‘NE KADAR ÇOK ÖLDÜK YAŞAMAK İÇİN’
-ADANA-
11 Ocak 2020, şair-yazar ve sinema eleştirmeni olan Onat Kutlar’ın ölümünün 25’inci yıldönümüydü. Onat Kutlar, 30 Aralık 1994’te Taksim’deki The Marmara Oteli’nin pastanesine konulan bombanın patlaması sonucu yaralanmış, 11 gün sonra, 11 Ocak 1995’te aramızdan ayrılmıştı. Aynı saldırıda, arkeolog Yasemin Cebenoyan ise olay yerinde yaşamını yitirmişti.
Her yıl 11 Ocak geldiğinde içimi derin bir hüzün kaplıyor ve “Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin/ unutmamak için çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz/ ölü balıklar geçiyor kırışık bir deniz sofrasından/ ve ellerinde fenerlerle benim arkadaşlarım/ durmadan düşünüyorum ne kadar çok öldük yaşamak için” dizeleriyle Onat Kutlar ve Yasemin Cebenoyan’ı anıyorum.
59 YILA NELER SIĞDIRMADI Kİ…
Aslen Gaziantepli olan Onat Kutlar, babasının yargıç olarak görev yaptığı sırada Alanya’da 1936’da doğdu; ilk ve ortaöğrenimini Gaziantep’te tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne devam etti, eğitiminin son yılında mezun olmayı beklemeden felsefe eğitimi için Paris’e gitti. 1956-1960 yılları arasında arkadaşlarıyla ‘A’ dergisini çıkardı. İlk kitabı ‘İshak’la 1960 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü’nü aldı. 1963-1965 yılları arasında ‘Doğan Kardeş’ dergisinde çalıştı. Kurucuları arasında yer aldığı Türk Sinematek Derneği’ni 1965-1976 yılları arasında ve ‘Yeni Sinema’ dergisini 1967-1970 yılları arasında yönetti. 1979’da Ömer Kavur ile ‘Yusuf ile Kenan’, aynı yıl Ali Özgentürk ile ‘Hazal’ ve 1982’de Erden Kıral ile ‘Hakkâri’de Bir Mevsim’ filmlerinin senaryolarını yazdı. 1960’tan sonra aralıklarla ‘Meydan’, ‘Yeni Sinema’, ‘Milliyet Sanat’, ‘Papirüs’, ‘Hürriyet Gösteri’ dergilerinde kaleme aldığı sinema yazılarından bazılarını ‘Sinema Bir Şenliktir’ kitabında topladı. Sinematek’teki çalışmalarından dolayı 1975 yılında Polonya’dan kültür nişanı, 1994 yılında da Fransa’dan Chevalier de l’ordre des Arts et des Lettres nişanı verildi. ‘Unutulmuş Kent’ adlı şiir kitabı Fransızcaya çevrilerek Royaumont Vakfı tarafından Fransa’da yayımlandı. 1981’den ölümüne kadar İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nda (İKSV) yönetim ve icra kurulu üyeliği yaptı.
ONLAR NE GÜZEL İNSANLARDI…
Onat Kutlar’ın ‘Bahar İsyancıdır’ kitabını yeniden okuyorum. “Ne güzel insanlardı onlar” diyorum kendi kendime: “Ne güzel yaşadılar ve yazdılar.” Yaşamayı çok sevdiler; ama en çok da “yaşamak” için öldüler. Onat Kutlar’lar, Yasemin Cebenoyan’lar…
Onat Kutlar’ın ‘Bahar İsyancıdır’ kitabından bazı cümleleri buraya not düşelim:
“Yalnız adamlardı ama keyifli ve kafa dengiydiler. Vecihi Usta tangoları severdi, iyi sirtaki yapardı Mahmut Usta. Selahattin Usta, Greta Garbo’ya tutkundu, Sadık Usta ise Hamiyet’e. Ama dördü de bahar dalı gibi açılmış salata tabaklarına, buzlu rakılara, koyu muhabbetlere bayılırlardı. İyi söverler, bir çağlayan gibi gülerlerdi. Beyoğlu’nun anason kokulu Rum meyhanelerinden birinde tanıştılar. Sonra hiç ayrılmadılar.”
