ŞENLİKLİ EYLÜL UĞURLAMASI; UMUT DOLU, AVAZ AVAZ…
-ADANA-
O şiirde, o şarkıda olduğu gibi “şehre bir film gelir” önce, “bir güzel orman olur yazılarda”, “iklim değişir Akdeniz olur”…
Ve biz “gülümseriz”…
Sinemada hayat vardır, umudun orta yerinde avaz avaz bir şenlik türküsü tuttururuz hep birlikte…
Yaşam öyküleri sinema eylülünün en güzel zamanında dile gelir…
İzleriz, ağlarız ve gönülden gönle çağlarız…
* * *
O şiirde, o şarkıda olduğu gibi bir zamanlar bizim olan “sazlarımıza”, “ırmaklarımıza”, “çakıl taşlarımıza” yok oluşlarının ağıtlarını yakarız…
İklim değişip Akdeniz olunca sanatın iyileştirici gücüne tutunur, kâh güler kâh ağlarız…
“Sinema bir şenliktir” diyen şairin eylül gibi, güz gibi tatlı tatlı dökülen sözcükleri ruhumuzdaki hüznün çağıldaması değil de nedir?
“Ve işte yine eylül… Geleceğin duvarı önünde duruyorum, kaygılı, sabırsız… Üstümden küçük kuşku tohumları karışmış altın renkli gazeller uçuşuyor… Bir türlü bastıramıyorum yüreğimdeki ozanın sesini…”
* * *
O şiirde olduğu gibi yüreğimizde bastıramadığımız ozanların sesi bizi ne çok şairde buluşturur bir eylül akşamında…
Yazılarıyla sinema şenliklerinde bizi buluşturan o şair, o en güzel şiirinde bize bir ülkenin hazin dolu öyküsünü anlatır durur:
“Eylül mezarlıklarından şimdi her gece/ ellerinde fenerlerle geçen arkadaşlarım/ oturup düşündüm unutkan bir ülke eylül/ herkes unutuyor ancak bir deniz sofrasında/ durulunca hazları tenin ve bütün kitaplar/ hatırlıyoruz, ne kadar yoksuluz çocukluğumuzda…”
Belki de sinema, belki de edebiyat, belki de kültür-sanat saracaktır tüm nisyan yaralarımızı…
Ve o unutkan eylüle en unutamayacağı hatırlatmayı yapacaktır bir çırpıda…
Ve o öldürülen şair bize şiirinde ülkemizi anlatmayı sürdürecektir:
“Anamızın eteğine doldurulmuş çakıl taşları/ güz gelince yeniden ölen çekirge, savruk otlar/ gizli bir tarihin yarıklarını/ doldurmak için ırmağın sürüklediği çerçöp/ kambur yollarında ceza okullarının/ aşınmayı önleyen bir avuç kabara ve anamız/ şimdi düşünüyorum, kim bilir kaç kez/ yamalı çoraplarla birlikte yeniledi bizi…”
* * *
İşte bu şiirde olduğu gibi ülkemizin yüzyıllık yarası her unutuşun hatırlatılmasında bir kez daha kanıyor…
Sinemayla, edebiyatla, kültür-sanatla bir merhem olunabilecek midir bu yaraya?
Durulacak mıdır bir gün bu dalgalı deniz?
Şehre gelen bir film gibi tüm umutlar yeşerecek midir yeniden?
Sinema, ruhumuzu da bir şenliğe dönüştürecek midir, eylül gibi, güz gibi?
Ve şairin şiirindeki gibi “Nasıl budandık bahara ulaşmak için?” diye düşünülecek midir?
* * *
Yoksa o şiirin son dizeleriyle unutkan bir eylülün uğurlaması mıdır bu düşünceler bir sonbahar akşamında?
“Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin/ unutmamak için çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz/ ölü balıklar geçiyor kırışık bir deniz sofrasından/ ve ellerinde fenerlerle benim arkadaşlarım/ durmadan düşünüyorum, ne kadar çok öldük yaşamak için…”