin medeniyetini yaymışız? Saçma bir konuşma olmaya başladı.
+ At üstünde, çadırını, otağını sırtlayıp, sürünü peşine takıp geldin diyelim. Sonra? Buralarda bir medeniyet yok muydu? Sen yeni baştan mı kurdun? Söz gelimi, kaç tane yeni yerleşim meydana getirdin?
– Bu mu yani? Bina yapınca iş bitiyor mu?
+ Tam tersine, iş o noktada başka bir boyuta evriliyor. Orada medeniyetin unsurlarını hayata geçirmek ve büyütmek zorundasın. Mimarlık, mühendislik, şehir tasarımı ve planlaması, şehrin ihtiyaç haritası ve giderme yolları, altyapı inşası diye uzar gider.
– Bak sen…
+ Elindeki efsaneleri muhafaza etmek güzel; at üstünde bozkırda yaşamak, doğayla uyum içinde ve canlılara saygı duyarak hüküm sürmek öykünecek bir şey. Bunlara hiçbir lafım yok. Hatta iyice öznelleştirecek olursak, kendine ait olan yemeklerini de getirmişlerdir; ama bu topraklarda zaten var olan yemek kültürünü yok mu sayacağız?
– Kebabımız var; o bile hepsine değer.
+ Kebap Sümerlerden beri buradaydı. Hatta farklı formlarda olsa bile ateşin bulunduğu zamanlardan bu yana vardı. Yemek listesi uzamadan sana anlatmaya çalışayım, istersen.
– Çok kararlı görünüyorsun. Anlat bakalım, ne diyeceğini merakla bekliyorum.
+ Çağ değiştiren yenilikleri insanlığın hizmetine sunan, ilkleri başlatan, kuran, ilerleten, büyüten Mezopotamya’dan bize çok şey kaldı. Yemek bunlardan bir tanesidir. Ama mesele daha derin. Kısa süre önce dünyadaki ilk yapının yaklaşık on iki bin yıl öncesinde buralarda, Göbeklitepe’de yapıldığı keşfedildi. Bu, tarihsel kabulleri değiştiren bir keşiftir. Öte yandan ekonomik ömrü elli yıl olarak belirlenen bir enerji üretim projesi uğruna üzeri örtülen, sulara gömülen Hasankeyf’in de aynı zamandan bu yana bir yerleşim yeri olduğu bilinir. Dikkatini çekerim, on iki bin yıl!
– Anladım, saymayı bilirim az çok.
+ Tarım, yazı, kanunlar, hukuk, çağdaş bilimin ve mühendisliğin temelleri, sağaltım ve daha pek çok şey de üzerinde yaşadığımız bu topraklarda ortaya çıktı ve gelişti. Sonra diğer bölgelere yayıldı. Bugünkü anlamında ilk üniversitenin de buralarda kurulduğunu biliyor musun? İşte, biz o medeniyetlerin doğduğu, büyüdüğü, başka medeniyetlere dönüştüğü topraklarda yaşıyoruz. Eline bir çubuk alıp eşelesen, eski bir uygarlığın izine rastlarsın. Altında izleri gün ışığına çıkmayı bekleyen bir uygarlıklar yatağıdır bu topraklar.
– Eskiden bir süre define aramıştım, bilirim.
+ Hemen yanı başımızda hâlâ yaşayan medeniyetler varken, eskiden Anadolu’da yerleşik olarak bulunan ama şimdi bir kısmının nüfusları çok azalan kadim halklar, topluluklar varken, onlardan bugüne gelen folklorik unsurlara sahip çıkmamız (sahiplenmemiz demiyorum) elbette bize kültürel bir çeşitlilik, zenginlik sunuyor. Bu, gerçekten de övünülecek, hatta elimizi güçlendirecek bir şeydir. Tüm bunlara bugün bizim önem atfetmemiz doğaldır. İlk halleri belki böyle değildi ve zamanla, onlara etki ederek değişmelerini, dönüşmelerini sağlamış olabiliriz. Bugün bilinen hallerini almalarını sağlamak da başlı başına önemli ve göz ardı edilecek şeyler değildir. Bunlar doğrudur. Burada yanlış olan ne, biliyor musun?
– Neymiş?
+ Olanı inkâr etmek; tarihsel süreçleri, olguları bağlamından koparmak. Ne için? Kendini yüceltmek, kendine paye biçmek için. Bence gerçekten de titremek gerekiyor; kendine gelmek için.
– Ben şimdi seni bir titretirim, anında kendine gelirsin!
+ Yakışır.