“Neden sonra aramızdan biri konuştu; gösterişsiz, herhangi biri: ‘Bak yabancı,’ dedi, ‘şaşırttın bizi. Umutlarımız için ön yüzü sırlı bir ayna sundun. Geriye işleyen bir saat… Ters çevrilmiş bir eldiven, kaynağına akan bir ırmak. Oysa biz basit insanlarız. Ve ölümlü. Yaşamayı ve baharı bu yüzden çok severiz. Doğan her şeye inanırız. Çocuklara, güneşe, bize düşler sunan ay ışığına. Sevdiğimiz kadının boynunu okşamak isteriz ve çocuklarımızın. Günü, kızarmış bir ekmek gibi tazeyken bölüşürüz ve akşamın kızıl tüyleriyle gelip sabahın yumurtaları üstüne yumuşacık oturmasını severiz. Şarap, acılarla da mayalanmış olsa sarhoş eder bizi. Ve çocuklarımıza, ekilmiş toprak kadar gerçek bir gelecek bırakmak isteriz. Senin dilinde bulunmayan o sınırsız düşü. Bizi şaşırttın. Ama sana inanmıyoruz.’”
ACILARIMIZ BİTTİ Mİ?
Onat Kutlar’la birlikte aramızdan ayrılan Yasemin Cebenoyan için burada bir parantez açmak istiyorum.
Yasemin Cebenoyan, geçen yıl ağustos ayında bir trafik kazasında kaybettiğimiz ‘BirGün’ gazetesi yazarı Cüneyt Cebenoyan’ın ablasıydı. Türkiye’deki faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması adına oluşturulmuş sivil bir inisiyatif olan Toplumsal Bellek Platformu’ndaki çalışmalarından da tanıdığımız Cüneyt Cebenoyan’ın ölümü de şüphesiz tanıyanlarını çok üzdü.
1994’te bombalı saldırıda ablasını, 1999’da depremde 2 yaşındaki oğlu, anne ve babasını kaybeden Cüneyt Cebenoyan’ın trafik kazasındaki ölümü bana daha derin üzüntü veriyor. Öyle ki ölümüne ilişkin bir gazete haberinde ‘ACILARI BÖYLE BİTTİ’ diye bir başlık atıldığını hatırlıyorum. Çok hüzünlü bir başlık…
Peki, ya bizim acılarımız? Gerçekten bitti mi, bitiyor mu, bitecek mi? Yaşamak için ölenler, yaşarken kaybettikleriyle adeta kendi ölümünü çağıranlar oldukça acımız bitmeyecek, bitmemeli de. Acı, her zaman hissettirmeli kendini. Hissettirmeli ki hatırlatsın. Onat Kutlar’ın dediği gibi, “unutmamak için çünkü unutuşun kolay ülkesi” burası.
‘NE KALACAK BİZDEN GERİYE?’
Onat Kutlar öldü, Yasemin Cebenoyan öldü.
Cüneyt Cebenoyan’ın ölümü bizleri derinden üzdü.
Geriye ise hüzünleri kaldı, hatıraları kaldı. Biz yeter ki onları unutmayalım, unutturmayalım.
Onat Kutlar’ın bir şiiriyle bitirelim yazıyı:
“Kiraz ve kamıştan kavalımızın/ sesleri/ dağılıyor havada/ bir kuyu ağzından geçiyor gibi/ rüzgârı mor fistanlı zamanın/ bu güzel şarkı da unutulacak/ kıyımlar acılar kanlar içinde/ savrulurken yaşadığımız günler/ bu soruyu mutlaka soracaksın:/ Ne kaldı, ne kaldı bizden geriye? // Akşamüstü oturdum yol kıyısına/ düşündüm:/ Ne kalacak bizden geriye?/ Balkan yaylasından ve bozkırlardan/ Kafdağlarına giden şu bulut/ sonsuz mevsimlerle esmerleşen/ şu toprak ve derin çınar ağacı/ biz yokken de vardı.”